Esas olan mücadeledir
Demir ÇELİK yazdı —
- Birleşik ve ortak mücadele ile faşist saldırıları püskürtebilir, demokratik toplumu inşa edebiliriz. İnkarcı, katliamcı ve soykırımcı zihniyetin mücadele olmaksızın kendiliğinden haklarımıza saygı göstermeyeceğini tarihimizden çıkaracağımız en temel derstir.
Sovyet Sistemi’nin yıkılması sonrasında başlayan ve bugün de sürmekte olan Üçüncü Dünya Savaşı, küresel sermayenin ulus-devlet statükoculuğuna şekil verme savaşıdır. Çünkü katı merkeziyetçi ulus-devletler; küresel sermaye ve teknolojik gelişmelerin önünde engel olmaktaydı. Küresel tekelci sermaye, bu engellin katı ve koyu olanlarını ortadan kaldırmaya, daha esnek olanlarına ise biçim verme ve dönüştürme savaşını 35 yıldır sürdürüyor. Birinci paylaşım savaşında Ortadoğu’da ileri karakollar olarak oluşturduğu ulus-devletler kendisine ayak bağı olunca onları dağıtma, kendisine ve stratejisine hizmet eden yeni devlet formlarına dönüştürmenin savaşıdır da.
ABD, Saddam Hüseyin’den başlayarak Kaddafi ve Esad rejimleri gibi tekçi, katı merkeziyetçi ulus-devlet yapılarını dağıtırken öte yandan da Ortadoğu’yu İsrail aracılığıyla denetimine ve kontrolüne almaya çalışıyor. Bu amacı gerçekleştirmek üzere 7 Ekim 2023 İsrail-Hamas Savaşı ile Avrupa- Hindistan enerji yolunun güvenliğini sağlamak üzere bölgede denetim dışı kalan vekil örgütlere dönük İsrail üzerinden siber savaş yöntemini devreye koydu. Artık yeni bir durum ve yeni uluslararası konjonktür söz konusudur. BAAS rejimlerini engel görenler, yasama organının işlevsiz kılındığı, yargı ve yürütmenin tek adam rejimini sürdürmenin aparatlarına dönüştürüldüğü Türkiye bu sürecin sancılarını yaşamaktadır. Ya kendisini demokrasiye açık hale getirerek, değişim ve dönüşümü yaşayarak çöküşten kurtulacak ya da çözümsüzlükte ısrarın sonucu olarak muadillerinin başına gelenlerden azade kalamayacaktır.
1916 tarihinde Sykes- Picot antlaşması ile ulus-devletlerin işgal ve ilhakına peşkeş çekilen Kürdistan, günümüz uluslararası konjonktüründe büyük olanak ve imkanlarla karşı karşıyadır. Türk devleti bu olanak ve imkanları kendisi için tehlikeli ve riskli gelişme olarak gördüğü için “İç Cephe Tahkimi” diyerek Kürt Halk Önderi ile görüşmek zorunda kaldı. İçeride ekonomik ve siyasi kriz, dışarıda büyüyememe, aksine Bakûr Kürdistan parçasını kaybederek küçülme ihtimalini uzaklaştırmak adına Kürtleri ve Kürt Siyasal Hareketi’ni yeniden hatırlamak durumunda kaldı. Çaresizliklerini gizlemek ve güçlü olduklarının imajı ve algısını oluşturmak için "PKK şartsız, koşulsuz kendisini fesh etmeli, silah bırakmalı” demelerine bakmamak gerekiyor. Hatta Bahçeli daha da ileri giderek “… 4 Mayıs 2025 Pazar günü Malazgirt’te DEM Partili Belediye Başkanlarının yardımıyla PKK kongresini toplayarak fesih tartışmalara son noktayı koyması ve bu işi bitirmesidir” diyerek acelelerinin olduğunu ifade etmeye çalışıyor.
Halbuki 27 Şubat çağrısı; Kürt sorununun demokratik siyaset ve hukuk temelinde, yerel özerkliğe dayalı çözümünün çağrısı olmasının yanı sıra Türkiye'nin demokratikleşerek bu süreci büyük kaybetmeden atlatmasına da fırsat veren bir çağrıdır. Bunu da Barış ve Demokratik Toplum diye kısaca formüle etmişti Sayın Abdullah Öcalan. Barışa ve Demokratik Toplum’a giden yolda yapılması gereken ilk adım yol temizliği ise ikinci adım da, demokratik ve hukuki düzenlemeleri yapmak, süreci yasal ve anayasal güvenceye kavuşturmaktı. Bunları yapmak yerine; “Çağrı oldu, hemen kongre tarihi belirlesin, kongresini toplasın, kendisini feshetsin, silah bıraksın” demek işi yokuşa sürmek demektir. İttihat Terakki ile başlayan, ulus-devlet ile devam eden 150 yıldır Kürtlerin başına gelmedik kötülük bırakmayan bu zihniyete, hiçbir şey yapmayan, yapmak istemeyen iktidara Kürtler nasıl güvenecek? Kürtlerin yüzyıllardır yaşadığı bu zulmün neden olduğu derin siyasal ve sosyal travmalar orta yerde duruyorken, hiçbir adım atmadan, Kürt’ün kendisine Harakiri yapmasını kim Kürtlerden bekleyebilir?
