Arap Kemeri yerine Türk/DAİŞ Kemeri
Ferda ÇETİN yazdı —
- Çok kirli bir oyun oynanıyor. Herkesin gözü önünde adım adım ve sinsice oynanan bir oyun...
Oyuncular “itibarlı” olunca, illüzyon ve hokus pokus beklenenin ötesinde etkili oluyor. Rojava’da, Kürtler ve birlikte yaşadıkları halklar, yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan çıkartılıyor. Bu topraklar sahiplerinden alınarak, Türkiye/DAİŞ çetelerine devrediliyor.
ABD Temsilciler Meclisi, eski Dışişleri Komisyonu Başkanı Eliot Engel, ABD eski Başkanı Donald Trump için, “itfaiyeci numarası yapan bir kundakçı” tanımlaması yapmıştı.
O kadar çok kundakçı var ki...
Suriye’nin en istikrarlı ve en güvenlikli topraklarının demografyası BM, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği’nin ortak planı ile değiştiriliyor. Eskiden Baas Rejimi’nin yaptığı “Arap Kemeri”, bu kez uluslararası kundakçı şebekesi eliyle “Türk/DAİŞ Kemeri”ne dönüştürülüyor.
Suriye-Türkiye sınırında, Meşhed Ruhin’de yapılan 50 bin briket ev bu planın çok önemli bir parçasıydı. Bu puzzle oyunun ilk hedefi 1 milyon mülteciye “Güvenlik Bölgesi”nde konut inşa etmektir. Sonrasında engel olunmazsa, tüm sınır boyunca bu kentler yaygınlaştırılacaktır.
Kuzey Suriye ve Rojava’da oluşturulan “Türk/DAİŞ Kemeri” bir oldu bitti ile değil; adım adım, Kuzey Suriye halkları ve dünya kamuoyu alıştırıla alıştırıla inşa ediliyor. Hatırlayalım:
18 Ocak 2018 günü, Rusya, Efrîn-Türkiye sınırındaki askeri birliklerini çekerek, Suriye hava sahasını Türk uçaklarına açtı. İki gün sonra Türk ordusu ve çeşitli çete gruplarından oluşturulan Suriye Milli Ordusu(SMO) Efrîn topraklarını işgal etti.
7 Ekim 2019 günü, ABD yönetimi Suriye’deki askeri güçlerini çekeceğini açıkladı. 9 Ekim 2019 günü, Fırat’ın doğusundaki kara ve hava sahası Türk devletine açıldı. Türkiye, DAİŞ çeteleri ile birlikte Serêkaniyê ve Girê Spî’yi işgal etti.
Tayyip Erdoğan, BM’nin 74. Genel Kurulu’nda, Suriye sınırının “Güvenli Bölge” haline getirileceğini açıkladı. Harita ve açıklama, bir devletin egemenlik haklarının ihlali anlamına gelmesine rağmen ne BM Genel Sekreteri ne de BM üyesi 193 ülkeden hiçbir itiraz gelmedi.
Aksine BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, 31 Ekim 2019 günü, İstanbul’da Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmenin ardından, “BM, Türk devletinin, Suriye'nin kuzeyinde oluşturacağı güvenli bölge planlarını incelemeye alacaktır” diyerek işgali desteklediğini beyan etti.
Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Suriye sınırında güvenli bölge” fikrinin ortaya atıldığı günden, briket evlerin inşasına kadar, Türk devletine her türden siyasi ve ekonomik desteği sağlamakla kalmadı, Avrupa Birliği ülkelerini de bu plan için ikna etti.
Merkel yönetimi Libya, Akdeniz, Kıbrıs, Yunanistan ve Karabağ politikaları nedeniyle Türkiye ile kriz yaşayan ve mali yardımları kesmek isteyen AB üyelerini ek yardım ödemeye de ikna etti. Üç gün önce bir adım daha atarak Türkiye için alınan yaptırım kararının kaldırılmasına öncülük etti.
