14 Temmuz’da bir kez daha Diyarbakır Zindanı’na bakmak

Cihan DENİZ yazdı —

  • Diyarbakır Zindanı’na bakıp da ne gördüğümüz, ezilenlerin mücadelesinde nerede durduğumuzu da gösterecektir. Görmemiz gereken ilk şey, tüm baskı ve yıldırmalara rağmen zindan duvarlarını yıkıp geçen direniş ve mücadele gerçeği; ne olursa olsun kimliğine sahip çıkmanın onuru olmalıdır.

Bakmak, görmek birçoğu için nefes almak kadar sıradan bir insan eylem olarak düşünülmekte. Aslında bakmak da, görmek de asla öyle düşünüldüğü gibi basit bir şey değildir. Tersine, verdiğimiz yanıtlar nasıl sorduğumuz sorulara içkinse baktığımız gördüğümüz şeyler de zihnimizdeki değerlerimize bağlıdır.   Dünyayı çıplak gözlerimizle değil zihnimizdeki değerlerimizle görürüz. Bu değerler, ezenler ve ezilenler arasındaki binlerce yıllık mücadelenin ürünüdür. Dolayısıyla da, bakmak da görmek de, ezenler ve ezilenler arasındaki en temel mücadele alanlarından biri olması sebebiyle insana özgü en ideolojik davranışlardandır. 

En başta neye baktığımız veya neye bakmadığımız bireysel bir şey değildir. Bunlar, ezilenler ile ezenler arasındaki mücadele tarafından, bu mücadeledeki güç dengeleri tarafından belirlenmektedir: Bir yanda ezilenlerin hakikat arayışı diğer yanda ezenlerin hakikatin üstünü örtmek, örtemiyorlarsa çarpıtmak için bakılmasını ve bakılmamasını istedikleri, bakılmasına izin verdikleri, bakılmasını yasakladıkları…

Bir şeye baktığımızda gördüğümüz, ezenlerin ezilenlere olanı olması gerekenmiş gibi empoze etmek için geliştirdikleri pozitivizmin vaaz ettiği gibi orada bir yerde duran “mutlak ve değişmez hakikat” değildir. Gördüklerimiz bizim, daha doğru bir ifade ile bu mücadeledeki safımızın bir yansımasıdır.

Biz neysek, nerede duruyorsak gördüğümüz de odur. Nasıl baktığımızı ve gördüğümüzü belirleyen bu mücadeledeki yerimizse, eylemlerimizi belirleyen de gördüklerimizdir. Eylemlerimiz de gördüklerimiz karşısında verdiğimiz tepkilerdir.   Dolayısıyla da bir ezen ile ezilen, aynı şeye baksalar bile tam olarak aynı şeyi görmemelidirler; görüyorlarsa ortada bir sorun var demektir. Ama maalesef her zaman bu sorun yaşanmaktadır. Ezenler, ezilenler üzerindeki hegemonyasıyla, onların zihinleri üzerindeki tahakkümleriyle, onları kendi benliklerine, kendi hakikatlerine öyle bir yabancılaştırırlar ki,   ezilenler artık ezenler gibi görmeye, onlar gibi konuşmaya, onlar gibi davranmaya başlar.

Bu coğrafyada bunun örnekleri ile her yerde karşılaşırız. İktidar zihniyetiyle düşünen, gören, konuşan, hareket eden  “Kürt”, “Alevi”, “emekçi” ve ezilen diğer kesimlerden kişiler bu coğrafyanın acı gerçeğidir. 

14 Temmuz’un yıldönümünde 12 Eylül faşist darbesinin ardından Diyarbakır Zindanı’nda yaşananlara yaklaşıma da böyle bakmak gerekir.

Diyarbakır Zindanı’na bakıp da ne gördüğümüz, bizim ezilenlerin mücadelesinde nerede durduğumuzu da gösterecektir.    

Bugün 12 Eylül sonrası Diyarbakır Zindanı’nda yaşananlar inkar edilemez, üstü örtülemez bir gerçektir. Bu coğrafyaya hakim tekçi ve inkarcı zihniyetin en canı gönülden destekçileri bile bugün, Diyarbakır Zindanı’nda yaşananları inkar edememekte, için için tersini düşünse bile, yaşananları savunamamaktadır.

Mızrak artık çuvala sığmadığında, iktidar zihniyeti, başka bir oyunla, artık inkar edemediği gerçeği bir şekilde “kabullenmekte” ama Diyarbakır Zindanı’ndaki gerçeğin üstünü örtüp, onu görünmez kılmaya çalışmaktadır.  

Diyarbakır Zindanları’nın bir gerçeği örneğine dünya tarihinde az rastlanır işkence ve vahşet ise, diğer gerçeği de bu işkence ve vahşete karşı en imkânsız koşullarda verilen mücadele, tüm baskılara karşı onurundan ve kimliğinden taviz vermeyen devrimci duruştur.

Bugün iktidar işte bu ilk gerçeği bir şekilde kabullenmekte ama her yolla ikinci gerçeğin dile getirilmesini, görünür kılınmasını engellemeye çalışmaktadır. Bununla da aslında iki mesaj birden vermeye çalışmaktadır. Bir yandan sözde kendini o dönemki zihniyetten ayrıştırarak başta Kürtler olmak üzere ezilen kesimlere karşı sözde “demokrat” bir maske takmaktadır. Ama aynı zamanda da sadece Diyarbakır Zindanı’ndaki işkenceyi gündemde tutarak, aba altından sopa göstermeyi, ezilenlere direnirlerse, hakları için mücadele ederlerse başlarına neler geleceğinin mesajını vermektedir.  

Bu anlamıyla özelde iktidarı destekleyen Kürtler, genelde ise Diyarbakır Zindanı’na baktığında sadece oradaki vahşeti görenler, aslında kendi ezilmişliklerini ve kendi teslimiyetçiliklerini dışa vurmaktadırlar. Onlar için Diyarbakır Zindanı tarihi sadece Esat Oktay Yıldıran ve Joe’dur. Onlar için bu tarihte canları pahasına direnenlere, zalimlere diz çöktürenlere yer yoktur. İktidar karşısında hangi dönem olursa olun her daim direniş yerine teslimiyeti tercih eden ama hiçbir zaman bununla açıktan yüzleşemeyen bu zihniyet, direniş gerçeğinin maskelerini düşürmesinin –direniş ve mücadele gerçeği her dönem onların maskesini düşürmekte ve gerçek kimliklerini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır- hıncıyla o döneme bakmaktadır. O hınçla tarihi kendi teslimiyetlerinin üstünü örtecek şekilde yeniden yazmak istemektedirler.

Ama nafile bir çabadır. Tarihi ezenler önünde diz çökenler değil, her koşulda direnmeyi başaranlar, direnişi bir miras olarak sonraki nesillere bırakanlar yazar.

Bugünden Diyarbakır Zindanı gerçeğine baktığımızda görmemiz gereken ilk şey, tüm baskı ve yıldırmalara rağmen zindan duvarlarını yıkıp geçen direniş ve mücadele gerçeği olmalıdır; ne olursa olsun kimliğine sahip çıkmanın onuru olmalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.