Tükenmeyen 1 Mayıs ruhu
Sara AKTAŞ yazdı —
- 1 Mayıs’ı siyasal içeriğinden, ideolojik özünden ve direniş ruhundan koparmaya çalışan, sıradan bir bayram rutinine düşürmek isteyen yaklaşımların bilincinde olarak, iktidarın sokağı sınırlama çabalarına karşı, 1 Mayıs’ın direnişçi ruhuyla sokakları faşizm karşıtı direniş kalelerine dönüştürmek hayati bir önem kazanmış durumdadır.
1886’daki büyük işçi grevlerinin liderlerinden biri olan August Spies, tutuklandığında mahkeme salonunda şöyle haykırmıştı: “Eğer bizi asarak tahakküm altındaki milyonların, sefalet içinde çalışan ve kurtuluşu bekleyen milyonların bu hareketini, işçi hareketini ezebileceğinizi umuyorsanız, eğer düşünceniz buysa, o zaman asın bizi! Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz, ama şurada burada veya orada, arkanızda ve önünüzde, her yerde alevler yükselecek. Bu gizli bir ateştir. Bunu asla söndüremezsiniz”. Gerçekten de egemenler bu gizli ateşi asla söndüremedi. İşçi sınıfı o günlerde, kıvılcımını tutuşturduğu o gizli ateş sönmeden, dünyanın her köşesinde büyük bir yangına dönüştü. Zira geniş işçi yığınlarının sürüklendiği sefilce koşullar olabildiğince vahşiydi, acımasızdı. Kapital’de Marx, modern sanayinin doğuşuyla birlikte, ahlâkın ve doğanın, yaşın ve cinsiyetin, gecenin ve gündüzün bütün sınırları yıkıldı diyerek bu duruma dikkat çekmekteydi. Geldiğimiz aşamada küresel kapitalizm sürecinde sınıfsal boyutu olan mücadeleler eski gücünü kaybetmişse de, “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü,” her zaman 1886’larda ki direniş ruhunu bir parça içinde barındırmış, kaybetmemiştir. Zira hegemonik devletlerin öncülük ettiği ekonomik kalkınma modelleri ile birlikte yoksulluk, işsizlik ve sömürü koşulları da devam etmiştir.
1980’lerden sonraki döneme tekabül eden bu değişimler, 1990’larda ve 2000’lerde yeni boyutlar kazanmış ve özellikle 1945’ten sonra emek ile sermaye arasında oluşan denge rejimi ortadan kalkmış üretim faaliyeti, sermaye tarafından tek taraflı olarak yeniden şekillendirilmiş ve tamamen kuralsızlık üzerine inşa edilmiştir. Böylece sadece üretim sürecinin kurallarını sermayenin belirlediği bir döneme girilmiştir. Nitekim kapitalist modernite güçlerinin saldırıları öylesine boyutlandı ki, işçi sınıfı büyük bedeller ödeyerek elde ettiği tarihsel kazanımlarının çoğunu yitirmekle kalmadı, 1800’lü yılların çalışma ve yaşam koşullarına adeta geri döndü. Bunun en doğrudan, en çıplak hali iş saatlerinin alabildiğine uzatılması, ücretlerin düşürülmesi ve yaşam koşullarının kötüleşmesidir. Geldiğimiz evrede pek çok ülkede işçi kitlelerinin çalışma ve yaşam koşulları Engels’in İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu adlı eserinde betimlediği manzaralardan pek de farklı değil artık.
Bu bakımdan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün, hem kapitalizme ve egemen devletlerin politikalarına karşı hemde işçi sınıfının kazanılmış haklarının korunması, toplumsal görünürlük kazanması, açısından 1800’ler kadar önem kazanmıştır. Bununla birlikte dünyanın pek çok yerinde 100 yılı aşkın bir süredir geniş kitleler tarafından uluslararası işçi günü, emek bayramı, dayanışma günü olarak kutlanan 1 Mayıs, günümüzde de otoriter devletlerin engellerine takılmakta örneğin, Türkiye’de kesintisiz bir gerilim, yasaklama, baskı ve şiddet sarmalında karşılanmaktadır. Faşizm koşullarında milyonların gıda, barınma, yakıt, elektrik ve ulaşım gibi temel yaşamsal ihtiyaçlarını bile karşılayamadığı, zülüm ve sefaletle yüz yüze kaldığı günümüz Türkiye’sinde 1 Mayıs, sadece işçilerin değil tüm toplumsal dinamiklerin faşizm karşısında tek cephede buluşmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu bakımdan halkın geniş kesimlerinin neoliberal çöküntü ve faşist baskılar karşısında geliştirdiği direniş eğilimlerini, iktidarın Kürt soykırımı ve savaş politikalarına karşı direnişi de kapsayacak şekilde ilerleten bir birleşik direniş çizgisi yaratmak temel bir görev halini almıştır.
Nitekim Kürt sorunu gibi diğer tüm toplumsal sorunları da şiddet ve savaş politikalarıyla çözme ısrarı Türkiye’yi uçuruma, krize, açlık ve yoksulluğa sürüklerken, kayyumlar, irade gaspları, siyasi darbeler emeğe saldırıya dönüşmüştür. Toplumu acımasız zülüm çarklarında ezen iktidar güçleri, pandeminin, kirli savaşın ve ekonomik krizin tüm yükünü de yoksul halkın sırtına yüklemiştir. İlkesiz neoliberal politikalarla tarımı bitirme noktasına getiren, ülkeyi uluslararası tekellerin talan politikalarına terk eden iktidara karşı elbette halk, büyük bir itiraz ve isyan içindedir. Örneğin 2022 yılı işçi sınıfının grev dalgasıyla başlamış, aralık ayından beri 120 fabrika ve işyerinde grevler yapılmıştır.
Sonuç olarak; 1 Mayıs’ı siyasal içeriğinden, ideolojik özünden ve direniş ruhundan koparmaya çalışan, sıradan bir bayram rutinine düşürmek isteyen yaklaşımların bilincinde olarak, iktidarın sokağı sınırlama çabalarına karşı, 1 Mayıs’ın direnişçi ruhuyla sokakları faşizm karşıtı direniş kalelerine dönüştürmek hayati bir önem kazanmış durumdadır. Hakikat şu ki; milyonların kelimenin gerçek anlamıyla açlık derecesinde yoksullaşmayla karşı karşıya olduğu koşullarda hayatta kalma mücadelesi işçi sınıfının geniş kesimleri kadar Kürt halkına karşı yürütülen savaşın sonuçlarının yansıdığı tüm kesimleri de kapsamasıyla başarıya ulaşabilir. Kuşkusuz bu 1 Mayıs’ta da işçi kitleleri kadar her türlü sömürüye maruz kalan milyonlarca insan tüm dünyada meydanları dolduracaklar. Bir kez daha 1886’da yakılan ateşi büyütmeye çalışacaklar. Ta ki kapitalizm, sömürü ve zülüm son bulana dek!