Kürtçe konuşan kadınlara ayrımcılık

Kadın Haberleri —

Newroz Ünverdi

Newroz Ünverdi

  • “İstanbul’da Yaşayan Kürt Kadınların Anadilde Şiddet Başvuru Mekanizmalarına Erişimin Yerel Yönetimler Bağlamında İzlenmesi” raporuna göre Kürt kadınları, şiddete karşı savunmasız bırakılıyor. Kadınların yüzde 50’si Kürtçe konuştuğunda ayrımcılığa uğruyor, yüzde 25,5’i anlaşılmıyor ve yüzde 20,4’ü ise ihmal ediliyor. Ayrıca yüzde 94,7’si ise Kürtçe destek mekanizmalarından haberdar değil.
  • Kadın Zamanı Derneği üyesi Nevroz Ünverdi, “Anadilde hizmet mekanizmaları formalite. Madem Kürtçe destek mekanizması var ve etkin bir şekilde işletiliyor; o zaman Kürt kadınlarının bu mekanizmalara ulaşılabilirliği artırılmalı. Mekanizmaların yetersizliği ve işlevsizliği bir yaşamın son bulmasını, bir insanı çaresizlik duygusuna iterek ölüme mahkûm etmeyi beraberinde getiriyor” dedi.

MIHEME PORGEBOL

Ağustos ayı ortasında yayımlanan “İstanbul’da Yaşayan Kürt Kadınların Anadilde Şiddet Başvuru Mekanizmalarına Erişimin Yerel Yönetimler Bağlamında İzlenmesi” başlıklı rapor, İstanbul’da yaşayan Kürt kadınların şiddete karşı savunmasızlığını gözler önüne seriyor. Kadın Zamanı Derneği’nin Bağcılar, Beyoğlu ve Sultanbeyli ilçelerinde kadınlarla yaptığı görüşmeler ve belediyelerin ilgili merkezlerinden alınan verilerin analizi sonucu ortaya çıkan rapor, şiddete karşı başvuru mekanizmaların anadilinde olmasının önemine vurgu yapıyor.

Şiddetin biçimleri

Kadın Zamanı Derneği’nin edindiği bulgulara göre, kadınların en çok mağdur edildiği şiddet biçimlerinin ilk sırasında küçük görülmek, küfür, kıyaslanmak ve dalga geçilmek (yüzde 42) bulunuyor. Ardından sırasıyla tokat atılmak, itilip kakılmak, tartaklanmak, yaralanmak (yüzde 30,4), takip edilmek, dijital mecralarda zorlanmak (yüzde 11,6), çalışmasına izin verilmemek veya çalışmaya zorlanmak (yüzde 8,9), internet veya telefon üzerinden görüşmeye zorlanmak (yüzde 6,3), istemediği yer ve zamanda cinsel ilişkiye zorlanmak (yüzde 0,9) geliyor.

 

 

Yüzde 83,9’u başvuru yapmıyor

Kadınların yüzde 21,5’i şiddeti evli olduğu erkekten gördüğünü söylerken yüzde 20,3’ü ise ‘tanıdığı birinden’ gördüğünü söylüyor. Şiddetin geri kalanının yüzde 15,2’si babadan, yüzde 11.4’ü akrabadan, yüzde 10,1’i kardeşten, 6,3’ü polisten, yüzde 2,5’i patrondan, yüzde 2,5’i arkadaştan geliyor. Kadınların yüzde 1.3’ü şiddetin kaynağına dair cevap vermek istemezken yüzde 8,9’u da diğer kaynaklardan şiddet gördüğünü söylüyor. Daha korkunç olan durum ise kadınların yüzde 83,9’unun gördüğü şiddetten sonra herhangi bir kuruma başvurmaması.

Katili salan devlet şiddeti mi engelleyecek?

Kadın Zamanı Derneği üyesi Nevroz Ünverdi, görüştükleri kadınların çoğunun “Şiddet gördüğümde bir yere başvursam da bir şey değişmeyecek. Devlet katil ve tecavüzcüleri bile yargılamazken benim gördüğüm şiddeti mi engelleyecek?” dediğini, şikâyet dilekçeleri karakollar tarafından alınmayan kadınların, “Siz ailesiniz, aileler arasında böyle şeyler olur” denilerek geri çevrildiğini aktarıyor.

“Bu da bize işletilmeyen mekanizmaların kadınlarda, kurumlara ve orada çalışanlara karşı ciddi bir güvensizlik yarattığını ve kadınların maruz bırakıldığı şiddetten kurtulabilme cesaretini ortadan kaldırdığını gösteriyor” diyen Ünverdi, kadınların kurumlara güven duymadığını söylüyor.

