Sömürgeci, soykırımcı darbeye hayır!
Dosya Haberleri —
- 31 Mart seçimlerini değerlendiren Cengiz Çiçek, Kurdistan’da ortaya çıkan seçim sonuçlarının sömürgeci ve soykırımcı kayyum darbesine net bir cevap olduğunu belirterek “Kürtler, Türkiye'de AKP faşizminin geriletilmesi, çözülüş ve çöküşünü sağlamak için gerçek anlamda iradesini ortaya koydu. Türkiye halklarını ve demokrasi güçlerini bu iradeye davet etti” dedi.
MIHEME PORGEBOL
Türkiye ve Kuzey Kurdistan’da önümüzdeki dönemin belediye yönetimlerini belirleyecek olan 31 Mart seçimlerinin ardından ortaya çıkan tablo birçok kesim için şaşırtıcı, hatta sürpriz oldu. Son 22 yılın iktidarı AKP, Türkiye genelinde ikinci parti olurken CHP yaklaşık yarım asır sonra Türkiye’de birinci parti konumuna geldi. Kürt halkı ise DEM Parti çatısı altında, Kuzey Kurdistan’da aldığı çok sayıda belediyeyle kayyum ve işgal politikalarına net cevap verdi. DEM Parti İstanbul milletvekili ve aynı zamanda Halkların Demokratik Kongresi Eşsözcüsü Cengiz Çiçek, seçim sonuçlarını gazetemize değerlendirdi.
31 Mart seçimlerinde uzun zamandır alışık olmadığımız bir harita çıktı ortaya. Siz bu sonuçları Kurdistan özelinde nasıl okuyorsunuz?
Haritayı aslında bir kırılmanın işareti olarak okumak gerek. Soylu'nun kayyum siyasetinin bir dönem sonra Kürt halkının iradesini kıracağını ve aslında bir yönüyle Kurdistan’ın beyler, yani vali ve kaymakamlar eliyle yönetileceğine dair bir açıklaması vardı. En azından böyle bir inançları vardı. Aslında bu seçim sonucuyla Kurdistan halkının birer sömürge valisi gibi çalışan kayyumlara “dur” dediğini gördük. Kurdistan halkı önceki dönemlerde yapılan bütün sömürgeci uygulamalara karşı gerçek anlamda iradesini ortaya koymuştur. Halk aslında Kürt meselesi ve Kurdistan bağlamında, 70’li yılların başında “Kurdistan bir sömürgedir” teziyle sömürgeciliğe karşı Sayın Öcalan öncülüğünde başlatılan mücadeleye sahip çıktığını göstermiştir. 2024 yılında, Van özelinde ortaya çıkan serhıldan fotoğrafıyla bir kez daha Sayın Öcalan'ın fikirlerinin ve önderliğini ettiği mücadelenin izinde yürüdüğünü göstermiştir. Özellikle Van’da ortaya çıkan yalın gerçek şuydu; halk, artık sömürge valilerine, sömürge uygulamalarına ve sömürge valileri eliyle yapılan irade gaspına, darbeci mantığa ve Kürt halkının onurunu kırmaya, onları statüsüz bırakmaya çalışan zihniyetlere rıza göstermeyeceğini haykırdı.
Peki bu haritayı cumhuriyetin ikinci yüzyılı bağlamında Türkiye açısından değerlendirecek olursanız neler söylersiniz?
