Yasaklara, tecride inat yaşasın barış ve özgürlük
Cihan DENİZ yazdı —
- Türkiye’nin raydan çıkması ve sürekli bir kriz sarmalı içine sürüklenmesinin başlangıcı noktasının Dolmabahçe Mutabakatı’nın ortadan kaldırılması ve İmralı’da devreye konan tecrit olduğunu gören Kürtler ve dostları her türlü baskıya karşı demokrasi ve özgürlükler için "tecride hayır" demeye devam edecektir.
Türkiye halklarının en acil gündemi barış.
Bu coğrafyada yaşanan en basitinden en karmaşığına, en hafifinden en ağırına tüm sorunların dönüp dolaşıp düğümlendiği yer Kürt sorunundaki çözümsüzlük ve buna bağlı olarak da iktidar eliyle toplumun içine sürüklendiği savaş ve şiddet sarmalıdır.
Hangi soruna bakarsanız bakın altından mutlaka Kürt sorununda çözümsüzlük ve savaş gerçeği çıkacaktır.
Sistemden beslenen bir avuç asalak ve iktidarın göz yumduğu, kolladığı çeteler hariç, ister iktidara oy vermiş olanlar olsun ister muhalefet partilerini destekleyenler olsun herkes yoksulluktan, alım gücünün her gün biraz daha düşmesinden şikâyetçi.
Ama Kürtler ve dostları dışında neredeyse kimse yaşanan yoksullukla Kürt sorunundaki çözümsüzlük arasındaki ilişkiyi görmüyor; Kürt sorununda savaş ve şiddet politikalarında ısrarın ekonomiyi sürüklediği uçuruma gözlerini kapatıyor. Binlerce gencin öldüğü yaralandığı bu çözümsüzlük siyaseti sonucu ezilenler fakirleşirken bir kısım yandaşın ceplerinin servetlerine servet kattıkları üzerine düşünmüyor.
Aynı şekilde herkes yargıdan siyasete, medyadan akademiye ülkenin dört bir yanını sarmış ve toplumu her gün daha da zehirleyen çürüme ve kirlenmeden şikayetçi. Ama bu çürüme ve kirlenmenin, tıpkı 90’larda olduğu gibi, savaşın yarattığı kirli düzenin bir sonu olduğunu anlamak istemiyor.
Yargının siyasallaştırılarak iktidarın muhalifler üzerindeki sopasına dönüşmesinden şikayetçi olanlar dün aynı yargının Kürtler üzerindeki keyfiliğini ya alkışlıyordu ya da en iyi ihtimalle sessizlikle geçiştiriyordu.
Toplumu için için kemiren ırkçılık ve yabancı düşmanlığı da, Kürt sorunundan bağımsız değildir. Yıllarca iktidar eliyle Kürtlere karşı kışkırtılan ırkçılığın doğal bir sonucudur. Kürt karşıtı ırkçılık toplumun bazı kesimlerinde siyasi söylemin o kadar sıradan ve olağan bir parçası haline gelmiştir ki, artık ister iktidar ister muhalefet açısından siyaset bir kesime kimliğinden dolayı ırkçılık ve ayrımcılık yapılmadan düşünülemez hale gelmiştir.
Özcesi, her yolun Roma’ya çıkması gibi her sorun Kürt sorununa çıkıyor.
Ama görene…
Sorun bugünkü haliyle iktidardaki AKP-MHP ve Ergenekoncu kimi kesimler arasındaki ittifakın eseri olduğundan ve bizzat bu çözümsüzlüğün kendisi bu ittifakın varlık nedeni olduğundan, iktidarın stratejik aklı tutumunu değiştirmediği sürece, iktidarın derdinin çözüm değil, çözümsüzlüğün devamı olması işin tabiatı gereğidir. İktidar inkar, baskı, çarpıtma, yasaklama yoluyla konuyu toplumun gözünden uzak tutmaya çalışmaktadır. Yaşanan krizler ile Kürt sorunu arasındaki bağın toplumca görülmemesi adına toplumu milliyetçi söylemlerle zehirlemektedirler. Diğer yandan da Kürt sorununa barışçıl ve onurlu bir çözüm isteyenler üzerindeki baskıyı yoğunlaştırmakta, baskı ile bu sesin topluma ulaşmasına engel olmaya çalışmaktadırlar.
Ama asıl trajedi Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün ülkeyi ve toplumu nasıl bir uçuruma sürüklediğini görmeyen, göremeyen, görmek istemeyen “Türk” muhaliflerinin ve aydınlarının durumudur. Sözde iktidara muhalifler ama mevzu bahis Kürtler olduğunda birçoğu iktidardan bile daha Kürt karşıtı bir pozisyon almaktan çekinmemektedir. Bu siyasi körlük ile sözde muhalefet ediyoruz derken iktidarın tüm otoriter ve totaliter politikalarının bir uzantısına dönüştüler. Hâlbuki, bir iktidar sözcüsünün yıllar önce söylediği ve aslında bugün gelinen noktayı çok iyi özetleyen “Cizre’ye nasıl girdiysek ODTÜ’ye de öyle gireriz” sözünün ne anlama geldiğini muhalefet o gün anlamış olsaydı bugün çok farklı bir noktada olabilirdik. Muhalefet, Anayasa’nın açık hükümlerine rağmen dönemin HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı “darbenin” bir parçası olmasaydı, Kürtlerle ilgili iktidarın yaptığı düzenlemelerin destekçisi olmasaydı yaşadığımız bu krizleri yaşar mıydık sorusunun cevabını bu sözde muhalifler vermelidir.
Bugün de durum farklı değil. “Türk” siyaseti ve “Türk” aydını hala bu bağı olması gerektiği gibi kavramış değil. Hala iktidara asıl muhalefet edilmesi gereken yerin, özgürlükleri ve demokrasiye giden yolun Kürt sorunundan geçtiği gerçeğine gözlerini yumuyorlar.
Sürekli şikayet ediyorlar ama bu sorunların çözümünde anahtar bir konuma sahip Abdullah Öcalan üzerindeki hukuksuzlukta dünyada benzeri olmayan tecrit hakkında en ufak bir şey yapmıyorlar. DEM Parti tarafından Diyarbakır’da tecride karşı yapılacak mitingin valilik tarafından yasaklanması karşısında da seslerinin çıkmayacağını, bunu gündemlerine bile alamayacaklarını göreceğiz.
Sonuç olarak, Türkiye’nin raydan çıkması ve sürekli bir kriz sarmalı içine sürüklenmesinin başlangıcı noktasının Dolmabahçe Mutabakatı’nın ortadan kaldırılması ve İmralı’da devreye konan tecrit olduğunu gören Kürtler ve dostları her türlü baskıya karşı demokrasi ve özgürlükler için "tecride hayır" demeye devam edecektir.
Gerçek bir muhalif veya aydın olmanın şartı bu sese kulak vermek ve gereğini yapmaktır. Bu gerçeği ne pahasına olursa olsun “Türk” halkına duyurmaktır. Ancak bu şekilde bu karanlıktan çıkabiliriz.