İlticacıların hakları elinden alınacak
Dosya Haberleri —
- Avrupa iltica sisteminin reforme edilmiş halinin yıkıcı olduğunu ifade eden Alman Federal Meclis Üyesi Clara Bünger, “İlticacıların, benzeri görülmemiş bir şekilde haklarını ellerinden alacak ve AB'deki mülteci korumasını tehlikeli bir şekilde baltalayacaklar. Planlanan sistem, Moria Kampı gibi olacak. AB insan hakları politikasından giderek daha da uzaklaşıyor” diye konuştu.
- Yeni mülteci anlaşmasında değişiklik yapılması için hala zamanın olduğuna dikkat çeken Clara Bünger, “Federal Hükümeti üçlü müzakerelerin sonunda reform önerilerine karşı oy kullanma kararı alabilir ve böylece onları geri çevirebilir. Alman hükümetinin koalisyon anlaşmasında verdiği sözleri hatırlamasını ve AB Komisyonu'nun tekliflerinden uzaklaşmasını istiyorum” dedi.
- AB’nin “güvenli üçüncü ülke” olarak gördüğü Türkiye örneğinde, AB'nin gelecekte daha da yaygınlaştırmayı planladığı “anlaşma politikası”nın yıkıcı sonuçlarının görülebildiğine dikkat çeken Bünger, “AB, Erdoğan’ı güçlendirdiği gibi bölgedeki demokratik güçleri de sırtından bıçaklıyor. Clara Bünger, anlaşmanın daha da derinleştirilmemesi için şiddetle protesto edilmesi gerektiğini söyledi.
BERDAN DOĞAN/FRANKFURT
Avrupa Birliği üye ülkeleri İçişleri Bakanlıkları düzeyinde yeni bir mülteci anlaşması üzerinde 8-9 Haziran tarihlerinde Lüksemburg’da bir araya gelerek uzlaşmıştı. Söz konusu yasayla savaş, ekonomik ve iklim krizi gibi nedenlerle yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda olanların yaşam hakları korunmadığı gibi daha da tehlike altına alınıyor. Tartışmaları hala süren ve geniş kesimler tarafından kabul görülmeyen anlaşma aslında yasal bir sıkılaştırmaya karşılık geliyor. Anlaşmanın gerçekleşmesinden önce konuya ilişkin verdiği soru önergeleriyle gündeme gelen Alman Federal Meclis Üyesi Clara Bünger, anlaşmanın göçmenlere etkilerini ve doğuracağı sonuçları gazetemize değerlendirdi.
Yeni mülteci anlaşmasıyla, hedeflenen bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa iltica sistemini reforme etme planları bana göre yıkıcıdır. İlticacıların, benzeri görülmemiş bir şekilde haklarını ellerinden alacak ve AB'deki mülteci korumasını tehlikeli bir şekilde baltalayacaklar. Mültecilerin çoğunluğu için bireysel iltica hakkı bu planlanan sınır prosedürleriyle engellenecek. Aynı zamanda planlanan sistem, Moria Kampı ve diğer sefalet içinde yaşamı var eden kamplar gibi olacak. Korunma arayanlar orada belirgin bir şekilde gözaltında tutuluyor, desteğe ve hukuki danışma imkanına yeterince erişim olmayacak. Bu nedenle AB insan haklarına dayalı bir iltica politikasından giderek daha da uzaklaştığını söylemek pek tabii mümkün. Bu herhangi bir sorunu çözmeyecek. Çünkü dış sınır devletleri, iltica prosedürlerinden sorumlu olmamak için yasa dışı zorla geri göndermeleri düzenleme yönünde güçlü şekilde teşviklerini sürdürecek.
Sizce böyle bir sıkılaştırmanın ana nedenleri nelerdir?
Yıllardır göç ve ilticanın kamuoyu tartışmalarında bir iç güvenlik sorunu olarak ele alındığını görüyoruz. Sağcı retorik uygulamaları Avrupa'nın artık koruma arayanları kabul edemeyeceğini ve hatta göçmenlerin bir tehlike oluşturduklarını iddia ediyor. Çeşitli Avrupa ülkelerinde sağcı partilerin yükselmeleri ile birlikte bu görüşler giderek daha fazla etki kazanıyor. Tecrit talepleri giderek artıyor ve muhalif sesler neredeyse hiç duyulmuyor. Almanya'da artık SPD ve hatta Yeşiller Partisi’de göçü sorun olarak gösteriyorlar ve daha fazla sınır kontrolü olması gerektiğine dair çağrıda bulunuyorlar.