Aslında ikinci yüzyıla girerken Türkiye'deki demokrasi ve özgürlük mücadelesinin Kurdistan'da her türlü zorlu koşulda ayakta durabilen halk iradesini görmesi ve bununla buluşmanın yollarını araması gerekiyor. Haritaya baktığımızda özellikle batıda CHP belediyelerinin artması demokrasi ve özgürlük güçlerini yanıltmamalı. Aslında Özgür Özel’in de ifade ettiği gibi CHP’ye giden oylar emanet oylardır. Özgür Özel de “bu emanetin farkındayız” dedi. Sonuç itibariyle AKP’nin bu kadar yoğun bir şekilde belediye kaybetmesinin altında yatan temel gerekçelerden birinin de ekonomik kriz ve derinleşerek yaygınlaşan yoksulluk olduğunu biliyoruz. Yine AKP’nin Filistin’e dair iki yüzlü politikasının dindar kesim tarafından mahkûm edildiğini, Yeniden Refah Partisinin yükselişinde görmek mümkün. Yani birçok şey söylenebilir ama AKP’nin gerçekten toplumu kuşatan yalan, manipülasyon ve özel savaş politikaları toplum tarafından teşhir edildi. Toplum, AKP’nin gerçek yüzünü daha çok görmeye başlıyor. Bütün yaşam alanları kuşatıldıkça halk, AKP dışında yeni formüller arıyor. Dolayısıyla haritada görünen CHP’nin yükselişi CHP’lilerin de şaşırdığı bir durum olabilir. Seçimde ortaya çıkan haritayı, AKP-MHP iktidarından duyulan hoşnutsuzluğun boyutu olarak da görebiliriz. Bu açıdan yerel seçimde ortaya çıkan dengeyi yeni dönem açısından iyi okumamız gerekiyor.
31 Mart’tan çıkan sonuçlardan partilere dair kesin bir okuma yapılamaz mı öyleyse?
Özellikle sistem partilerinin tek başına bu seçim sonuçlarından çıkan oranları kemikleşmiş seçmen kitlesi olarak görmesi yanıltıcı olur. Kesinleşen tek şey Türkiye ve Kurdistan’da AKP’nin talan siyasetine ve sömürgeci politikalarına karşı halkın tavrı oldu. AKP’nin antidemokratik uygulamalarına karşı toplumun yeni yol ve mücadele arayışları gelişiyor. Aslında şöyle özetlemek mümkün: Kurdistan'da Kobanê ruhu, Türkiye'de de Gezi ruhu canlanıyor. Tabloya bir bütün olarak baktığımızda AKP’nin özellikle İç Anadolu’ya sıkışması, batıda CHP’nin ve Kurdistan’da DEM Parti’nin yükselişi, Kobanê ve Gezi direnişlerinin ortak mücadele hattını yeni dönemde aramamız gerektiğini söylüyor. Sonuçta Gezi isyanı AKP’nin kuşatıcı siyasetine karşı bir toplumsal patlama; Kobanê serhıldanı da Kürt soykırımcılığına karşı bir isyandı. Özelde de AKP iktidarının politikalarına ve topluma dayattığı ideolojisine yönelik Türkiye ve Kürdistan halklarının tavrıydı. AKP, Gezi isyanını Türkiye demokrasi güçlerinin devrimci bir çıkışı olmaktan çıkarıp onu bir yenilgi başlığı haline getirmeye çalıştı. Kobanê Direnişi özelinde de Kürt halkının Rojava öncülüğünde yürüttüğü büyük devrim mücadelesini, Kurdistan karşı devriminin başlığı haline getirmeye çalıştı, çalışıyor. Biz de Kurdistan devrimiyle Türkiye devriminin tekrardan buluşturulması gerektiğini ortaya koyan bir tabloyla karşı karşıyayız. Yeni dönemde stratejik olarak ele aldığımız ittifak politikasının siyasal ve toplumsal çeperini seçim haritası bağlamında tekrardan güncellemek ve güçlendirmek de önemli ev ödevlerimizden biri olarak görülüyor.
AKP-MHP iktidarı seçim öncesinde, büyük bir savaş hazırlığında olduğunu duyurdu. Abdulkadir Selvi bunu Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadelerine dayandırarak “bütün operasyonların anası” diye tanımladı. Seçim sonuçlarını bir de savaş politikalarındaki bu ısrar bağlamında değerlendirir misiniz?