 

 

Mekanizmalar ırkçılık üretiyor

Rapor, şiddete başvuru mekanizmalarının aynı zamanda nasıl bir ırkçılık mekanizmasına dönüştüğünü de gözler önüne seriyor. Buna göre kadınların yüzde 95,9’u Kürtçe bilgilendirme hizmetlerinin başvuru sürecini kolaylaştıracağını söylüyor. Ancak Kürtçe konuştuğunda kadınların yüzde 50’si ayrımcılığa uğradığını, yüzde 25,5’i anlaşılmadığını, yüzde 20,4’ü ise ihmal edildiğini söylüyor. Herhangi bir zorluk yaşamadığını söyleyen kadınların oranı ise yalnızca yüzde 4. 

 Şiddet karşıtı mekanizmalar formalite

Anadilde şiddete karşı başvuru mekanizmalarının yetersiz olduğunun altını çizen Ünverdi, “Türkiye’de şiddeti önleme mekanizmaları ve bu mekanizmaların yaygınlaştırılma çalışmaları bile etkin yürütülmüyorken egemen olmayan halkların dilinde mekanizmalara erişmek neredeyse imkânsız. Raporla aslında mekanizmaların ne kadar etkin uygulandığından ziyade var olup olmadıklarını ortaya çıkarmak, var olduğu iddia edilen yerlerde kadınların bu mekanizmalara erişim ve bilgi edinebilme koşullarını ortaya çıkarmış olduk” diyor.

Kadınlar hizmete ulaşamıyor

Çok da iç açıcı bir sonuç elde edemediklerini vurgulayan Ünverdi şu sonuçları gazetemizle paylaştı: “Görüştüğümüz belediyeler ilk başvuru aşamasında Kürtçe destek verdiklerini dile getirseler de o bölgelerde yaşayan kadınların hizmete erişebilmelerini sağlamıyorlardı. Bunun yanında kimi yerlerde başvuruyu alan kişilerin Kürtçe biliyor olması onları bu alanda ‘kullanılabilecek’ biri yapıyor. Başvuru alan kişiler farklı departmanlarda çalışan kişiler ve konuyla alakaları yok. Bu durum bize anadilde mekanizma işletilmesinin çok da önemsenmediğini ve birçok yerde formaliteden yapıldığını gösterdi.”

 

 

Sarmalın iki ucu: Katiller ve yetkililer

Mûş’un Malazgirt ilçesinde tecavüze uğrayan, şiddet başvurusu Malazgirt Jandarma Komutanlığı tarafından alınmayan ve kısa süre sonra da ateşli silahla katledilen Fatma Altınmakas’ı hatırlatan Ünverdi, hazırladıkları raporu ona ithaf ettiklerini söyledi.

Ünverdi, “Mekanizmaların yetersizliği ve işlevsizliği bir yaşamın son bulmasını, bir insanı çaresizlik duygusuna iterek ölüme mahkûm etmeyi beraberinde getiriyor. Bunun en açık örneği Fatma Altınmakas cinayetiydi” diyerek şöyle devam etti: “Bu cinayeti birçok kişi ve kurumun el birliğiyle işlediği bir cinayet olarak görüyoruz; çünkü Fatma Altınmakas’ın katledilmesi iki uçlu bir sarmalı açığa çıkarıyordu. Bu sarmalın bir ucunda Fatma’yı istismar eden ve onu katleden kişiler varken; diğer ucunda başvuru sırasında Kürtçe destek vermeyen yetkili, mekanizmayı işletmeyen kurum ve bunların hiçbirinin denetim mekanizmasını oluşturmayan devlet ve devlet yetkilileriydi. Bu mekanizmaların yetersizliği ve işlevsizliğinin en ağır sonucu kadınların hayatını kaybetmesi. Elbette bunun yanında birçok kadının şiddet alanına hapsedilmesi, kendini çaresiz ve şiddete katlanmak zorunda hissetmesine sebep oluyor.”

 

 

Yüzde 94,7’nin haberi bile yok

Rapora göre kadınların yüzde 94,7’si Kürtçe destek mekanizmalarının varlığından da haberdar değil. Bunun nedenlerini sorduğumuz Ünverdi, sorumluluğun yerel yönetimlerde olduğunu söylüyor: “Madem Kürtçe destek mekanizması var ve etkin bir şekilde işletiliyor, o zaman yerelde yaşayan Kürt kadınların bu mekanizmalara ulaşılabilirliği de artırılmalı. Sorumluluk da yine bu mekanizmaların etkin işletildiğini iddia eden kurumlarındır. Resmi görüşmelerde birtakım kurumların Kürtçeyi kapsayacak şekilde çok dilli mekanizmalar işlettiğini söylemesine karşın mahallede, sokakta ve o bölgede yaşayan kadınların çok büyük bir çoğunluğunun bundan haberi yok. Yüzde 94,7’lik oran da bunun en somut örneği oldu sanırım. Aslında bu durum bir noktadan sonra yapılan işin sadece yapmak için yapıldığını ortaya koyuyor. Çünkü mekanizmaların amacı kadınların hayatlarını kolaylaştırmak, kendilerini anadilleriyle daha iyi ifade edebilmelerini sağlamakken, kadınların böyle bir hakları olduğunu bilmemeleri, bu konuda bilgilendirilmemeleri bizlere kurumların Kürt kadınlar için çözüm odaklı olmadıklarını gösteriyor.” 

