Çocuklar imamlara emanet!
Dosya Haberleri —
- İktidarın din ağırlıklı eğitim anlayışıyla kıskaca aldığı öğrencilerin geleceği tehdit altında. Çocuklara dayatılan bu eğitim sisteminin anayasaya aykırı olduğunu ifade eden Eğitim-Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, konuyu yargıya taşıyacaklarını ve 16 Eylül’de İzmir’de alanlardan din ağırlıklı bu eğitim sistemini protesto edeceklerini söyledi.
ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL
Türkiye’de 2023-2024 yılı Eğitim ve Öğretim yılı 11 Eylül’de başlıyor. Eğitim ve Öğretim yılının başından itibaren İlk ve Ortaokullarda “Manevi danışman” adı altında din görevlileri derslere girecek. Milli Eğitim Bakanlığı, (MEB) Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığının imzaladığı “Çevreme duyarlıyım, değerlerime sahip çıkıyorum” (ÇEDES) protokolü kapsamında okullara imam, vaiz, Kur’an kursu öğreticileri “manevi danışman” adı altında okullara atanacak. Yüz binlerce öğretmen atanma beklerken, pedagojik formasyonu olmayan imamların “manevi danışman” adı altında okullara atanması, birçok çevre tarafından tepkiyle karşılandı. Aralarında Eğitim İş ve Eğitim Sen’in de bulunduğu bazı memur sendikaları protokolün iptali için Danıştay’a dava açarken, yaptıkları açıklamalar ile ÇEDES projesine karşı olmadıklarını ancak bunların öğretmenler yerine din görevlileri tarafından verilmesine karşı olduklarını dile getirdiler. Tüm bu tartışmalar devam ederken, okullarda din derslerinin saatlerinin uzatılması bu tartışmaları başka bir boyuta taşıdı. İktidarın eğitim sistemine dönük bu müdahaleleri kötü olan sistemin daha da kötüleştirdiğini söyleyen uzmanlar, bu modelle daha kindar ve ırkçı bir neslin yetiştirilmek istendiğini söylüyor. Eğitim sisteminin her geçen yıl daha da kötüye gitmesi emekçiler için içinden çıkılamaz bir hal alırken, Eğitim-Sen Genel Başkanı Nejla Kurul Özgür Politika gazetesinin sorularını yanıtladı.
2023-2024 eğitim ve öğretim yılı başlıyor. Milyonlarca öğrenci ders başı yapacak. Bu eğitim ve öğretim döneminde eğitim emekçilerini, öğrencileri ve velileri neler bekliyor?
Kısaca zorlu günler bekliyor diyebiliriz. Önce deprem illerinden başlayalım. 6 Şubat depremlerinin üzerinden 7 ay geçti. Yurttaşlarımız çadır ve konteynır kentten kurtulamadı. Kalıcı konutlar inşa edilemedi. Kent inşası, yine kar, faiz ve rant döngüsüne terkedildi. Barınma eğitimin tüm bileşenleri için ciddi bir sorun. Veliler ve öğrencilerin büyük kısmı sağlıklı olmayan koşullarda yaşıyorlar. Enkaz kaldırma işlemi ıslatılmadan yapılıyor. Kentler toz içinde. İçme suyuna erişim pahalı ve zor. Şebeke suyuna ulaşımda sorunlar var. Bu kentlerimizde enflasyon daha yüksek, gıda, temizlik malzemeleri daha pahalı, kiralar devasa miktara çıkmış durumda. Depremde hasar gören okulların öğrencileri sağlam okullara veya okul kenarlarındaki konteynır okullara taşınmış. Ancak önceki dönemdeki devamsızlıklar ve okul terkleri bu koşullardan dolayı yükselebilir. Yani öğrenciler okullara gelse bile kalabalık okullar ve kalabalık sonuçlar sorunu sürecek diğer kentlerde olduğu gibi.
