Yönetememe krizinden kaosa Latin Amerika’da isyan dalgası

Dosya Haberleri —

LATIN AMERIKA

LATIN AMERIKA

  • Devletlerin sıradışı önlemlerine rağmen Latin Amerika’daki toplumsal hareketler,  yalnızca güçsüzleşmemekle kalmamış, bunun yanında yıllar öncesine kadar  aşılamaz görülen zorluklara göğüs germeye başlamış görünüyorlar.  Direnişteki otonom alanlar, gerçek ve somut bir alternatife dönüştü. 

RAÚL ZIBECHI* 

Çeviren: Osman Oğuz

 

Latin Amerika’da ilerici döngüyü -bu gerçekten yaşanmış ama alışıldıktan farklı olarak yaşanmış olsa da- sağ iktidarların kurulması takip etmedi: Genel bir yönetme krizi başlamıştı. Brezilya’da Jair Bolsonaro, Ekvador’da Lenín Moreno ve Bolivya’da iktidarda olduğu günlerde Jeannine Añez’in (buraya Şili’deki Sebastian Piñera da eklenebilir) gözler önüne serdiği, hükümetlerini istikrarlı kılmanın önündeki büyük zorluklar oldu. Bu yeni gerçeklik, yalnızca ve mekanik olarak ekonomik durumdan kaynaklanmıyor. Hükümetler, karşılarında otoriterliği ve derinleşen ekstraktivist (1) neoliberalizmi kabul etmeye hazır olmayan toplumlar bulmuşlardı.

Özellikle Ekvador ve Şili’de, henüz koronavirüs salgını öncesinde de sağın planlarını sorgulayan halk ayaklanmaları ortaya çıkmıştı. Bolivya’da Ağustos 2020’de kurulan barikatların etkileyici sonuçları, seçimlerin daha fazla ertelenmesinin önüne geçti. Bu ülkelerin aksine Brezilya’da ise askeri-sivil hükümetin kendi açık beceriksizliği, hâlâ devam eden düşüşlerinin ana gerekçesi.

Fakat başta Arjantin olmak üzere daha ilerici hükümetlere sahip ülkelerde de hükümet etme kabiliyeti, iyi görünmüyor. Bu ülkelerdeki Avrupa’dakine benzer uzun kapanmalar ve iletişim kısıtlamalarını da içeren salgın yönetimi, Bolsonaro hükümetinin salgın politikasından güçlü biçimde ayrışsa da, vaka sayısı Brezilya’dakinden bile yüksek; en azından eğer resmi makamların verdiği sayılara güven olursa.

Arjantin’in yeni enfeksiyon dalgası ve aşılamadaki çok yavaş ilerleme dolayısıyla salgın ile mücadeledeki kötü figür haline gelen başbakan Alberto Fernandez, toplumda yasaklara karşı bir duruşu ortaya çıkardı. Hatta daha fazlası: Toplumun çoğu, yasakları umursamamak eğiliminde. Yoksul sınıflar için mesafe ve evde kalma gibi önerileri dinlemek apaçık imkânsız iken, orta sınıf ise özel araçları içinde yüksek sesli eylemler yapıyor.

 

Toplumlar hareket ediyor

Bir yıllık salgının ardından Latin Amerika’da bir şeyler hareket ediyor. Meksika ve Orta Amerika’nın yerli topluluklarından bütün bölgenin sadece hükümet politikalarını reddetmeleri ile değil, ayrıca milyonlarca genci hiçbir perspektif olmadan kaderine terk eden ve istikrarsızlığın farklı biçimleri arasında gidip gelen yaşam modelini reddetmeleriyle de başka bir yol aradıkları göze çarpan tüm alt sınıflara… İşten sağlığa, oradan ikâmete ve virüslerden çok kurumsal ve paramiliter şiddet tarafından takibat altına alınan hayatın kendisine yönelen bir reddetme.

Bu hareketler, kentlerin büyük bulvarlarından en metruk köşelere değin uzanıyor. Kolombiya şehirleri, bir bütün ay boyunca aralıksız bir gençlik denizi ile doldu. Şili’nin seçim sandıkları, sağcılara açık ara fark atan ve sosyal hareketlere yakın duran bağımsız adaylara verilen oylarla doldu.