Bu hem uluslararası siyaseti hem de ülkelerinden kaçan ailelerin mülteci hareketlerini ne ölçüde etkileyecek?
AB veya üye devletleri sınır dışı edilmeleri kolaylaştırmak için buna bağlı üçüncü ülkelerle anlaşmalar yapmaya çalışacaklardır. Bunlar örneğin 2016 yılında AB-Türkiye anlaşmasına benzer bir biçim alabilir ve karşılığında koruma arayan insanları geri almaları durumunda üçüncü ülkelere avantajlar sağlayabilecektir. Değişikliklerin mülteci hareketlerini ne ölçüde etkileyeceği henüz belli değil. İnsanların kaçmaya devam edeceği açık görünmektedir. Önceki tecrit girişimleri sadece kaçış yollarında değişikliklere yol açtı. Fakat daha az insanın Avrupa'ya gelmeye çalışmasına yol açmadı. Çünkü çok açık şekilde biliniyor ki, insanlar nedensiz bir şekilde göç etmiyor. Savaşlar, baskıcı rejimler, iklim değişiklikleri veya varlıklarını tehdit eden yoksulluk nedeniyle o insanlar bu kaçışa sürükleniyor.
Göçmenlerin sınır dışı edilmesi veya zorla ülkelerine geri gönderilmesi hakkında federal hükümete bir soru önergesi verdiniz. Bu geri göndermeler ne kadar artacak sizce ve böyle bir sıkılaştırmanın öngörülebilir sonuçları neler olacaktır?
AB veya üye devletleri bu gibi anlaşmaları kabul etmeyi başarırsa özellikle, “güvenli üçüncü ülkeler” ile ilgili yeni düzenleme daha fazla sınır dışı edilmeye yol açacaktır. Ayrıca Cenevre Mülteci Sözleşmesi'nin bu ülkelerde uygulanması gerekmediği için zincirleme şeklinde sürgünlerin olmasını bekliyoruz. Avrupa'dan sınır dışı edilen Suriyeliler’in Türkiye'den Suriye'ye sınır dışı edildiği zaten biliniyor.
Erdoğan hükümetinin, zorla ve manipüle edilmiş seçim zaferinden sonra, birçok insan kendi ülkelerinde olabilecek bir demokrasiden umudunu kesti. Güncel hayatın her alanında yaşanan dayanılmaz yaşam koşulları nedeni ile birçok insanın artık kendi ülkelerini terk etmeyi düşüneceğini tahmin ediyoruz. Türkiye, böylesi hükümetlerin korkuyla, şiddetle ve her türlü baskı ile yöneten birçok ülkeden sadece bir tanesi. Ancak Türkiye şu anda içeride kendi vatandaşlarına, azınlıklara, farklı düşünenlere şiddetle, dışarıya yönelik ise kaçma yönü olan Avrupa ülkelerine şantajla yaklaşan, yöneten ülke olarak karşımızda duruyor.
Bu duruma nasıl karşı çıkılmalı? Böylesi bir devlet politikasının ki Türkiye'nin de açıkça ortaya koyduğu gibi hem ulusal hem de uluslararası alanda görebileceğimiz gelecekteki sonuçları neler olabilir?
Türkiye örneğinde, AB'nin gelecekte daha da yaygınlaştırmayı planladığı “anlaşma politikası”nın yıkıcı sonuçlarını görebiliyoruz. AB, Suriye'den gelen mültecileri kabul etmesi ve Avrupa'ya kaçmalarını engellemesi için Türk hükümetine milyarlarca dolar ödedi. Bu suç ortaklığı sayesinde AB aynı zamanda Erdoğan'ı güçlendirdi. Ve son yıllarda siyasi muhaliflerine karşı, özellikle solculara ve Kürtlere karşı aynı zamanda dışarıda Kuzey Suriye'deki Kürtlere karşı her gün daha fazla baskıcı uygulamaları ve uluslararası sözleşmeleri ihlal etmesini görebiliyoruz. AB Erdoğan ile birlikte anlaşarak yeni kaçış sebeplerinin yaratılmasına yardımcı oluyor. Ve aynı zamanda bölgedeki demokratik güçleri sırtından bıçaklıyor. Bu politika bir felakettir. Ve bu anlaşmayı daha da derinleştirilmemesi için şiddetle protesto etmeliyiz. Otokratlar ile böylesi göç anlaşması yapılmamalı!