Türkiye'de AKP-MHP iktidarının son yıllardaki bütün uygulamaları artık Türkiye'de savaş siyasetine, işgal siyasetine, Kürt halkı üzerinde yürütülen soykırım siyasetine dayanıyor. Ekonomik kriz başta olmak üzere karşı karşıya kaldığı çoklu kriz ortamında Batı’daki toplumsal rızasını da Kürt karşıtı politikalardan üretmeye çalışıyor, çalışacağı da olasılık dahilindedir. Mevcut kriz tablosu ve meşruiyetini kaybetmiş bir iktidar olarak savaş ve işgal politikalarına ne düzeyde başvurur ve sürdürür ayrı bir tartışma konusu. Ama AKP-MHP faşist iktidarının Kürt halkına yönelik politikalarına karşı Türkiyeli güçlerin, sadece sosyalist hareketlerin değil; AKP-MHP iktidarının politikalarından rahatsız, bu politikalar yüzünden mutsuz, artık yaşam alanları daraltılmış bütün toplumsal kesimlerin, bireylerin, aydınların, sanatçıların ve Türkiye’nin demokratik geleceğinden kaygı duyan herkesin itirazını ve sesini yükseltmesi gerekiyor. Şu gerçeği görmek gerek; AKP-MHP iktidarı kredisini Kürtlere yönelik savaş ve soykırım siyasetinden alıyor. Sermaye güçleri tarafından da uluslararası güçler tarafından da ayakta tutulmasının temel nedeni bu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yüz yıllık hikayesi de bunun örnekleriyle dolu. Kürde karşı savaşı yürüten bütün siyasetler hem ulusal hem uluslararası sermayeden kredi alıp kendi iktidarını bu krediyle ayakta tutmaya çalışıyor. Ama tarih, tersinden başka bir tecrübeyi de bize gösterdi. ‘Kürt meselesini çözemeyen çözülür’ tespiti tekrardan haklı çıktı. AKP-MHP iktidarı da aslında bu çözülme sürecini yaşıyor. Kürt meselesi demokratik çözüm zeminine kavuşturulmadığı için, Kürtlere ve Kürt Özgürlük Hareketine dönük Ortadoğu'ya yayılmış bu savaş, işgal ve soykırım siyaseti AKP’yi çöküş dönemine getiriyor. Yeni süreci AKP’nin çöküş döneminin tablosu olarak da okumak gerekiyor. Sonuç itibariyle ülkenin bütün kaynaklarının savaşa ayrıldığı bir durumdan bahsediyoruz. Kurdistan ve Türkiye coğrafyasının maden arama şirketleri eliyle talan edilmesi, ekolojik yıkımın, kültürel ve coğrafi yıkımın vardığı boyut, inanç alanının tarikatlar ve cemaatler eliyle yozlaştırılması… Bütün bunların temelinde AKP’nin kendi varlığını ayakta tutmak için başvurduğu Kürt karşıtlığı yatıyor.
Diğer yandan yıllardır herkesin gözlemlediği bir ırkçı yükseliş var Türkiye’de ancak MHP ve İYİ Parti gibi partilerin neredeyse silinmiş olduğunu görüyoruz. Milliyetçilikten beslenen AKP’nin Kurdistan’da bu kadar gerilemiş olmasını da dahil edersek ırkçı yükselişe rağmen bu gerileme bize ne söylüyor?