Devlet okulları arasında büyük eşitsizlikler var. Velilerin nitelikli olarak algıladığı okullarda bağış, bize göre kayıt parası on binler, yüzbinler, daha yüksek miktara ulaşmış durumda. Kırtasiye, çanta, önlük, servis fiyatları çok yüksek, velilerimiz çocuklarının tüm ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaklar. Özellikle asgari ücretli veliler, işsiz veliler, yardımlarla yaşamını sürdüren veliler zor durumda. Eğitim emekçilerinin maaşları enflasyon karşısında her gün eriyor. Ekonomik haklarımız geriliyor. Özellikle emekli kamu emekçileri seyyanen yapılan zammı alamadıkları için geçinemiyorlar. Okullar demokratik niteliğini uzun zamandır kaybetti, üniversiteler bile… Okulların açılmasının tek güzel yanı öğrenciler ve öğretmenlerin karşılaşması, buluşması.
İktidar her eğitim ve öğretim yılında yeni bir uygulamaya imza atıyor. Bu dönem de okullara imam ve din görevlilikleri ‘manevi danışman’ adı altında atanması öğrencileri doğrudan nasıl etkiler?
14 Mayıs 28 Mayıs seçimlerinin ardından sağ, otoriter popülist iktidar atağa geçti. Bu iktidarın eğitim alanının sözcüsü ve uygulayıcısı Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin. Her açıklamasının ardından okullarda veya okul dışında yüzbinlerce kişi milyonlarca çocuğa ve gence ulaşmak için, cinsiyete dayalı bir düzen kurmak için, tüm çeşitliliği ve çokluğu ile akan yaşamı dini kurallara göre düzenlemek için harekete geçiyorlar. ÇEDES Protokolü de bunlardan biri. Bu protokol ile çocuk ve gençleri okullarda pedagojik formasyonu olmayan din görevlileri ile buluşmaları, onlarla okul dışına çıkmaları, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gençlik merkezlerinde dinci tarikat ve cemaatlerle buluşmaları sağlanacak!
Yani okulun içinde görece kamusal denetim olduğu için rahat değiller, okul dolu etkinliklerle rahat ettikleri kapalı, içe dönük, tek tip alanlarında kindar bir nesil yetiştirmenin yollarını geliştirecekler. Laikliğe, Anayasa’ya, uluslararası sözleşmelere, yasalara aykırı ama anayasasız bir süreç yaşamıyor muyuz zaten! Çocuklar ve gençler çok daha nitelikli, kamusal, bilimsel, parasız, cinsiyet eşitlikçi, anadilinde, demokratik ve ekolojik bir eğitimi hak ediyor, softaların eğitimini değil. Çocuk ihmali ve istismarı çok arttı, büyük bir kısmı bu kapalı, içe dönük, iç denetimi keyfi olan bu yapılarda ortaya çıkıyor.
Din görevlilerinin “manevi danışman” adı altında okullara atanması tartışmaları devam ederken, din derslerinin saatlerinin uzatılması ne anlama geliyor?
İlkokulun 4’ncü sınıfından lise son sınıfa kadar insan haklarına aykırı olmasına rağmen zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi var ve haftada 2 saat. Öğrencilerin seçmeli ders grubundan (Din Ahlak, Değer) en az bir dersi seçmesi zorunluluğu getirildi, okulların açılmasına iki hafta kala. Böylece zorunlu seçmeli din dersi sayısı iki katına çıkarıldı, öte yandan diğer derslerin içeriğine de dini bilgiler sürekli dahil ediliyor. Okul dolu etkinlikler, ÇEDES’i uygulama hazırlığı diye düşünüyoruz. Arapça ve Osmanlıca sözde yabancı diller. Mültecilerin sayısının artışının ötesinde bir ilgi var bu dile. Türkiye’de etkili bir yabancı dil eğitimi yok, aşırı milliyetçi, ezberci dinci eğilimler dilleri değersizleştiriyor. Milyonlarca Kürt yurttaşın dili ve kültürü yaşayan diller içine atılıvermiş. Manevi danışmanlar paralel öte dünyacı bir eğitim için çabalayacaklar. Psikolojik Danışman ve Rehberlik hizmetlerini olumsuz etkileyecek etkinliklerle öğrencilerin zihin ve duygularını karmaşaya sürükleyecekler.
İktidarın Sünni İslam anlayışını eğitim sisteminde hakim kılmak istemesinin nedenleri nelerdir? Bu anlamda neler söylemek istersiniz?
