Mülteciler değil cihatçılar tartışılmalı
Dosya Haberleri —
İHD Başkanı Eren Keskin, Türkiye'nin içinden geçtiği bu tarihsel ve güncel siyasi dinamiğe dair Yeni Özgür Politika’nın sorularını yanıtladı.
- Kemalistler hep cumhuriyeti bir kopuş, bir devrim olarak anlatırlar ama cumhuriyetin kuruluşu asla bir kopuş ve devrim değildir; aslında tamamen İttihatçı zihniyetin devamıdır. İttihatçı zihniyetten kendini kurtarabilen, resmi ideolojiyi sonuna kadar eleştirebilen bir muhalefet yok.
- CHP bugüne kadar “sen niye cihatçılara bizim paramızı veriyorsun? Benim işçime, emekçime vereceğim parayı sen niye cihatçı örgütlere veriyorsun?” diye sormuyor. Çok ilginç… Sendikalar da bugüne kadar iktidara demediler ki “Biz senin Kürt politikan nedeniyle açlık yaşıyoruz.” Neden bu soruyu sormuyorlar?
ERDOĞAN ALAYUMAT
Türkiye'de son dönemde Suriyeli mültecilere yönelik artan saldırılar ve ırkçı yaklaşımlar, ülkenin siyasi ve toplumsal dinamiklerini derinden etkilerken AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Beşar Esad yönetimiyle müzakere girişimlerini sıkça dillendiriyor. Bölgedeki jeopolitik denklemleri yeniden şekillendirme potansiyeline sahip olan bu durum aynı zamanda sınırın öte yanında yıllardır Türkiye devletinin maaşa bağladığı cihatçı çeteler tarafından hiç de hoş karşılanmıyor. Olası bir Erdoğan-Esad görüşmesinden rahatsız cihatçı çeteler sınırın öte yanında kendi öfkelerini sokağa yansıtırken, sınırın bu yanında ise Suriyelilere dönük ırkçı politikalar tırmandırılıyor.
Türkiye'nin içinden geçtiği bu tarihsel ve güncel siyasi dinamiğe dair Yeni Özgür Politika’nın sorularını yanıtlayan İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı Eren Keskin, Türkiye'de ırkçılığın tarihsel kökenlerine inerken, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e uzanan ittihatçı zihniyetin günümüzdeki yansımalarına değerlendiriyor. Bu konuda sadece iktidarın değil, muhalefetin de rolüne vurgu yapan Keskin, İttihatçı zihniyetin bir devamcısı rolüyle davranan CHP’nin sığınmacı politikalarını da sert bir dille eleştirerek ana muhalefetin tutumunun “AKP'den daha geri” olduğu tespitinde bulunuyor.
Cumhuriyet, az bırakılmış halklar ve Kürt katliamları üzerinden yeniden şekillenirken, ırkçılık ise sanki devletin DNA’sına işledi. Bugün yeniden ırkçılık, ülke gündeminin ilk sıralarına yerleşti. Neler söylemek istersiniz?
Osmanlı döneminde de Müslüman olmayanlara yönelik ayrımcı politikalar var ama esas olarak ırkçılığın bu kadar yaygın ortaya çıkması hatta yok edici politikalarla ortaya çıkması Cumhuriyet öncesinde İttihat Terakki Cemiyeti’nin Türk İslam projesi ile birlikte başlayan bir projedir. Ermeni ve diğer Hristiyan halklara yönelik soykırımı gerçekleştiren Türk-İslam sentezci bir İttihatçı zihniyet var. Bu devletin hukukunun temel yapıcısı olan Mahmut Esat Bozkurt diyor ki: “Burada yaşayan insanlar eğer Türk değilse tek görevleri vardır oda Türk’e hizmetçi olmak.” Bu devletin kuruluş kodlarını çok açık anlatan bir ifade.