Şüphesiz yerel seçimlerle genel seçimlerin dinamikleri aynı değil. Bu yerel seçimlerde ortaya çıkan tabloya paralel bir genel seçim okuması yapmamamız gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta yerel seçimlerin kendi özgün dinamikleri var. Aday profillerinden tutalım yereldeki sorunların özgünlüğüne kadar birçok değişken var. Tamam, belki Kurdistan’da 50 yıllık mücadelenin ortaya çıkardığı netleşmiş siyasal bir tablo var ama yerel seçimleri Türkiye için böyle değerlendirmemiz, gelecek mücadele perspektifimiz bağlamında yanılgılı sonuçlara götürebilir. Elbette ki son genel seçime baktığımızda milliyetçi, hatta ırkçı diyebileceğimiz partilerin %20’leri aşan bir yükselişi var ama özellikle AKP-MHP iktidarının genel seçimlerdeki özel savaş politikaları bunda çok etkiliydi. Mesela hatırlarsanız 28 Mayıs seçimlerinden sonra yaptığımız iç tartışmalarımıza ilişkin kamuoyuna açıklamalarda hep şunu söylüyorduk: AKP’nin gerek ideolojik gerek politik gerekse de toplumsal alanda yürüttüğü özel savaş politikalarına yönelik net ve kararlı bir tutum. Kendi değerlerimizde ısrar eden bir tutum sergileyemediğimiz sürece, AKP-MHP iktidarı Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi karşıtlığı üzerinden Türkiye toplumunu manipüle etmeye devam edecektir. İktidar, özel savaş oyun ve söylemleriyle toplumu manipüle ediyor. Bu manipülasyon, Kürt karşıtlığı temelinde kök salmış bir iktidar kültüründen geliyor. Dolayısıyla AKP’yle sınırlı bir kültür değil. Geçen yüz yılın tekçi cumhuriyetinin oluşturduğu bir devletçi kültür ve iktidar birikimi. Zaten AKP de bunun üzerinden sörf yapıyordu ve bunu da ustaca yürütüyordu. Özellikle Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle ittifak arayışlarında olan demokrasi güçlerini bir bütün olarak toplum nezdinde şeytanlaştırmaya, kriminalize etmeye çalışıyordu. Herkesi terörize etmeye çalışıyordu. İşte AKP’nin özel savaş oyunlarının önüne geçecek kararlı bir söz, kararlı bir duruş, yaratıcı bir taktik geliştirilmediği için AKP 14 ve 28 Mayıs seçimlerinden başarıyla çıktı. Biz o zamanki tartışmalarımızda da bu tablonun özel savaş politikaları bağlamında ortaya çıktığını, konjonktürel bir tablo olduğunu ve kalıcılığının olmadığını söylüyorduk. Nasıl bugünkü seçim sonuçlarını Türkiye'nin batısı için kalıcı bir tablo olarak görmek yanıltıcıysa o dönem ırkçı ve milliyetçi partilerin palazlanışını da kalıcı bir tablo olarak görmek yanıltıcı olur. Yine de kimi CHP belediye başkan adaylarının Kürt karşıtı, göçmen karşıtı söylemleriyle seçimleri kazandığını görmek ve başta İyi Parti seçmeni olmak üzere seküler milliyetçi oyların CHP adaylarına kaydığını görmek, milliyetçi ve ırkçılığın bir düzeyde toplumsal potansiyel olarak var olduğunu söylememiz için önemli veriler. Bu bataklığın kökünü kurutmak için de Kürt sorunu, Göçmen ve Mülteciler gerçeği gibi başlıklarda daha net, cesur ve halkların eşitliği perspektifine uygun bir dil, akıl ve pratik tutum geliştirmemiz gerekiyor. Yeni dönem mücadele hattımızı ve yol haritamızı bu başlıklardan da hareketle tartışmak zorundayız.
DEM Parti’nin Türkiye’nin batısında çok da alışık olmadığımız taktiksel bir siyaset izlediğini söylemek mümkün. 31 Mart’ta aldığı sonuçlara bakarak DEM Parti’yi batıda başarılı buluyor musunuz?