 

Şili’de toprak işgali yüzde 688 arttı

Basının spot ışıklarından oldukça uzak yerlerde de benzeri gelişmeler yaşanıyor. Mesela Wallmapu’da (Arjantin ve Şili’deki Mapuçelerin ikamet ettiği bölge). İçişleri Bakanlığı, yılın ilk çeyreğinde “kanunsuz sahiplenme” olarak tanımlanan toprak işgallerinin sayısının geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 688 arttığı bilgisini veriyor. Yılın ilk üç ayında 134 büyük ekili toprak işgali kayda geçti; geçtiğimiz yılın ilk üç ayında bu rakam 17’ydi.

Benim izlenimim, isyanın kenarlardan başladığı ve giderek büyük şehirlere giden bir yol açtığı. Bu, Kolombiya’da yaşandı. Cauca bölgesinde, Ekim 2020’de yerliler, siyahlar ve en alttakilerin oluşturduğu etkileyici bir “minga” (imece) hayata geçirildi: Çoğunluğu yerlilerden ya da küçük köylülerin toplumsal hareketlerinden oluşan bir eylem dalgası. Eylemciler, ülke içinde 500 kilometreden fazla yürüyerek başkent Bogota’ya ulaştı.

 

Yerli halkın isyanı

Kolombiya’daki şimdiki isyanı etkileyen, Pasifik’in orta büyüklükteki kentlerinde 2017’de ortaya çıkan isyanlar oldu. Medellin’den araştırmacı Alfonso Insausty, bu konudaki çıkarımlarını şöyle anlatıyor: “Sağlık ve gıda komiteleri gibi komitelerde örgütlenmişlerdi ve devlete nasıl baskı uygulayabileceklerini öğreniyorlardı - ama ayrıca müzakere etmeyi de. Yerel ve alternatif basın örgütleri kurdular ve sorumluları müzakere etmek için yanlarına gitmeye mecbur bıraktılar. Onlar, kentlerinde ve topluluklarında kalarak Cauca’nın yerli halkının yöntemini takip ettiler.”

Eylemlerin 70 yıldır büyük firmalar ve polis tarafından domine edilen kentsel mekânlardan uzak kaldığı ve taşra bölgelere yoğunlaştığı bir ülke için bu bir aylık grev, bir dönüm noktasını ifade ediyor. Ne var ki FARC ile barış anlaşmasının imzalandığı 2016 yılından bu yana büyük şehirler, neoliberal ekonomide gelecekleri olmayan ve hayatlarında ilk defa sistemin en kötü yüzünü tanıyan gençleri peşine takan bir mobilizasyonun merkez üssüne dönüştü.

 

Radikalleşen sağ, yaygınlaşan paramilitarizm

Bölgenin bütününde sağ, kendini aldığı pozisyonların arkasına sakladı. Topluma karşı giderek daha az yumuşak hâle gelen bir biçimde soykırımcı yüzlerini gösteriyorlar. Bu otoriter yükselişin farklı çehreleri var: Kolombiya ve Şili’deki gibi çıplak baskıdan tutun da toplumun, devlet kurumlarının ve hatta eğitim ve sağlık sisteminin militarizasyonuna kadar…

Anlamak zorunda olduğumuz ve Mapuçe olayının da bize gösterdiği, toplumun eylemlerine karşı gelişen savunmacı bir reaksiyon ile karşı karşıya olduğumuz. Şili’de Sebastian Piñera’nın öncülüğünde muhafazakar bir hükümet Wallmapu’yu militarize etmeye karar veriyorsa, bunu toprak işgallerini durdurmak için başka bir yol bulamadıklarından yapıyor. Buradaki toplulukları kontrol etmek için sadece orduyu göndermekle kalmıyor, ayrıca sivilleri de kendilerini toprak işgallerine karşı silahlandırmaları için cesaretlendiriyor.

 

Şili’nin başkenti Santiago’da Piñera hükümetine karşı yapılan eylemlerde Mapuçe halkı üyeleri, en görünür bileşenlerden  biriydi. 
 Fotoğraf:  Claudia Abarca  Sandaval/NurPhoto

 

 

Şili’de bir dönüm noktası

Şili’nin Araucania bölgesinde, 1 Ağustos 2020’de dönüm noktası olarak tanımlanabilecek bir durum yaşandı. Şilili şair Pablo Jofre, bu durumu bir yıl önce şu cümlelerle özetlemişti: “Taşlar, sopalar ve başka araçlarla ve hatta ateşli silahlarla donanmış yüzlerce sivil, aralarında Machi Celestino Cordova’nın (Mapuçelerin ruhani önderlerinden biri) da olduğu birkaç düzine cemiyet üyesinin açlık grevini desteklemek için makamları işgal eden Mapuçe halkı üyelerini kovmak için Curacautin ve Victoria’daki belediye binalarına yükleniyordu.”