Bu coğrafyadaki ırkçılığın temeline inersek İttihatçılıkla karşılarız. Kemalistler hep cumhuriyeti bir kopuş, bir devrim olarak anlatırlar ama cumhuriyetin kuruluşu asla bir kopuş ve devrim değildir; aslında tamamen İttihatçı zihniyetin devamıdır. Yani İttihatçı zihniyetin varlığı ne yazık ki bu coğrafyada -sağcı ve solcu istisnaları tabii ki ayırıyorum ama- kendine sağcıyım ya da solcuyum diyen bütün kesimlere sirayet etmiştir. En basiti bu coğrafyada insanlar Cumhuriyet okuyarak solcu olmaya başladılar. Temeline indiğinizde Cumhuriyet ırkçı bir gazete aslında. Adolf Hitler’i destekleyen bir kurucusu vardı. Her şey devlet kontrolünde gelişmiş…
İttihatçı zihniyetten kendini kurtarabilen, resmi ideolojiyi sonuna kadar eleştirebilen bir muhalefet yok. Evet, belli başlı bir muhalefet var, fakat bu da yüzde 15’i geçmiyor. O nedenle de ırkçılığın gelişmesi çok kolay bu coğrafyada. Çünkü Kürt, Ermeni düşmanlığı var. Bütün bu düşmanlıklar zaten hep var olsun istendi çünkü bu coğrafya korkutarak yönetilen bir yer.
Suriyeli mültecilere dönük ırkçı saldırıları nasıl yorumluyorsunuz? Bu konuda ana muhalefetin ve onun etrafında yedeklenen milliyetçi muhalefetin tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?
Zaten bir kere bu sığınmacılar meselesi bu coğrafyada gerçek anlamda hiçbir zaman tartışılmıyor. Söz konusu mülteciler olunca bütün devletlerin politikaları zaten çok sorunlu, ancak Türkiye Cumhuriyeti devletinin mülteci politikası ırkçı bir politika. Birleşmiş Milletler Mülteci Hakları Sözleşmesi’ne Türkiye çekince koymuş. “Ben sadece Avrupa’dan mülteci gelirse ona mültecilik statüsü veririm.” Peki Avrupa’dan kim gelir Türkiye’ye? Türkiye’ye gelenler Afrika ülkeleri, Ortadoğu ülkelerinden geliyor; yani savaş ve kriz bölgelerinden. Türkiye sözleşmeye çekince koyduğu için de bu insanlara mülteci statüsü vermiyor. Ve buraya sığınan insanlar da statüsüz bir şekilde her türlü ırkçı saldırıya açık bir şekilde yaşamak zorunda bırakılıyor.
Söz konusu sığınmacılar olunca bence CHP’nin Zafer Partisi’nden hiçbir farkı yok. Esasen CHP zaten bu coğrafyada İttihatçılığı esas temsil eden partidir. CHP’nin bundan iki yıl önce her yere astığı afişi vardı. Afişte “Sınır namustur” yazıyordu. O kadar korkunç bir anlamı var ki! Öncelikle 'namus' kadının bedeni üzerinden geliştirilen bir kavramdır. Bu yönüyle kadın hareketinin tamamen karşı olduğu bir kavramdır. İkincisi, insan hakları savunucuları olarak biz zaten sınırların olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Yani bir insan nerede yaşamak istiyorsa orada yaşamalı. Dolayısıyla sosyal-demokrat bir partinin tutup da bu kadar korkunç bir kavramı savunması çok sorunlu.
CHP şunu söylemiyor, “Sığınmacılar neden burada? Çünkü benim devletim orada.” Türkiye Cumhuriyeti devleti, Suriye’de işgalci konumunda varlığını sürdürdüğü için ve o savaşın bir tarafı olduğu için o savaştan kaçan insanlar bu coğrafyaya geliyorlar. Siz eğer Türkiye’nin Suriye’deki konumunu tartışmadan, orada cihatçı örgütlerin nasıl beslendiğini tartışmadan sadece “Sığınmacılar neden burada?” sorusunu sorarsanız bu çok anlamsız olur. CHP’nin bu anlamda söylemleri AKP’den daha geri. AKP en azından söylem düzeyinde de olsa “Ben onlara insan olarak bakıyorum” diyebiliyor. Ancak CHP “Geri gitsinler” demekten öteye gidemiyor.