Mülteciler ve onların kaçış nedenleri söz konusu olduğunda özellikle Alman hükümeti neden bu kadar önemsiz bir tepki veriyor ve bunun karşılığında Ukrayna gibi ülkelerden gelen mülteciler söz konusu olduğunda neden daha "insani ve şefkatli" davranıyor? Sizce Alman hükümeti mülteciler arasında birinci ve ikinci sınıf insanlar olarak ayrım yapıyor mu?
Ukraynalı mültecilere ve diğerlerine yönelik eşitsiz hizmet tüm Avrupa'da görülüyor ve sadece Almanya'nın bir tutumu değil. Ukrayna'da yaşamış üçüncü ülke vatandaşlarının Avrupa ülkelerinde herhangi bir koruma bulamadıkları gibi, bunun ırkçı iltica sistemlerinin yaşamın bir parçası olduğunu zaten gösteriyor. Kitlesel olarak bir milyondan fazla Suriyeli mültecinin Avrupa'ya doğru yola çıktığı 2015 yılında da bu Avrupa devreye girmiş olmalıydı. Aynı zamanda koruma arayan Ukraynalılar ile özelden ve ayrıntılı bir şekilde ilgilenmek, Avrupa devletlerinin insanlarını bir araya getirmek için siyasi iradeye sahip olmaları halinde nelerin mümkün olduğunu da gösteriyor. Bu Avrupa iltica sistemi reformu için bir model olmalı, Avrupa Kalesi'nden tamamen soyutlanma hayalleri değil.
Bireyin iltica başvurusunun dosyasına bakılıp bakılmamasına bağlı. Ülkesinden şiddet, işkence, ölüm veya açlıktan kaçan bir kişinin, geldiğinde dosyasına bakılmaması ve diğer geldiği transit devletler üzerinden “iltica hakkı"nın değerlendirmesi durumunda şansı ne kadardır? Bu düzenlemeyle göçün azalacağını düşünüyor musunuz?
Herkesin iltica başvurusunun bireysel olarak incelenmesini istemesi doğal hakkıdır. Fakat ortak Avrupa iltica sisteminde reform yapılmasına yönelik mevcut öneriler bu hakkı baltalıyor. Bu düzenlemenin daha az insanın Avrupa'ya kaçmaya çalışmasına neden olmayacağına inanıyorum. Bununla birlikte var olan yollardan daha çok tehlikeli olan ve daha da fazla ölümle sonuçlanacak başka yollara girebilirler.
Mültecilerin sınır dışı edilmelerinin veya ülkelerine geri gönderilmelerinin ana nedenleri nelerdir? Ulusal ve uluslararası alanda karar verenlerin bu gerekçelerini veya kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sınır dışı etmeler her zaman kişinin bir ülkede kalma hakkının olmadığı veya o ülke için tehdit oluşturduğu gerekçesiyle gerçekleşiyor. Bununla birlikte yaşam durumu veya aile durumu gibi ilgili hususlar karar gerenler için genellikle dikkate alınmıyor veya zulmün nedenleri inandırıcı gelmiyor. Ayrıca tehcirler her zaman zorlayıcı tedbirlerdir ve insanları yaşamlarından koparır. Alman sınır dışı etme uygulaması özellikle şiddet içermesi nedeniyle çeşitli kurumlar tarafından sürekli eleştiriliyor. Örneğin; sınır dışı edilmeyi bekleyen ve gözaltında olanların durumları daha fazla sıkılaştırmanın hedeflenmesi bu baskıdan etkilenenlerin haklarının Almanya'da ne kadar az korunduğunu gösteriyor.
Türkiye ve Irak dışında hangi ülkeler sözde "güvenli üçüncü ülke" olarak belirleniyor? Ülkeler nasıl ve hangi koşullar altında “güvenli üçüncü ülke” kapsamına alınıyor?