Bizim DEM Parti olarak bir Türkiyelileşme stratejimiz var. Kürt meselesinin demokratik çözümü başta olmak üzere, Türkiye'deki bütün köklü sorunların çözüm mücadelesinde, Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle Türkiye halklarının demokrasi mücadelesinin birlikteliğini tarihsel olarak savunan bir gelenekten geliyoruz. Halkların Demokratik Kongresi ve Halkların Demokratik Partisi bu hedefi gerçekleştirmek için kuruldu. Yani Kurdistan devriminin Türkiye'deki devrimci-demokratik mücadeleye katkısını daha güçlü vereceği ve Kürt meselesinin de aslında bu mücadele içerisinde demokratik çözüm zemininin toplumsallığını yaratacağı, devletin alanının da bu birliktelikle daraltacağı bir perspektifle ele almıştık kendimizi. Mücadelemizi bu temelde yürütmeye çalışıyorduk. Kürt halkının politik feraseti ve iradesiyle açığa çıkan Türkiye'deki yerel seçim tablosu, Kürt halkının AKP-MHP iktidarı karşıtlığının ve Kürt meselesinin demokratik çözümüyle Türkiye’nin demokrasi mücadelesini iç içe ele alan politik yaklaşımındaki tutarlılığının düzeyini gösterdi. Özetle Kurdistan’da ortaya koyduğu özgürlük iradesini Türkiye sahasında da besleyen bir akıl yürüttüğünü görüyoruz. İstanbul seçimi şahsında AKP-MHP faşist iktidar blokunun geriletilmesi için demokrasi mücadelesinde temel, belirleyen özne olduğunu tekrardan gösterdi. Bu açıdan baktığımızda partimizin Türkiye’nin batısında aldığı oylar yanıltıcı olur. Bunu zaten başta Özgür Özel olmak üzere birçok kesim hakkını teslim ediyor. Kürt halkı, DEM Parti şahsında bir kez daha iki yönlü bir mesaj verdi. Birincisi, Kurdistan'da sömürgeci ve siyasal soykırımcı kayyum darbesine “hayır” dedi. İkincisi, Türkiye’de ezilen bütün toplumsal kesimlere “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” mesajını verdi. Kürtler, Türkiye'de AKP faşizminin geriletilmesi, çözülüş ve çöküşünü sağlamak için gerçek anlamda iradesini ortaya koydu. Türkiye halklarını ve Türkiye'nin demokrasi güçlerini bur iradeye davet etti. Bu yönelim aslında Kürt’ün özgürlük mücadelesiyle Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin daha köklü ve toplumsal olarak daha güçlü buluşması yönünde bir davettir. Yani Kürt halkının özellikle Batı'da gösterdiği bu feraseti başka partilere bir oy kayması olarak değil toplumu teslim alma noktasına gelen iktidara “edî besê!” tavrı olarak görmeli.
Tam bu noktada, belki de aparat parti HÜDA-PAR’la kurduğu ittifak nedeniyle AKP Kurdistan’da komple silindi diyebiliriz. AKP’nin Kurdistan’da bu denli zayıflamasını Türkiye ve Kurdistanlı devrimciler ve demokrasi güçlerinin yeni dönem için nasıl okuması gerekir?
AKP batıda da çok ciddi oylar kaybetti, sadece Kurdistan'da değil. Az önce bahsettiğim gibi; Kürt halkının mücadelesi sadece kendi statüsü için değil, Türkiye'nin genelindeki demokrasi mücadelesi için de en önemli mücadele mevzisi, kalesi. Kurdistan’ın tamamı bir Dimdim Kalesi olarak değerlendirilebilir. AKP-MHP iktidarı, bu kalenin fethedilmediği sürece Türkiye’nin diğer tüm ezilen kimliklerin mücadelesine de umut ve enerji verdiğini çok iyi görüyor. Bu kale bir direniş ve diriliş merkezi olarak kendini her gün yeniden var ediyor. Kurdistan’a tank ve tüfeğiyle, “kayyım seçmenlerle” bu denli yönelmesinin de sebebi bu. Kürt özgürlük mücadelesinin karşısında “Kürt Haması” dediğimiz devlet projesinin nedeni de bu. Özellikle Şırnak, Kars ve Bitlis gibi kent merkezlerinde askerlerden, polislerden oluşan “kayyım seçmen” ordusunu halkın gözü önünde sandıklara taşımasının nedeni de bu. Asker ve polisin akın akın sandıklara gittiği görüntüyü adeta halkın gözünün içine sokarcasına verdi. “Taşımalı seçmen”le verdiği fotoğraf yeni dönemde Kürt halkına nasıl yaklaşacağını da gösteriyor; açık düşmanlık, sömürge politikaları ve kültürel-siyasal soykırımcılık… Buradan ele aldığımızda özellikle Türkiye demokrasi güçlerinin yeni dönem bu dersleri iyi çalışması gerekiyor. Bu bağlamda Türkiye demokrasi güçleriyle Kürt halkının birleşik mücadelesini, ittifak politikasını daha esaslı zeminlerde tartışmak ve sonuç alıcı bir mücadele zeminine oturtmak gerekiyor.
