Siyasi darbe
Mihraç URAL yazdı —
- Erdoğan’ın zamanla sürdürdüğü zalim politikalar, yerleştirmeyi umduğu rejiminin meşruiyetini de yitirdi. Artık bu rejimin insanlık dışı, adalet ve hukuk dışı bir rejim olduğu tüm yönleriyle açığa çıktı. Bu da doğal olarak toplumsal kaygıları gündeme getirmiş oldu.
Türkiye siyasal açıdan kaynamaya başladı. Son bir haftadır tutumlar belirginleşmeye ve sertleşmeye yöneldi. Olanlar 19 Mart 2025 tarihli Ekrem İmamoğlu’na yönelik yapılan sorgulama ve sonuçta tutuklanmasına uzanan süreçte anlam buldu. Bu anlam Cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili yarış çerçevesinde düğümlendi. Erdoğan, karşısında rakip gördüğü güçlü adayı tutuklatana kadar kovalamaya başladı. Bu kovalama öyle bir boyut aldı ki adaletin ve hukukun tüm verileri ayaklar altına alınarak yapıldı. Böylesine anlamsız girişimler siyasi bir darbe haline getirildi ve olay öylesine boyutlandı ki geri adım atacak olan her kimse yenilgiyi de sırtlayacak duruma düştü.
İmamoğlu’nun başarılı seçim hazırlığına karşı içinde her türlü oyunun döndüğü, her türlü kalpazanların yer aldığı uzun zaman içinde hazırlanan komplo tezleriyle dava açıldı. İmamoğlu’nun diploması hedeflendi; prosedüre uygun olan diploma sanki yeni alınmış bir sahte belge olarak iptaline yöneldi. Ardından hiçbir haklı yanı olmayan, hukuk bağlamında yeri olmayan “duydum, öyle söylendi” gibi söylemlerle ihalelere şüphe konuldu. Bunun üzerinde davalar açıldı. Bu durum sadece İmamoğlu’na değil, onunla birlikte onlarca belediye başkanına ve yardımcılarına alelacele davalar açılarak tutuklanmalarına kadar devam etti. Bu tutuklamalar Erdoğan rejiminin çılgınlığı ve pervasızlığını yansıtıyordu.
Erdoğan rejimi, Cumhuriyeti ve kurumlarını tam anlamıyla yıktı denmese de epey derinden sarstı. Ancak kendi rejimini klurabilme şansına da sahip olamadı; buna yetecek ne gücü ne de olanakları vardı. Zaman içinde Cumhuriyeti yıkma denemeleri sürekli gündemdeydi, buna son olarak 19 Mart siyasi darbesi de dahil olmak üzere yeni girişmeleri sürüyordu. Bu günlerde Türkiye’nin çekmekte olduğu acılı günler ve siyasi darbeler bu rejimin kendisiydi.
Erdoğan’ın zamanla sürdürdüğü zalim politikalar yerleştirmeyi umduğu rejiminin meşruiyetini de yitirdi. Artık bu rejimin insanlık dışı, adalet ve hukuk dışı bir rejim olduğu tüm yönleriyle açığa çıktı. Bu da doğal olarak toplumsal kaygıları gündeme getirmiş oldu. Bu durumda direniş, toplumsal tepki olarak güncelleşmeye, meydanları doldurmaya, geceler ve günler boyunca yaygınlaşarak birçok ilde kendini göstermeye başladı. Bu durum Türkiye’nin yeni yönelimi olarak belirirken geri adım atacak olanın yenilgisini de getirecektir. Artık geri adım kalmadı, tüm adımlar ileri doğru atıldı ve bunun sonuçlarını ağır gündemde belirmeye başladı. İmamoğlu ile birlikte 48 şahsiyet tutuklandı. Bunlara ek olarak 55 foto muhabiri ve 300’ü göstericilerden olmak üzere yaşanan gözaltılar Erdoğan rejiminin tepkisinin nereye kadar uzandığını da göstermiş oldu.