CHP’nin mülteciler konusunda işaret ettiğiniz bu tutumu ile Kürt sorununa ve genel olarak Suriye’deki savaş politikalarına yaklaşımı arasında bir paralellik olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, aslında sığınmacılara yaklaşımları Kürt meselesine yaklaşımlarına benziyor. Mesela Kürt sorununun çözümünde kısa bir dönem çözüm süreci oldu. Kurdistan’da insanların yüzleri ilk defa biraz güldü. Süreç kısa sürdü ama herkeste bir nebze mutluluk vardı. Ancak ana muhalefet partisi olan CHP, AKP’yi eleştirirken “Niye çözemedin bu meseleyi?” diyeceğine “Neden terör örgütüyle oturdun?” diyebiliyor. Meseleyi çok geri bir noktadan eleştiriyor.
CHP’nin Suriye politikası da bundan farklı değil. Suriye meselesinde hiçbir şekilde Kürt sorununun barışçıl çözümünü gündeme getirmiyor. Bir yandan “Esad ile görüşün” diyor, ama oradaki Kürtleri hesaba katmıyor. Zaten her konuşmalarında oradaki Kürt varlığının ne kadar rahatsız edici olduğunu dile getirip duruyorlar. Bizim temel sorunumuz bu. Omuz omuza mücadele edeceğimiz bir ana muhalefet yok bu ülkede. Ana muhalefet temel konularda iktidardan farksız hatta bazı konularda iktidardan daha geri bir yerde duruyor. Irkçılığın bugün gelişmesinde devletin politikaları çok etkili ama kendini muhalefet olarak tanımlayanların rolü de var. Örneğin CHP’nin üzerinde Zafer Partisi'nin çok büyük bir etkisi var. Sadece mülteci nefreti üzerinden bile Zafer Partisi gençler içinde çok fazla güçleniyor. Irkçılık ve nefret üreten anlayışların muhalefet cephesinde daha yoğun sorgulanması gerekiyor.
Suriye politikasını revize etme adımlarının devletin her kademesinde, uluslararası diplomatik temaslarda da sıkça dile getirilmeye başlandığı bu sürecin ne yöne evrileceğini öngörüyorsunuz? Olası bir Erdoğan-Esad görüşmesinde Türkiye’de yaşayan milyonlarca Suriyeli mülteciyi ne bekliyor?
Şöyle bir süreçten çok korkuyorum… Birincisi; Türkiye, Suriye ile müzakereyi artık yapmak istiyor, çünkü uyguladığı yanlış politika ayağına dolandı. Türkiye, Suriye ile görüşmeye başladığı an oradaki cihatçı örgütler eylemlere başlayabilir. Bu tarz eylemler ırkçılığı daha çok körükleyebilir. CHP bugüne kadar asgari ücretin düşüklüğü karşısında bu soruyu sormuyor: Sen niye cihatçılara bizim paramızı veriyorsun? Benim işçime, emekçime vereceğim parayı sen niye cihatçı örgütlere veriyorsun? Sormuyor. Sendikalar da bunu söylemiyor. Çok ilginç… Sendikalar bugüne kadar iktidara demediler ki ‘Biz senin Kürt politikan nedeniyle açlık yaşıyoruz.’ Neden bu soruyu sormuyorlar? Senin uyguladığın savaş politikaları yüzünden işçiler, emekçiler aç diye neden söylemiyorlar? Bunu söyleyen biziz, bizi de tırnak içinde terörist olarak görüyor, biz hep suçluyuz, hep cezaevine girmek zorundayız, hepimiz adli kontrollüyüz. Gerçek anlamda bu sorunu dile getirenler olarak esir bir şekilde yaşıyoruz bu coğrafyada.
Sığınmacılar diyorlar… Sığınmacı değil ki senin meselen. Onlar bir şekilde ekonomiye katkı da sunuyorlar. Beğenmediği bütün işlere mülteci işçilere yaptırıyorlar, sigortasız çalıştırıyorlar. Suriye’de binlerce insan var, illegal kaymakamlıklar var, cezaevleri var Türkiye’nin kurduğu. Türkiye orada adeta küçük bir devlet kurdu, adeta mini Türk devleti kuruldu orada. Senin paranın çok büyük bir bölümü oraya gittiği için senin insanların aç kalıyor. Savaş politikaları nedeniyle Türkiye işçi sınıfı aç. Ama işçi sınıfı dahil bunu kimse dile getirmiyor.
En son Türk milli takımında oynayan bir oyuncu attığı golden sonra ‘Bozkurt işareti’ yaptı. 1990’lı tanığı olarak bu işaret sizin için neyi ifade ediyor?