Bildiğim kadarıyla örneğin, Irak henüz “güvenli üçüncü ülke” olarak belirlenmedi. AB-Türkiye anlaşmasının bir parçası olarak Türkiye'nin, Suriye'den ve şimdi de Afganistan'dan gelen mülteciler için “güvenli” olarak sınıflandırılması çılgınca bir karar. Türkiye'nin bireysel kontroller yapmadan Suriyelileri Suriye'ye ve Afganları Afganistan'a sınır dışı ettiğine dair çok sayıda kanıt var. AB ve üye ülkeleri bu vahşeti umursamıyor. Gelecekte üçüncü ülkeleri “güvenli” olarak sınıflandırma standartları bile düşürülecektir. Bu durumda Cenevre Mülteci Sözleşmesi ile ilgili ülkelerde geçerli olup olmadığı önemli değil gibi görünüyor. Bunun yerine belirli alanlarda “etkili koruma” uygulanması yeterli oluyor. Bu teklifin gerçekleşmesini engellemeliyiz.
Çalışmalarınıza ve deneyimlerinize dayanarak önümüzdeki yıllarda Almanya'daki mülteciler ve ilticacılar için ne gibi tahminlerde bulunabilirsiniz?
CEAS reformuna karar verilirse bunun uygulanması yine bir kaç sene zaman alacak. Bu nedenle şimdilik Almanya'daki ilticacılar için tahminen sadece sınırlı değişiklikler olacaktır. Aynı zamanda Federal Hükümeti ulusal alanda sıkılaştırıcı önlemler almak istiyor. Fakat en azından bu Mayıs ayındaki sözde mülteci zirvesinde Federal ve Eyalet Hükümetleri tarafından kabul edildi. Bu örneğin diğer üçüncü ülkelerin "güvenli" olarak sınıflandırılmalarını veya sınır dışı edilmek üzere yeni tutukluluk gerekçelerinin getirilmesi için geçerlidir.
Tahminlerime göre bu sıkılaştırmalardan bağımsız olarak Almanya'da mültecilerin güvende olduğu da kesin söylenemez. Bu hayatın hemen hemen her alanında görülüyor ki ilticacıların barındıkları bazı kampların kilitlenebilir kapıları bile yok. Bu durum diğer kamp sakinleri ya da orada çalışanlar tarafından cinsel taciz ve tecavüz saldırılar için kullanılıyor. Ve güvenlik hizmetleri alanında kişiler tarafından uygulanan şiddet olayları tekrar ve tekrar yaşanıyor.
Mültecilere yönelik ırkçı saldırıların sayısı son aylarda keskin bir şekilde arttı ve geçen Ağustos ayında Dortmund'da 16 yaşındaki Mouhamed Lamine Dramé gibi mülteciler polis tarafından defalarca saldırıya uğradı ve hatta sonunda öldürüldü. İlticacıların tam olarak tıbbi bakıma ulaşmaları mümkün değil. Ve ayrımcı İltica Yardım Yasası kapsamında yalnızca kısmen sosyal yardımlar alıyorlar. Bu liste böyle devam ediyor…
Bu konu hakkında ulusal ve uluslararası insan hakları örgütleri ve mülteci örgütlerinden ve kendi partinizden beklentileriniz nelerdir? Almanya'daki diğer partilerden hangi talepleriniz var?
Reforma henüz karar verilmedi ve değişiklik yapmak için hala süremiz var. Federal Hükümeti ayrıca üçlü müzakerelerin sonunda reform önerilerine karşı oy kullanma kararı alabilir ve böylece onları geri çevirebilir. Bu nedenle var olan tüm aktörlerin artık Avrupa'da insan haklarına dayalı bir iltica politikası için kampanya yürütmelerini ve bu teklifte yapılacak değişiklikleri savunmalarını bekliyorum. Alman hükümetinin koalisyon anlaşmasında verdiği sözleri hatırlamasını ve AB Komisyonu'nun tekliflerinden uzaklaşmasını istiyorum.
***
Moria Kampı'nda 20 bin mülteci var
Moria Kampı 2023 yılında Yunanistan’da kurulmuş Avrupa’nın en büyük kampıdır. 2020 yılında göçmenlerin büyük isyanı sonucu neredeyse yıkılan kamp daha sonra tekrar onarıldı. Ağustos 2018'de, BBC’nin yayınına göre Moria Kampı, Sınır Tanımayan Doktorlar tarafından “Dünyadaki en kötü mülteci kampı" olarak adlandırılmış. Doktorlar; "Burada her gün tanık olduğumuz acıların seviyesini daha önce hiç görmedik" diye durumu basına açıklamışlardı. 3 bin kişilik kapasitesi olan kampta 20 binin üzerinden göçmen barındırılıyor.