Kürdistan’ı savunmak
Sara AKTAŞ yazdı —
- Türklük Sözleşmesinin yenilmesinin yolu bugün Gare’de Zap’da Şengal’de süren soykırım saldırılarına karşı toplumun çoğunluğunun sesini yükseltmesiyle, Türkiye’de devlet aklının topluma hükmetmesine son verilmesiyle mümkündür.
1925’te Şark Islahat Planı’nı hazırlarken Ankara; “vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana, hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır. Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder. Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra ve tedricen öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır” diyerek aslında Türk devlet aklının nasıl işlediğini en çıplak haliyle ortaya seriyordu. Nitekim çok geçmeden Mayıs 1937’de toplanan Bakanlar Kurulu aldığı kararla Dersim Tertelesi’nin resmi başlangıcını belirlemiş ve Türk devleti katliam listesine en vahşi katliamlardan birini daha eklemiş oldu.
Kuşkusuz Dersim meselesi sadece uluslaşma sürecinin, dolayısıyla Cumhuriyet döneminin sorunu değildi. Çok daha uzun bir geçmişe dayanan Osmanlı’nın “Eşiktekini eşikte beşiktekini beşikte katlet” zihniyetinin Cumhuriyet devletinin kuruluş felsefesiyle, tek ırka dayalı ulus-devlet anlayışıyla bütünleşmesinin bir sonucuydu. Dersimliler Ankara’nın gözünde etnik ve dinsel olarak hem Kürt hem Kızılbaş hem de Cumhuriyet’in hızlı modernleşme projesine uyum sağlayamayacak kadar “vahşi”, “ilkel” ve “çıban başı”ydılar. Tıpkı Osmanlı Ermenilerinin 1915-1917 yılları arasında gördüğü zülüm üzerinden bir asır geçmesine rağmen hala Ermenilerin katlinin vacip görülmesi gibi. Nitekim aradan geçen yüz yıla yakın zamanda, Türkiye’de devlet politikası hemen hemen hiç değişmedi. Türk devlet aklı Osmanlı devlet aklının katliamcı ve soykırımcı politikalarını sistemli biçimde sürdürmüş günümüze kadar sistematik biçimde suç işlemeye devam etmiştir. Bugün Şengal’de, Zap’da, Gare’de kullandığı kimyasal silahlar ve saldırılar aynı aklın sistematik bir devamından başka bir şey değildir.
Nihayetinde İttihatçılığın bir devamı olarak Kemalistler bu tür sorunları “habis ur”, “tümör” gibi tıbbi terimlerle ifade ederken şimdilerde bu dilin en iyi yorumcusu ise Tayyip Erdoğan ve iktidar ekibi olmaktadır. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan Türk inkarcı resmi söylemin tüm argümanlarına yer vermeyi “Ey Ermenistan” “Ey Kürtler” “Ey Ezidiler” diye başlayan hitaplarla inkar yada örtbas edeceğini düşünen zihniyetin en zirve halini temsil ediyor demek yanlış olmayacaktır. Nitekim aynı zihniyet geldiğimiz evrede hala soykırım politikasını kah açık kah sessiz bir inkarcılık biçiminde sürdürdüğü gibi yeni katliam ve soykırımları meşrulaştıran argümanlarını geliştirmeye devam etmektedir. Bu politikalara karşı gelişen itirazlar karşısındaki tutum da hala ya reddetme veya sıradanlaştırma, ya suçu mazlumların üzerine atma, kendini esas mazlum gösterme biçiminde manipülasyonlarla sürmektedir.
Bu güçlü inkarcılık içinde yoğrulmuş siyasal ve toplumsal yapı ise Türk devlet aklının bir “Türklük Sözleşmesi” biçiminde tüm topluma yayılmasına yol açmıştır. Bu bakımdan yapılan soykırımların inkarı Türkiye’de devlet ve millet bütünleşmesinin harcı, çimentosu yapılmıştır. Diğer taraftan bugün Türk devlet aklının inkarcılığı iniş ve çıkışları içinde süreklilik arz etmeye devam ederken, toplumun içinde Kürt halkının son elli yılda geliştirdiği direnişin büyük bir kırılma yarattığı da görülmelidir. Bu bakımdan Türklük Sözleşmesinin yenilmesinin yolu bugün Gare’de Zap’da Şengal’de süren soykırım saldırılarına karşı toplumun çoğunluğunun sesini yükseltmesiyle, Türkiye’de devlet aklının topluma hükmetmesine son verilmesiyle mümkündür.
Dolayısıyla geldiğimiz aşamada Kürt halkının varlıklarına vurulmak istenen zincirleri reddettiği ve bir direniş geleneği oluşturduğu, Kürdistan’ı savunmanın Kürt halkı açısından bir varlık yokluk sorunu haline geldiği açıktır. Bu bilinçle ve büyük bedeller ödeyerek Kürt halkı her alanda çok yönlü bir mücadele vermektedir. Ancak bu mücadele sadece Kürt halkının sorunu olmaktan çoktandır çıkmış durumda. Bu açıdan Türkiye toplumu açısından “Kürdistanı Savunmak” Tüklük Sözleşmesine karşı savaşmak anlamına gelmektedir. Dünya devrimci dinamikleri açısından “Kürdistanı Savunmak” faşizme karşı savaşmak, tıpkı Kobanê savunmasında olduğu gibi enternasyonal ve devrimci bir görev olmaktadır. Dolayısıyla karanlığın efendilerine karşı savaşmanın yolu Kürdistanı Savunmak’dan geçmektedir. Geçmişin karanlığıyla yüzleşmenin yolu Kürdistanı Savunmak’dan geçmektedir. İnsani değerleri korumanın yolu yine Kürdistanı Savunmak’dan geçmektedir.