Şehrin elitlerinin Guardia Indigena (“Yerli Muhafızlar”: Yerlilerin bir öz savunma örgütü), siyahlar ve yoksul gençlere karşı şiddet kullandığı Cali’de de durum benzer. Comision Intereclesial de Justicia y Paz’ın (Kiliseler Arası Barış ve Adalet Komisyonu) bir raporu, Cali’nin insanların oturdukları yerden yok olmaları için parçalanıp durdukları dış mahallelerindeki toplu mezarlardan ve “işkence evlerinden” bahsediyor.

Bu, 70’li yıllardaki diktatörlükleri karakterize eden senaryolardan güçlü bir biçimde ayrılan yeni bir senaryo. Bugün devlet, toplumları kontrol etmek için ne yeteneğe ne de güce sahip. Devlet, uyuşturucu tacirleri, paramiliter güçler ve bazen silahlanmış bireylerin silahlarını devletin baskı araçlarının toleransı ile kullanabilmeleri için, şiddet tekelinden de vazgeçti.

Brezilya’daki Bolsonaro hükümetinde sivil görevlerin gömleğini giymiş 6 bin 157 aktif ya da yedek asker bulunuyor: Bu rakam, başbakan Dilma Roussef’in görevden düştüğü 2016 yılındakinden yüzde 108 fazla. Devletin militarizasyonu, umulmadık bir büyüklüğe ulaşıyor. Askerler, sağlık sisteminin en önemli koltuklarını işgal ediyor ve eğitim alanında da “sivil-askeri okullar” ile giderek daha da güçleniyorlar. Üniversitelerde de, mesela rektör seçimlerinde, işlere karışıyorlar.

 

Kaos ve baskının ötesinde

Salgının Latin Amerika toplumları için bir dönüm noktasını ifade etmesi mümkün. Yaşam kalitesi ve sosyal altyapı gözden kaçamayacak denli kötüleşirken baskı ve yolsuzluk gözler önüne serildi. Sıradışı önlemlere ve hareket etme ve toplanma önündeki kısıtlamalara rağmen hareketler, yalnızca güçsüzleşmemekle kalmamış, bunun yanında yıllar öncesine kadar aşılamaz görülen zorluklara göğüs germeye başlamış görünüyorlar.

Bizi ölüm timleri ve gizli mezarlıkların olduğu 60’lı yıllara götüren baskıcı çözüm seçeneği, masada duruyor. Ne var ki aynı anda Kolombiya’da Gustavo Petro ya da Peru’da Pedro Castillo gibi yeni ilerici hükümetlerin olanağı da var. Ama kimsenin egemen sınıfları yumuşatmakla ilgili en ufak bir şansı yok; toplumun mobilizasyonunu durdurma umutları da. Diğer bildik ülkelerde de benzeri bir durum geçerli. Kim yönetirse yönetsin -yukarıya doğru da, aşağıya doğru da- hareket alanı sınırlı ve en azından kısa vadede değişimler minimal olacak.

Bu, toplum için bir şans. Otonom projeler, gerçek bir olanak. Cali’nin kentli gençliğinin yerli grupları kendilerini savunmaya çağırması ve Mapuçe bayrağının Şili’deki isyanda en çok dalgalanan bayrak olması, direnişteki otonom alanların toplumun geniş kesimleri için gerçek ve somut bir alternatife dönüştüğünü gösteriyor.

1) Ekstraktivizm, doğal kaynakların sömürüsüne dayanan bir ekonomik modeli ifade ediyor: Madencilik, hidrolik enerji, baraj projeleri ya da soya fasülyesi veya palmiye yağı üretimine dayanan monokültürler.

* Latin Amerika’daki sosyal hareketler üzerine çok sayıda kitap yazan ve Avrupa medyasının da bölgedeki gelişmelerle ilgili sık başvurduğu bir isim olan Raul Zibechi’nin yazısı, “analyse & kritik” gazetesinin 672. sayısında “Yönetemezlikten kaosa” (Von der Unregierbarkeit zum Chaos) başlığıyla yayımlanan Almancasından Türkçeye çevrildi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.