“Osmanlı’da oyun çoktur” sözü boşuna söylenmemiştir. Koçgiri, Şeyh Said, Ağrı, Zilan ve Dersim soykırımlarında hile ve oyunlarla dolu kirli bir geçmişi var bu devlet geleneğinin. Bundandır ki Sey Rıza, “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu. Ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” tarihi sözünü söylemek durumunda kalmıştı. Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç; iktidarın asıl amacı Kürtlerin ulusal değerlerini ortadan kaldırmak, tasfiye etme amaçlı soykırımcı zihniyeti ile soruna ve sürece yaklaştıkları gerçeğidir.
PKK, süreç demokratik ve hukuki zeminde yürütülsün diye1 Mart'ta ateşkes ilan etti. Devlet buna rağmen saldırı ve yönelimlerinden vazgeçmedi. Her gün havadan ve karadan Kürdistan dağlarını bombalamaya devam etti, ediyor. Hatta, “barışın inşası için çift taraflı ateşkes olmalı…” diyenlere Yaşar Güler; “Nereden çıktı bu ateşkes. Biz savaşmıyoruz ki, bize ateşkes ilan ediliyor, bizden ateşkes isteniyor” diye verdiği bu cevap, devletin barıştan ve demokratik toplumdan ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Bu söylem ve yaklaşım, iktidarın Kürt sorununu bir ulusun temel haklar sorunu olarak görmediğini, sorunu ‘terör’ parantezine indirgeme anlayışında ısrar ettiğini gösteriyor. 45 yıldır Kürt’e karşı yürütülen bu savaşta 50 bin insan yaşamını yitirmiş, ekonomik kaynakları çökmüş, 4 trilyon doların hiç edilmesi nedeniyle bugün 30 milyon insan açlık yoksulluk cenderesinde olmasının, toplumun cinnet halini yaşıyor olmasının nedeni savaş değil de nedir?
Kürt savaşını fırsat bilip Musul-Kerkük’e kadar coğrafyamı genişleteyim derken, Bakûr’u kaybetme riski ile karşı karşıya olan iktidar, faşizm deli gömleğini topluma dayatıyor. Kürtleri, Alevileri, Baroları, Mimar Mühendisler Odası, Tabipler Odası başta olmak üzere kendisine muhalif olan toplum kesimlerine saldıran, tasfiye etmeye çalışan iktidar, şimdi de CHP’ye siyasi darbe ile şekil vermeye, kendisine biata zorluyor. Sınırsız yetki sahibi tek adam diktatörlüğünün Anayasa’yı, AİHM’ni, AYM’ı tanımayan, hak mücadelesini yürütenleri ‘terör’ parantezinde itibarsızlaştıran, düşman hukukunu uygulayan zihniyet sahiplerinin iktidarı koşullarında, barış ve demokratik toplum inşası zordur. Ancak bu yolda verilecek mücadele meşrudur. Yapılması gereken egemenin insafına sığınmadan ortak yaşam için mücadele etmektir.
Biz toplumun çoklu kimliğinin, çoklu kültürünün ortak yaşamını savunurken, iktidar kent uzlaşısını terörize ediyor, hedef alıyor, saldırıyor. Oysa kent uzlaşısı, barış ve kardeşliğin ete kemiğe bürünmesi, Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanda demokratik topluma giden yolun ilk adımı ve temel harcı olmaktaydı. Halkların demokrasi asgari proğramı etrafında yan yana gelmelerinin siyasal duruşu, pratik adımıydı kent uzlaşısı. Terörize edilenin aksine bu süreçte tereddüt etmeden, ikilem ve ikircikli davranmadan faşizme karşı, tüm demokrasi güçleri ile birlikte ortak mücadele esas olandır. Birleşik ve ortak mücadele ile faşist saldırıları püskürtebilir, demokratik toplumu inşa edebiliriz. İnkarcı, katliamcı ve soykırımcı zihniyetin mücadele olmaksızın kendiliğinden haklarımıza saygı göstermeyeceğini tarihimizden çıkaracağımız en temel derstir.