Muhalefetin “Türk” hali…

Cihan DENİZ yazdı —

  • Acı olan Türkiye’de muhalif siyasetin her kırılma anında aynı tuzağa düşerek Kürt mücadelesini kendi mücadelesine yabancılaştırmayı başarması ve bu şekilde aslında büyük potansiyeller taşıyan mücadele dinamiklerini boşa çıkarmasıdır.
  • “Türk” mefhumu, “İtalya’yı kurduk, şimdi sıra İtalyanları yaratmakta” sözünde ifade bulan anlamda, yaratılmış bir “tahayyüldür.” Bu tahayyül, kendi tanımladığı “Türk” olma sınırının dışında kalanlara karşı inkara, inkar edemediği oranda da nefret ve düşmanlığa dayanmaktadır.

Bugün iktidarın en büyük şansı, yaşadığı tüm krizlere rağmen varlığını sürdürmeyi başarabilmesinin en temel nedeni ne sahip olduğu zor aygıtı, ne de kendisine gündemi dilediği gibi yönlendirme imkanı veren medya gücüdür.

Bugün hala iktidar varlığını sürdürebiliyorsa bunun en temel nedeni muhalefetin geniş bir kesimine hakim “Türk” olma halidir.

Bu “Türk” olma hali, dün olduğu gibi bugün de muhalefetin mücadele enerjisini emmekte, en temel talebi demokrasi, özgürlük, adalet ve refah olan geniş kitlelerin öfkesinin odağının yaşanan sorunların gerçek kaynağından başka yerlere kaymasına sebep olmaktadır. Ve bu odak kayması da aslında bir arada mücadele etmesi gerekenlerin birbirine yabancılaşmasına, hatta sorunlarının gerçek kaynağı ile değil, birbirleriyle karşı karşıya gelmelerine yol açmaktadır. Sonuç ise ödenen onca bedel ve çekilen acıya rağmen ezilenler adına ciddi hiçbir kazanım elde edilememesidir.

Tabii ki burada “Türk” ile bir halk veya ulus olarak Türkler kastedilmemektedir. Eğer bir insan ırkçı değilse, demokrasi ve özgürlük düşüncesinden az biraz nasiplenmişse, kendi kültürüyle, kendi gelenekleriyle, Türkler ile, bir ulus olarak, bir halk olarak, coğrafyanın diğer tüm halkları ve ulusları ile olamayacağı gibi, kimsenin bir derdi, bir sorunu olamaz.

İki yüz yıla yakın bir süredir Kürt halkı ve mücadelesinin kendisine iki yüz yıldır ilk önce Osmanlı sonra da Türkiye Cumhuriyeti eliyle yaşatılan tüm acılara rağmen, sistematik olarak maruz bırakıldığı inkara rağmen, bir halk olarak “Türk” ile bir sorunu olmadığını görmek için çok derin analizlere gerek yoktur. En karanlık anlarda bile Kürtler Türk halkını hedef alan, halk arası çatışmaları tetikleyecek eylemler içinde olmamışlardır. Tersine Kürt siyaseti, tüm kademeleriyle, tüm mücadele tarihleri boyunca, sadece Kürdistan’da değil, Türkiye’nin tamamında demokrasi ve özgürlük rejimi hakim olmadan Kürt Sorunu’nun kalıcı bir şekilde çözülemeyeceğinin bilincindedir. O nedenle de tüm stratejik hamlelerini merkezinde halkların ortak mücadelesiyle tüm coğrafyanın demokratik dönüşümünün önünü açma hedefi yatmaktadır. Muhalefetin bir kesimi bunu tam olarak idrak etmese, bir kısmı da bundan rahatsız olsa da, Kürt siyasetinin bu stratejik yönelimini en iyi anlayan bizzat iktidardır. Bu nedenle de iktidar her türlü manevra ve baskıyla Kürt siyaseti ile Türkiye’deki muhalefet güçleri arasındaki bağı koparmaya çalışmaktadır.

Acı olan Türkiye’de muhalif siyasetin her kırılma anında çok açık bu örüntüye rağmen aynı tuzağa düşerek Kürt mücadelesini kendi mücadelesine yabancılaştırmayı başarması ve bu şekilde aslında büyük potansiyeller taşıyan mücadele dinamiklerini boşa çıkarmasıdır.

Aynı şekilde, zihinlerde devlet ve iktidar olgusuyla mutlak bir kopuş yaşanmadığı için, diğer bir ifadeyle “Türklük” üzerinden iktidar ile muhalefet arasında her daim bir bağ mevcut olduğundan, örneklerini coğrafyanın siyasi tarihinde sıklıkla gördüğümüz gibi, Kürt mücadelesinin yükseldiği anlarda onun mücadelesini destekleyerek tüm coğrafyada demokrasi ve özgürlüklerin hakim olmasının önünü açmak yerine Kürt mücadelesinin karşısında iktidarın yanında yer almaktadırlar.

Diğer bir ifade ile, Türkiye’deki muhalefetin geniş kesiminde tam olarak olmayan şey; Türk, Kürt ile sınırlı da olmadan coğrafyanın halkları, inançları, kadınları ve diğer ezilen kesimleri arasında kurulacak karşılıklı tanıma ve eşitliğe dayanan, hiçbir tarafın diğerini ötekileştirmediği, kimsenin diğerinin haklı ve meşru taleplerini görmezden gelmediği, kimsenin kimsenin “hamisi” olmadığı bir mücadele anlayışıdır. Muhalefetin “Türk” olma hali dediğimizde kast edilen işte bu yokluk halidir.    

Bu anlamıyla “Türk” mefhumu, bu coğrafyadaki ulus devlet inşa sürecinde, tam da İtalya’daki uluslaşma sürecinde, bu sürecin öncülerinden birinin söylediği “İtalya’yı kurduk şimdi sıra İtalyanları yaratmakta” sözünde ifade bulan anlamda, yaratılmış bir “tahayyüldür.” Bu tahayyül, kendi tanımladığı “Türk” olma sınırının dışında kalanlara karşı inkara, inkar edemediği oranda da nefret ve düşmanlığa dayanmaktadır. Bu tahayyül içinde bırakın siyasi bir özne olarak var olmayı, en yalın halleriyle bile ne Kürt’e, ne Alevi’ye, ne kadına ne LGBTİ’ye, ne solcuya, ne devrimciye yer yoktur. Sınırları sorgulayan Türk bile “vatan haini” olarak damgalanıp bu “Türk” olma sınırının dışına atılmaktadır.

Bugün de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile başlayan eylemlerden yansıyan kimi görüntüler, verilen kimi mesajlar tam da bu “Türk” olma halinin hala bir tehdit olarak varlığını sürdürdüğünün ve ezilenlerin mücadelesini parçalama potansiyeli taşıdığının kanıtıdır. 

Bunun panzehiri ise radikal demokrasi anlayışıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.