Kürdistan hakikati

Demir ÇELİK yazdı —

  • Şark Islahat Planı ile başlayan Kürdistan üzerindeki sömürgeci politika değişen hükümetlere rağmen değişmeden bugüne kadar devam edegelmiştir. Cezalandırma yetkisi dün umum müffetişliklerdeydi, bugün de kayyumlardadır. Değişen sadece isimler ve uygulamanın dozudur.
  •  Egemen devletlerin, ‘iç ve dış tehdit’ diyerek Kürtleri hedefe koymaları, ‘ülkenin bölünmez bütünlüğüne kastediyorlar’ diyerek Kürtleri ‘terör’ yaftasıyla kriminalize etmeleri sonucu, Kürt karşıtı savaşlarına meşruiyet kazandırıyorlar.

Geçen hafta Kürtlerin başına 150-200 yıldır gelmedik kötülüklerin kalmadığını yazmıştım.Bu hafta bu zulme ve kötülüklere kaynaklık eden en büyük nedenin Kürdistan’ın sömürge olması üzerinde duracağım.

Selçukluların 1071’de Kürdistan’ı işgali ile başlayan bu süreç, 500 yıl boyunca farklı Türk beyliklerinin egemenliği altında sürmüş. En nihayetinde 1473 tarihinde Otlukbeli savaşı sonunda egemenlik Akkoyunlulardan Osmanlılara geçer. 1514 Çaldıran Savaşı ile Rojhilat Kürdistan’ı Safevi egemenliğinde kalırken, büyük Kürdistan parçası 1916 Sykes- Picot antlaşmasına kadar Osmanlı’nın işgal ve ilhakı altında kalır.

Osmanlı’nın Avrupa’nın modern sömürgeci politikalarına öykünmesi sonucu merkeziyetçi politikalar uygulamaya başlamasıyla Kürt beyliklerinin kısmi özerkliği, 1836 Islahat Fermanı sonucu dağıtılır. Kürtlerin bu uygulamaya itirazları birçok ayaklanmaya neden olur. Bunlardan en önemlisi 1847 tarihinde Mîr Bedîrxan ayaklanmasıdır. 1850’lerde Şafi-Sünni Kürtlerin öz-yönetimlerini dağıtan Osmanlı, Dersim özerk eyaletini ortadan kaldırmak ve dağıtmak üzere ‘çıbanbaşı’ diyerek onlarca rapor hazırlar, onlarca kez saldırı ve katliam seferi içinde olur. Osmanlı bürokratları tarafından hazırlanan bu raporlar, Dersim’de yaşayan Raa/Reya Heq Kürtlerini bir yandan inancı düzeltilmesi gerekenler diyerek itibarsızlaştırırken, diğer yandan da ‘medenileştirilmesi‘ gereken vahşiler diyerek ortadan kaldırılmasına gerekçe oluşturuyor, toplumda katliam ve soykırımlarına rızalık üretiyordu. Açıkçası Dersim‘i kötülüğün kaynağı, değersiz, ahlaki kuralları olmayan toplum yaftası yapıştırılarak ortadan kaldırmaya, bellek ve hafızasını silmeye bakar Osmanlı. Osmanlı‘dan bu geleneği devralan Türk devleti de Türkçü-Sunni Hanefi bir bellek ve hafıza yerleştirmeye çalışır.

Birinci paylaşım savaşı sürecinde, Müslüman Kürtler, ağırlıklı olarak Osmanlı’nın İslam kardeşliği söyleminin etkisi ve İslam Halifesi’ni dönemin emperyalistlerine karşı sahiplenme duyarlılığı nedeni ile bağımsızlıktan yana tavır almazlar. Bu yaklaşım sonucu Koçgiri direnişçileri yalnız kalır ve kaybeder. Kemalist devlet İslam kardeşliği söylemi ile Sünni ve Şafi Kürtler‘de rızalık üretirken, Kürt Alevilerine de Türk olduklarını söyleyerek yönetimine rızalık üretiyordu. Türk devleti, Selçuklu ve Osmanlı devlet geleneğini esas almış, homojen ulusu ‘medeni‘ Türklerden oluşturmak üzere tekçi ve ırkçı Türkçü ve Sünni İslam‘ı Kürtlere ve Alevilere dayatır. Kürdistan’a ‘sömürgem’ diye yaklaşmış, Kürtleri ve Alevileri ‘medenileştirilmesi‘ gereken mahluklar olarak yaftalamıştır. Şark Islahat Planı ile başlayan Kürdistan üzerindeki bu sömürgeci politika değişen hükümetlere rağmen değişmeden bugüne kadar devam edegelmiştir. Sömürgeyi umumi müffetişliklerle yönetme, Anayasada olmayan özel yetkilerle donatma ve mümkünse Kürtleri ortadan kaldırma, geri kalan Kürtleri yatılı okullar, kışla ve camiler aracılığıyla asimile etme, itaat etmeyen itiraz edenleri idam etme, hapis, sürgün yolluyla cezalandırma yetkisi dün umum müffetişliklerdeydi, bugün de kayyumlardadır. Değişen sadece isimler ve uygulamanın dozudur. Özünde değişen bir şey söz konusu değildir.