Seçimden hemen sonra Batman halkı mazbatasını alırken savaş uçakları kent üzerinde alçak uçuşlar yaptı. Bu net bir fotoğraf. Az önce de sorduğum savaş hazırlıkları bağlamında Türkiye devrimci, sosyalist ve demokrasi güçleri ne yapmalı?
AKP iktidarının klasik bir taktiğini tekrardan yaşadık, yaşıyoruz ve yaşayacağız gibi görünüyor. Ülke içerisinde toplumsal rıza üretimi daralıp eridikçe Kürt halkının mücadelesine dönük saldırılarını derinleştiren, yükselten bir yönetim tekniği var AKP-MHP iktidarının. Özünde yüz yıllık ulus devletçi sistemin iktidar kültürü bu. Yeni dönemde benzeri gelişmelere şahitlik etmek gayet mümkün. Havuz medyasındaki tartışmalardan bunu görmek mümkün. AKP’nin seçimde yaşadığı hezimetin üstünü örten savaş, işgal ve soykırım senaryoları havuz medyası eliyle tedavüle sokuldu. Bu artık klasik bir AKP-MHP yönetim tekniği. Bunun önüne nasıl geçilebileceğinin yanıtını Van halkı çok net verdi. Gerçekten Van halkının o öz direnişi Türkiye'nin demokrasi güçlerine, başta sistem içi muhalefet olmak üzere sosyalist, devrimci örgütlere de bir çağrıydı. İki günlük bu direniş, bir bütün olarak Türkiye demokrasi güçlerine çağrıyı net bir şekilde yaptı. Türkiye demokrasi güçlerinin de bu çağrıyı yanıtsız bırakmayarak destek sunması, tam da sizin sorunuza verilecek en net cevap olur. Soykırım ve işgal politikalarına karşı Türkiye demokrasi güçlerinin Kürt halkıyla omuz omuza direnmesi, barışın toplumsallaşması mücadelesini batı yakasında yükseltmesi ve birleşik mücadele fikri etrafında mücadeleyi yükseltmesi, bu iradeyi Türkiye'nin batısında toplumsallaştırması gerekiyor. Artık sadece ‘Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’na saygı tutumuyla, beyanıyla yetinemeyiz. Tamam çok değerli bir tutum bu, önemsiyoruz ama bu saygıyı toplumsallaştırmayan, Kürt halkına yönelik işgal politikalarının karşısında kitleleri taraf yapmayan, örgütlemeyen, AKP-MHP iktidarının karşısına mücadele öznesi olarak konumlandırmayan her yaklaşım yeni dönemde eksik kalacaktır. En azından Kürt meselesinin geldiği düzey karşısında, Kürt halkının muazzam direnişi karşısında eksiktir. Kürt soykırımcılığına karşı Gezi isyanına benzer bir toplumsal iradenin örgütlenmesi gerekiyor. Aksi bir durum, Kürt halkının sandıkta ve Van örneğinde olduğu üzere sokakta gösterdiği halk iradesine yetmez yoldaşlık olacaktır. Çünkü sandık mücadelesi sokak mücadelesinin, toplumsal özgürlük mücadelesinin bir ara toplamıdır ve onunla tahkim edilmediği sürece tam da AKP’nin, daha doğrusu sistemin bizi çekmek istediği oyun alanına hapsolup eriyeceğiz.