Bizim için Bozkurt işaret kontra cinayetlerde katledilen insanlarımız, gözaltında kaybedilen insanlarımız anlamına geliyor; yakılan köyler anlamına geliyor. Biz 1990’larda bütün hak ihlallerine İHD olarak ulaşmaya çalıştık, her suikast, cinayet, gözaltında kayıp olayında bizim önümüze çıkan her kimse, askerler dahil, Bozkurt işareti yapıyorlardı. Bizim gözümüzün önünde, Siirt’te bir kadın gerilla askeri araca bağlanarak yerlerde sürüklenerek götürülüyordu; onu sürükleyen araçtaki askerleri hatırlıyorum, o görüntüyü hiç unutmam ben, hepsi kurt işareti yapıyorlardı. Kurt işareti ırkçılığın, ama esas Kürt düşmanlığının bir simgesidir.
Türklüğün işareti falan diyorlar. Bunlar korkulardan söylenen şeyler. Çünkü korkuyor insanlar. Korkmakta da haklılar. Bu kadar cinayeti işleyip hala iktidar ortağı kalabilmek, hala bu cinayetin üstünü örten mahkemelerin bulunması… Bu korkutuyor insanları. Korkmayanlarda deli cesareti var. Ben şaşırdım kaldım, hiç ummadığım insanlar televizyon programlarına çıkıp o kadar da büyütmemek lazım, genç bir insan heyecanla yapmış, Türklüğün işareti anlamına geliyor dediler. Nerede Türklüğün işareti? Yalan bu yani.
Türkiye’de 1965’li yıllardan günümüze kadar yapılan her suçun altında bir imza olarak bu işaret var. Çorum, Maraş, Sivas ve Gazi mahallesinde yaşanan katliamları yapanlar bu işaretleri göstererek bu katliamlara imza attı. Yine 1990’lı yıllarda yaşanan faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar, köy yakma olaylarını yapanlar işledikleri suçların altına bu işareti imza olarak bıraktılar. Şimdi Türkiye halkının ortak değeriymiş gibi karşımıza çıkarılan bu işaretle ilgili kendi tanıklıklarınızı katarak neler söylemek istersiniz?
1994’te bir cezaevi katliamı oldu Diyarbakır’da. Biz avukat Osman Ergin ile birlikte oradaki arkadaşlarımızla bir heyet oluşturarak cezaevine gittik ve orada 11 insan demir çubuklarla parçalanarak öldürüldüler. Çok korkunç bir katliamdı. Biz o katliamla ilgili tespitlerimizi yaptık, ailelerle görüştük, Diyarbakır’dan döneceğiz… Osman Ergin ile bir taksiye bindik, bizim bulunduğumuz araca beyaz bir minibüsten ateş açıldı. Orada herkes çok alışık olduğu için şoför bize hemen ‘İsabet aldık, yatın’ dedi. Ama biz heyecanla kapıları açıp dışarı fırladık. Çünkü insan o anda gerçekten ne yapacağını şaşırıyor. Aslında tam tersine ölebilirdik, ama bence amaçları öldürmekten ziyade korkutmaktı. İsteselerdi orada çok rahat öldürebilirlerdi bizi. Kafamı kaldırıp aracın içindekilere baktım; bize kurt işareti yapıyorlardı, alaylı alaylı gülüyorlardı, bak biz istersek anında yaparız bu işi gibilerinden… Şu anda benim aklıma o işaret gelince bu görüntü geliyor…
Yine Vedat abinin cenazesini hatırlıyorum. Vedat Aydın’ın cenazesinde askerler yapıyordu kurt işaretini. Orada çok sayıda insan öldürüldü. Kurt işareti bizim için gerçekten ırkçılık ve faşizmin simgesi. Kurt işareti Ogün Samast benim için, kurt işareti Deniz Poyraz’ın katili, kurt işareti Sivas Katliamı’nı, Maraş Katliamı’nı yapanlar… Kurt işareti bu anlama geliyor bizler için. Bunu masumlaştırma çabası da aslında onun işlediği suçlara ortak olmak demek.