Değişmeyen bu sömürgeci politikayı dönemin başbakanı Fevzi Çakmak(1920-1921); “Türk toplumu içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra yavaş yavaş Türk hukuku uygulanmalıdır“ diye açıklar. Çakmak’a göre Kürtlük yok edilinceye kadar sömürge hukuku uygulanacaktır. 1924-1930 yıllarında Adalet Bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt ise; "Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler" der. 1931’de Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak, Dersim‘de yapılması gerekenleri raporlaştırır. Bu raporunda:

“Islahat bir takvime göre aşama aşama uygulanmalı, Anayollar yapılmalı, silahlar toplanmalı, ocak ve aşiret yapısı bir daha gelmemek üzere Batı Anadolu’ya sürülmeli. Dersim halkı da kendi ağaları, din adamları ve aşiret reisleri ile irtibatı kurmayacak şekilde çok uzaklarda, ovaların Türk köylerine serpiştirilmeli. Dersim’de yerli memurlar görevlerinden alınmalı, yerlerine ‘en iyi memurlar’ konmalı. Propaganda yoluyla ve zorla Türklük telkini yapılmalı. Türklük içinde Dersim’in eritilmesi. Dersim’e “koloni” olarak bakılması. Türk hukuku”na göre değil, “koloni” olarak yönetilmesi. Yüksek idare memurlarına “koloni idareleri”ndeki yetkilerin tanınması. Dersimli okşanarak kazanılmaz. Silahlı kuvvetlerin müdahalesi, Dersimliye daha çok tesir yapar ve iyileştirmenin esasını oluşturur“ der.

Anlaşılacağı üzere Şark Islahat Planı’nın ruhu tüm Kemalist kadroların temel klavuzudur. Bu ruh Kürdistan’ın sömürge olduğu, Kürtlerin ve Alevilerin de Türklerin kölesi olduğu ideolojik saplantısıyla Türkiye‘de oluşan bir toplumsallık söz konusudur. Bu toplumsallığın vücut bulduğu asker-sivil bürokrasi ve siyasi elit, bu nedenle Kürtlerin ve Alevilerin kolektif haklarına kapalı, inkar, asimilasyon ve katliamda ısrarcıdırlar. Kürdistan son 200 yıldır gizli raporlarlarla görevlendirilen umum müffetişler, valiler, kaymakamlar ve asker- sivil bürokrasi üzerinden Şark Islahat Planı uygulamasına benzer uygulamalara tabi tutulmuştur. Olağanüstü hal, sıkıyönetim, özel timler, jitem ve kayyımlarla Kürdistan‘da esas olan hukuk, hep sömürge hukuku olmuştur. Kemalist devlet, Osmanlı Devleti gibi Dersimli Alevi-Kürtleri ahlaksız mutlak kötüler olarak yaftaladı ve yok etmenin her tür yolunu kendisine hak gördü. Yok edemediklerini ise Kızılbaşlıklarından ve Kürtlüklerinden kaçmaları için olmadık yalan ve iftiralarla itibarsızlaştırmanın kültürel başkalaşımı içinde oldu hep.

Kürdistan karşıtı strateji ile hareket eden devlet, Kürt sorununu özel savaş politikalarıyla toplumu yönetmenin aracı olarak görmüştür. Hegemonik güçler ise Kürt sorununun çözümsüzlüğünü kendi stratejilerine göre araçsallaştırma ve manipülasyon aracı olarak yaklaşmışlardır. Ortadoğu’da dört devletin ilhakına peşkes çekilen Kürdistan, tarihi, sosyolojik ve coğrafi parçalanmışlığın neden olduğu uluslaşamama hali bölgesel ve küresel güçlerin çözümsüzlükte ortaklaşmalarına zemin oluşturur. Egemen devletlerin, ‘iç ve dış tehdit’ diyerek Kürtleri hedefe koymaları, ‘ülkenin bölünmez bütünlüğüne kastediyorlar’ diyerek Kürtleri ‘terör’ yaftasıyla kriminalize etmeleri sonucu, Kürt karşıtı savaşlarına meşruiyet kazandırıyorlar. Bu sayede ulus- devlet despotizminin sürdürülmesinin gerekçesini oluşturabiliyor, toplumu iç düşmana karşı konsolide edebiliyorlar. İşte bütün bu nedenlerden dolayı tekçi, inkarcı, katliamcı ve soykırımcı bu zihniyet deşifre edilmeli, Demokratik Toplum’u inşa etme öncelikli görev olmalıdır. Kürtlere dayatılan savaş olmadan Türkiye’deki katı ulus- devlet yapılanmasının varlığını sürdüremeyeceği gerçeğini bilince çıkarmalıyız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.