Rojava’da “Türk/DAİŞ Kemeri” görülemeyecek bir gizlilik içinde değil, açıktan yürütüldü. Aslında “herkes kaptanın yalan söylediğini de biliyor, zarların hileli olduğunu da görüyordu.”
İşte 8 Kasım 2019 tarihinde bu köşeden yazılanlar;
“Kürtler ve Kuzey Suriye halkları, Efrîn, Ezaz, Cerablus ve El Bab’dan sonra Serêkaniyeê ve Girî Spî’den çıkarılarak Suriye çöllerine sürülecek; onların yaşadığı topraklara da tecavüzcü, kafa kesen, talancı ve hırsız DAİŞ çeteleri yerleştirilecektir. Dünyanın gözleri önünde gerçekleşen, tarihin gelmiş geçmiş bu en büyük ahlaksızlığı, ‘Türkiye’nin sınır güvenliği ve terör hassasiyeti’ yalanı ile örtülmeye çalışılmaktadır.
Saklısı ve gizlisi yok bu planın.
Kürtler, kendilerine yeten ekonomilerine ve üretimlerine son verilerek, ekmeğe ve suya muhtaç hale getirilmek, dilencileştirilmek isteniyor. Bu uğursuz planı işletebilirlerse eğer, Kürtlerin terkettiği topraklara da Erdoğan mülteci şehirler kuracak, TOKİ evleri yapacaktır. DAİŞ çeteleri, aileleri ile birlikte bu yeni yurtlarında ‘huzur ve sefa içinde’ yaşayacak. Böylece Avrupa’ya, Rusya ve Kafkasya’ya dağılmalarının önüne de geçilmiş olacak. Türk/DAİŞ işgalini açık, gizli destekleyenlerin planları ve ortak faydaları böyle.”
Bu uluslararası şebeke başka bir “kurnazlık” da yapıyor kendince. İngiltere’deki Suriye Gözlem Evi, Irak’ta, Suriye’de 50 bin DAİŞ çetesinin faal olarak savaştığını açıklamıştı. Bu savaşçıların hepsi öldü mü? Buharlaşıp görünmez hale mi geldi?
Tabiki hayır. Türkiye adına İdlib’de, Libya’da ve Karabağ’da savaşmaya devam ediyorlar. BM, ABD, Rusya, Almanya ve AB, bu çetelerin Türkiye himayesinde ve onun denetiminde olduğunu; bunun uluslararası hukukta suç olduğunu da gayet iyi biliyor.
Bu çıplak gerçekle yüzleşmemek ve Türkiye’yle karşı karşıya gelmemek için tecavüzcü bu katil sürüsüne yeni bir isim buldular. Libya savaşından sonra, hep birlikte buldukları bu “yeni” ismi kullanmaya başladılar: Türkiye’nin denetimindeki askeri güçler!
Bu adilikten şöyle bir “yarar” bekleniyor: El Kaide, El Nusra veya DAİŞ çetesi denildiğinde, dünya kamuoyunun terörist ve suçlu saydığı bu çetelerin yakalanması, yargılanması ve bir yaptırıma tabi tutulmaları gerekecektir. Bu çetenin baş destekçisi olan TC devleti de kaçınılmaz olarak uluslararası yargılamanın konusu haline gelecektir.
BM, ABD, Rusya, Almanya ve AB, “Türkiye’nin denetimindeki askeri güçler” deyimini icat(!) etmekle, yaşanan bu kadar cinayet, hırsızlık, talan ve tecavüzü olmamış saymak; bir kalemde DAİŞ’i ve Türkiye’yi “temize çıkarmak” istiyor. Bu bakımdan, “Türkiye’nin denetimindeki askeri güçler” deyimi, bir algı yaratma faaliyetidir aynı zamanda.
Suriye’de birbirleri ile derin ve uzlaşmaz çelişkileri olan bu güçleri bir araya getiren ne? Bu büyük kuşatmaya ve bu büyük düşmanlığa karşı yapılabilecekler neler?
Başka bir yazıya...