Bu sürecin gerçekten daha karanlık bir hale gelme ihtimalinden endişeliyim. Çünkü bu kadar kolay cinayet işleyebilen ve bunun üstünün örtüldüğünü çok iyi bilen yapı cinayetlerine devam ederse bu coğrafyada gerçekten artık hiçbir şeyin düzelmesi mümkün değil. Bizim insanlarımıza yönelik cinayetleri aydınlatmıyorlar, onu zaten biz biliyoruz. Ama Sinan Ateş cinayetinde bu yapının çok net bir şekilde ortaya çıkarılıp teşhir edilmesi ve yargılanması gerekiyor. Burada iktidara büyük görev düşüyor. Ama AKP maalesef ki bu cesarette değil.
Sinan Ateş cinayeti üzerine sosyal medyada yürüyen pek çok tartışma var. Bunlar biri de sizin de üzerine bir paylaşım yaptığınız ve Medyascope’da yayınlanan Rakel Dink ile Ayşe Ateş’i yan yana getiren bir yazı oldu. “Hrant Dink’i katleden İttihatçı devlet pratiğiydi. Sinan Ateş ise faşistler arası iktidar kavgasında öldürüldü’’ notunu düştüğünüz paylaşımınızı okurlarımız için biraz açar mısınız?
İnsanların bence kafaları karışık. O yazıyı yazan arkadaşı ben tanıyorum, çok iyi gazetecilik örnekleri vermiş insanlardan biridir. Ama o yazıyı çok yanlış algılayarak yazdığına inanıyorum. Ben acıların yarıştırılması noktasında durmadım hiçbir zaman. Eminim Sinan Ateş’in eşi de çok büyük acı yaşıyor ve cesur davranıyor… Ama Sinan Ateş ve arkadaşlarının savunduğu zihniyet tarafından bizim insanlarımız katledildi. Örneğin, Rakel Dink’in eşi Hrant Dink katledildiğinde eminim Sinan Ateş buna fikri düzeyde destek veren bir insandı, Ülkü Ocakları zihniyeti içindeki bir insandı. O nedenle arada çok büyük bir fark var. Biz acısı tarihe dayalı, tarihten bu yana acı çekenleriz. Kürtler, Ermeniler, bu coğrafyada resmi ideolojiyi gören tüm kesimler olarak bizim acılarımız tarihi acılar. Ama Sinan Ateş’in eşinin acısı yeni bir acı, o tarihsel büyük acıların farkına yeni vardı. Bunu da kendisi söylüyor, bunu söylemesi de önemli bir şey elbette, ama arada çok büyük bir fark var.
* * *
Çok tehdit alıyorum
İnsan hakkı savunucusu olarak her dönem tehditlerin hedefi oldunuz. Son dönem de sanal medya hesaplarınız üzerinden yaptığınız eleştirilerden kaynaklı tehdit aldınız mı?
Çok tehdit alıyorum. O nedenle zaten hiçbir zaman kısıtlama getirmem, ama uzun bir süredir tweetlerime kısıtlama getiriyorum. Ben artık her sabah sarı torba fotoğrafıyla uyanmak istemiyorum. Bu insanda kötü bir etki yaratıyor. Bunu o kadar özgürce yapıyorlar ki… Geçen gün Orhun Haber diye bir hesap yine liste yayınlamış. Kendilerinin karşıtı olanlar listesi… O listedekilerin birçoğuyla çok farklı insanlarız ama benim de ismimi koymuşlar. Bu insanların ne zaman ne yapacağı belli değil ki. Hiçbir şekilde senin bunlara karşı bir korunma mekanizman yok.
Ama ben bunu ilk kez yaşamıyorum. 1990’lar’da da çok tehdit alıyordum, iki kere silahlı saldırı yaşadık. Eskiden suç duyurusu yapıyordum, ondan da vazgeçtim. Şu son dönemde 1000 tane falan tehdit almışımdır, hangi birine suç duyurusu yapayım? Kendi işimi yapmaya zaman bulamam her tehdide suç duyurusu yapsam. Buna zamanım yok. Bana soruyorlar: ‘Nasıl yaşıyorsun?’ Ben bazen tweet atıyorum, ‘Ne olur sil bunu’ diye beni arkadaşlarım arıyor. Ben silmiyorum, çünkü görüşlerimi her zaman açık söylemekten yana bir insanım. Ama tabii ki tedirgin yaşıyorsun… Çünkü biliyorsun, başına her an bir şey gelebilir.