Din ve vicdan özgürlüğü önemli bir değer. Ancak iktidar bu özgürlüğü sadece Sünni İslam anlayışı için kullandığından, öteki inançları, inanmayanları, eşitlik, özgürlük, emek, demokrasi ve barışa inananları yok sayıyor. Açıkça ayrımcılık yapıyor. Devlet aygıtının tüm inançlara eşit mesafede durması gerekirken bunları iç içe geçiriyor. Laik eğitim, laik yaşam ve eşit yurttaşlık değerleri değersizleştiriliyor.
Bunu niçin yapıyor?
İlk olarak dini kullanarak siyasal ve toplumsal güç kazanıyor. Sağ, otoriter, popülist iktidarların açtığı bir alan bu! Ayrıca değer görmemiş yoksulluktan kurtulamamış çaresiz ve yalnız insanların dini değerlere sarılmasından faydalanıyorlar. Dini değerler “kalpsiz dünyanın kalbi” olarak hissediliyor. Yeryüzü daha eşit ve adil olsa, kalpsizler yok olsa iktidarlar dini kullanamayacaklar. Ama yoksulluk, işsizlik emekçilerin yaşamlarının bir parçası. İkincisi, siyasal iktidar ve çevresinin, nüfusun çok az bir oranının devasa servet ve gelire sahip olduğunu biliyoruz.
Devletin yeni seçkinlerinin özel fotoğrafları hiç yok, topluma sizin gibi yaşıyor sizin gibi ibadet ediyoruz mesajı veriyorlar. Dini inanç, adaletsiz gelir ve servet bölüşümünü örten bir perde olarak kullanılıyor. AKP’li Antep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in grev yapan işçilere seslendiği konuşmasını anımsayalım. Ne diyordu kısaca! “Patronunuz iyi bir adam, okul yaptı. Babasının hayrına cami de yapacak! Vazgeçin grevden.” Yine “Çalıyorlar, ama çalışıyorlar, üstelik bizdenler” anlayışı da etkili! Üçüncüsü sağ iktidarlar çoğunluğu yönetmede başarısızdır, tekliği, aynılığı, homojenliği sağlamaya çalışırlar ki soygun, talan, yolsuzluk için zaman kalsın.
Sünni din anlayışının okullarda hakim kılınmak istenmesi okullarda eğitim gören ve farklı inançlara mensup öğrencileri nasıl etkiler? Bu dersleri almak istemeyen öğrenciler doğrudan hedef haline gelmiyor mu?
Farklı inançlara sahip, birlikte yaşadığı insanlarla seküler bir yaşam sürdüren çocuklar, din derslerine girmek istemediğinde psikolojik ve sosyal olarak olumsuz etkileniyorlar. Zorunda kalmak başlı başına dayatma ve insan onurumu incitiyor, kendi inancı, kültürü, yaşam tarzı yok sayılıyor. Cesaretli ebeveynler dava açıyorlar, ancak az sayıda böyle veli var. Kalan büyük çoğunluk “idare et çocuğum, damgalanma, uğraşmayalım, sık dişini geç dersten” diyor. Bu yaklaşımın herkesi yaralayan bir yanı var. İnsan halklarına aykırı, etik değerlerden yoksun bir şeyi yapmak zorunda kalmak! Sürecin insan onurunu çok inciten bir yanı var. Bu öğrenciler, okulun içindeki yabancılar, öteki olanlar! Okullar öğrencilerin kendini tüm yönleriyle ifade ettiği çoğul ve demokratik laik mekanlar olmalı.
Okullarda bu uygulamanın kaldırılması için Eğitim-Sen olarak ne tür girişimlerde bulundunuz? Örneğin uygulamanın iptali için dava açtınız mı?
Eğitim Sen olarak eğitim programının dinselleştirilmesinin iptali için dava açtık. 16 Eylül’de İzmir’de ÇEDES’e Hayır! Eşit Eğitim. Laik Yaşam ve Eşit Yurttaşlık talebiyle güçlü bir bölgesel miting yapacağız. Tüm duyarlı kesimleri mitingimize güç vermeye davet ediyoruz.