Bugüne dek sizin de az önce söylediğiniz sandık ve sokak arasındaki bağı kuramayan bir CHP mevcuttu. Bu saatten sonra CHP değişebilir mi bilemiyoruz ama en azından bu seçimden birinci parti olarak çıkan CHP’nin ne yapması gerek?
CHP açısından daha önce de birçok kez ifade ettiğimiz gibi; dinci, cinsiyetçi, ırkçı, faşist AKP-MHP bloğunun karşısında gerçekten taraf olabilmeniz için onları taklit etmekten vazgeçmelisiniz. AKP’nin Türkçü politikalarının karşısında aynı tonda cevap verme tarzı CHP’nin geçmiş dönemlerdeki yenilgilerinin başlıca sebebi. Sonuç itibariyle her siyasal hareketin bir ideolojisi ve politik programı var ve o programların etrafında hareket etmeleri gerekiyor. Bugün itibariyle toplumu kutuplaştıran, ayrıştıran, inanç alanını yozlaştıran, çoraklaştıran, yine toplumu milliyetçilik zehriyle ciddi anlamda zehirleyen, içini boşaltan; öz kimliğini, öz değerlerini hiçleştiren AKP-MHP iktidarı karşısında aynı dille, aynı politikalarla, benzer yüzlerle, taktikleriyle sahneye çıkmak, artık toplumun kabul ettiği, daha doğru bir ifadeyle yuttuğu, ikna olduğu bir şey değil. CHP, Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel problemlerine kafa yoran, onun demokratik zeminde çözümünü arayan, eşitlik ve adalet temelinde gelişen bir bakış açısı geliştirdiği sürece son yerel seçimlerde elde ettiği başarısı kalıcı olabilecektir.
Öte yandan CHP’nin bu düzeyde değerlendirilmesi, gündemde tutulması, bize, yürüttüğümüz demokrasi ve özgürlük mücadelesine haksızlık olacaktır. Biz kendimizi iki egemen bloğun dışında Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin ezilenler lehine vücut bulduğu üçüncü yol olarak konumlandırdık ve Van serhıldanı da Kürt Özgürlük Hareketi şahsında üçüncü yolun tarihsel olarak biriktirdiklerinin bir sonucuydu. Sonuç itibariyle sistem içi iki egemen blok arasındaki iktidar kavgasının tarihsel olarak Türkiye'nin emekçilerine, kadınlara, gençliğe, yoksullara, köylülere, Kürt halkına ve Alevi yurttaşlara hiçbir şey kazandırmadığını tekrardan gördük. Aslında seçim tablosu, bu yönüyle Türkiye'de üçüncü yol mücadelesinin toplumsallaştırılması gerektiğini emrediyor. Dolayısıyla yeni dönemin politik belirleyeni, üçüncü yol fikri ve bu fikri ortaklıkta buluşan mücadele örgütleri şahsında ortaya çıkan ezilenlerin tarihsel mücadelesidir. Yeni dönem, Kürt halkıyla Türkiye demokrasi güçlerinin, sosyalist güçlerin toplumsal zeminde kendisini tekrardan vücuda getireceği, tarihsel öncülük yapacağı üçüncü bir yolu zorunluluk olarak ortaya çıkarmaktadır. Hatta bunun talimatıyla yüklüdür diyebiliriz. CHP de AKP’den farklı olarak en azından bu gerçeği gözeten, buna saygılı yaklaşan bir çizgiye evrilmedikçe mevcut iktidarın kötü bir taklidinden öteye geçemeyecektir. Özetle Türkiye'nin demokratikleşme problemlerine dair kalıcı, sahici, toplumsal gerçekliği gözeten, dar parti çıkarlarını aşan bir perspektifle bakılması durumunda AKP-MHP iktidarı düşecektir.
Yarın: Öze dönüş, Demokratik Konfederalizm ve Sayın Öcalan...