Erkekler, yetkililerden güç alıyor

Hane içerisinde yaşanan şiddetin artmasında kadın kazanımlarının siyasiler tarafından hedef alınmasının da payı olduğunu vurgulayan Ünver, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Türkiye’de kadınların çok uzun yıllar verdiği mücadele sonucu uluslararası alana kazandırılan bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması, yürürlüğe girmesi, uygulanması, etkin uygulanmaması ve en nihayetinde imzanın geri çekilmesi süreci ortalama 10 yıl sürdü. 10 yıl içerisinde kadına yönelik hane içerisinde yaşanan şiddetin istatistiklerine bakarsak, aslında kadınların bir kazanımı olan sözleşmenin etkin uygulanmaması ve imzanın geri çekilmesi süreçlerinde en yüksek seviyelerde olduğunu görebiliriz. Bunu somut olarak daha iyi anlayabilmemiz için Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Anıt Sayaç’ın yıllık çetelelerine bakabiliriz. Yetkililerin saldırı mahiyetinde olan söylem ve pratikleri erkeklere güç veriyor. Sözleşmeye ve kadınların yasal kazanımlarına dönük dilde başlayan saldırılar kadınların yaşamına pratik şiddetle giriyor.

Cesaret ve cesaretsizlik arasında

Ayrıca kadınların siyasi ve hukuki kazanımlarının olması ve bunların etkin uygulanması hem cesareti hem de cesaretsizliği beraberinde getiriyor. İlki cesaret; kadınlar bir kazanımları olduğunu ve bunlardan faydalanabileceklerini bildikleri noktada şiddete itiraz edebiliyorlar. Yanlış anlaşılmasın; siyasi ve hukuki mekanizmalar işletilmese de kadınlar şiddete boyun eğmiyor, fakat işletilmesi durumunda kurumlara karşı bir güven geliştiği için şiddeti reddetme oranları artıyor. İkincisi ise cesaretsizlik. Şiddet failleri, kadınların kazanımları olduğunu ve tüm bu kazanımların mekanizmalara yansıtılıp etkin uygulandığını, cezasızlık politikalarının olmadığını anladıkları noktada aile/hane içi şiddetin azaldığı gözlemleniyor. Erkek, şiddete cesaretsizlendirilmiş oluyor.”

 

* * * 

Devletin bütünlüğü için erkek şiddeti

Kadın Zamanı Derneği’nin hazırladığı raporda “Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere bağlı kalınmalı ve şiddeti önleme mekanizmalarının uygulayıcıları, mekanizmaların işletildiği kamu kurumları ve kurum yetkililerinin bu ilkeler doğrultusunda sorumluluk almalı” ifadelerine de yer veriliyor.

Senelerdir herkes tarafından dile getirilen bu gerçekliğin devlette neden karşılık bulamadığını sorduğumuz Nevroz Ünverdi, “Devletin buna ikna olmamasının altındaki en önemli gerekçe devletin, savaşı, kaosu ve saldırıyı odağına alan bir hale bürünmesidir. Bir sözde savaş ve alarm durumunda herkesi çok hızlı sorumluluk almaya iten ve tüm mekanizmaları bu uğurda kullanan yetkililer mesele kadına yönelik şiddeti önlemek olunca kulaklarını tıkıyorlar. Çözüm üretmek yerine şiddete maruz bırakılan kadınlar gittikleri karakolda, başvuru merkezlerinde, adliyelerde ikinci bir psikolojik şiddete maruz kalıyor ve çaresiz oldukları hissettirilerek şiddet alanına geri gönderilmeye çalışılıyorlar. Bunun altındaki gerekçeler, kadınlar tarafından şöyle okunuyor; Türkiye’nin tarafı olduğu sözleşmelere bağlı kalması halinde uygulamada daha eşitlikçi ve demokratik olmasını gerektiriyor. Bunun yanında devletin şimdiye kadar yapılan tüm hukuksuzlukların da sorumluluğunu almasını zorunlu kılıyor. Fakat Türkiye tüm bu ‘yeni şeylere’ karşı duruyor. Erkeklik, şiddet, ırkçılık ve dincilik üzerinden kurduğu bütünlüğün bozulmasını istemiyor” diyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.