Türkiye uzun zamandır toparlanma hamleleri içinde muhalefetin bir araya gelişine zemin hazırlıyordu. Kürtler muhalif kanadın en aktif aktörleriydi. Kürtlerin yer alacağı muhalefet, güçlü ve sarsılmaz bir muhalefet olacaktır. Bu nedenle Kürtlerin dile getirdiği “Kent Uzlaşısı” özellikle belediye seçimlerinde etkin bir rol oynuyordu. İstanbul gibi illerde çok daha önemli olan bu tez, CHP başta olmak üzere DEM’de ortak aday belirlemesine yol açtı. Böylelikle Erdoğan rejimi İstanbul’da yıkım üzerine yıkım, sarsıntı üzerine sarsıntı yaşamıştı. Bu durumda Erdoğan “Kent Uzlaşısı” tezlerine “örgüt yapısı” ayarı vererek, bu oluşumlara terör örgütü faaliyeti iddiasıyla dava açmasına yol açmış oldu. Oysa normal bir seçim ittifakı, normal bir demokrasi bileşkesi olan bu tezleri tüm dünya seçim ittifakı olarak ele alıyordu. Erdoğan rejimi ise, bu günlerde yargılamaya başladığı belediye başkanları ve yardımcılarını “terör” örgütü kurucuları olarak yansıtmaya başladı.
Son seçimlerde CHP birinci parti olarak çıktı. Bu çıkış Türkiye siyasal gündemini de belirlemeye başladı. O gün bugündür Erdoğan’ın siyasal gündemini belirleyen sertlik, kaba, adaletsiz ve hukuksuzlukla müptela halleri her geçen gün daha da pervasızlaştı. Buna ekonomide içine düştüğü açmaz ve dış politikada yuvarlandığı çıkmazlar, Türkiye’nin amansız hallerine yol açtı. CHP birinci parti olarak istenilen ölçekte muhalefeti yürütebilecek durumda değildi. Buna rağmen CHP, Kürt politikasında düzenli değişimlerle ilerlemeyi, Kürtlerle sağlıklı bağlar oluşturmayı geliştirdi, istenilen ölçekte olmasa da. Bu süreç Erdoğan rejiminin dikkatinden kaçmamakta ve bu gelişmelere karşı önlemler alma, rastgele davalar açma hazırlıklarını hızlandırmaktaydı.
Tam bu zamanda Başkan Öcalan’ın 27 Şubat 2025 tarihli ünlü açıklaması gündeme geldi. Başkan Öcalan haklı ve meşru tezleriyle açılım yapmış ve devlete, yani Erdoğan rejimine “Ben istenilen açıklamayı yaptım, sıra sizde. Demokrasi hamlesinin yeni atılımlarını göstereceksiniz” diyerek topu onların sahasına indirmiş oldu. Erdoğan rejimi, her zaman olduğu gibi oyun üzerine oyun sergiliyordu. Başkan Öcalan’ın attığı adıma uygun davranmak yerine hiçbir şey olmamış gibi, tutuklamalar, belediyelere kayyum atamalar devam etti. Başkan Öcalan, 21 Mart Newroz bayramı dolayısıyla yayınlaması beklenen mesajını yayınlamayarak tepkisini gösterdi. Halen bu tutumunu sürdürmeye devam etmektedir.
Erdoğan rejimi, böylesine zalim, böylesine böylesine adil olmayan, hukuk dışı yaptırımlarıyla meşruiyetini yitirmiştir. Toplum muhalefeti ve öfkesi bu noktada patlak verdi. Süreç artık tahammülü olmayan yere gelip dayanmıştı, öfke böylece patlak vermiş oldu. Bu öfke belirgin halde Türkiye’de yansımaya, yaygınlaşmaya başladı; demokrasi güçleri Avrupa, Amerika’da dahil tüm dünya bu haksız uygulamalara tepkisini gösterdi.
Sonuçta Türkiye geri dönülmez bir çatışma içine sürüklendi. Bu çatışma, haksızlığı ilke edinmiş olan Erdoğan rejimi ile demokrasi arayışı içinde on yıllarını tüketen, ama bu kez kararlıca toplanıp örgütlenen güçler arasında sürmektedir. Zindanları dayatmaya karşı onu medrese sayanlar, zulme karşı direnişe tercih edinenler galibiyetlerini tüm zorluklara karşın ilan edeceklerdir. Bu konularda geri adım atmama kararlılığı içinde direnenler tarihe adlarını yazdıracaklardır.