Eğitimde kriz ve Eğitim Bakanı’nın açıklamaları

Cihan DENİZ yazdı —

  • Bu coğrafyada kurulduğu günden beri eğitim bakanlığının en temel görevlerinden biri de, devletin kurucu ideolojisi olan tekçi ve inkarcı anlayışın kendini yeniden üretmesi adına, inançlar bahçesi olan bu coğrafyanın gerçek toplumsal zenginliği yerine öğrencilere toplum içindeki ulusal, dinsel, mezhepsel farklılıkları yok sayarak ya da düşmanlaştırarak anlatmak olmuştur

Türkiye’de siyasetin gündemi özünden koparılmış, yegane amacı gündemi saptırmak olan ve kendi destekçilerinin kulağına hoş gelen söylenerek yapılan tartışmalar ile meşgul edilmeye devam ediliyor.

Bunun son örneklerinden biri de Eğitim Bakanı’nın partisinin Batman merkez ilçe kongresinde yaptığı konuşmada laiklik üzerinden verdiği mesajlar ve bu mesajlar etrafında özellikle ana muhalefet çevreleri tarafından kopartılan fırtına. 

Eğitim sistemi, Türkiye’deki her alan gibi derin bir kriz içindedir. En temel sorunlardan biri eğitimin tıpkı sağlık ve benzer alanlarda olduğu gibi neo-liberalizmin çıkarları ve taleplerine göre ticarileştirilmesi; eğitimin toplumsal bir sorumluluk olarak değil, temel olarak kamunun değil, ama sermayenin vermesi gereken bir hizmet olarak görülmeye başlanmasıdır. Öğrenciler ve aileleri adeta maksimum kazanç elde edilecek bir müşteri olarak kabul edilmekte ve topluma ne kadar para o kadar “kaliteli” eğitim (tabii birçok durumda velilerin döktüğü onca paraya rağmen nitelikli bir eğitim alamadıkları da ortadadır, tıpkı sağlık alanında olduğu gibi)  mesajı verilmektedir. Böyle olunca da, ortaya bağış adı altında kesilen haraçlar olmadan okullara kayıt yaptırılamadığı, yeterli kaynaklar ayrılmadığı için birçok okulda temizlik bile yapılamadığı, daha genel bir ifade ile neredeyse okulların tüm ihtiyaçlarının velilerden alınan paralar ile karşılandığı bir eğitim sistemi çıkmasını kimse şaşırtmamalıdır. Buna ayrıca ülkenin her yerine hakim olan vasatlaşmaya paralel olarak gerek müfredattaki gerekse de öğretmen kalitesindeki sıkıntılar da eklenmelidir. 

Diğer taraftan, eğitim bakanlığındaki bu yapısal diyebileceğimiz krize eşlik eden bir de ideolojik bir kriz söz konusudur. Bu ideolojik kriz sadece bugünün konusu, sadece bu iktidarın yaptıkları ile veya CHP ve çevresinin sürekli vurguladığı şekliyle sadece laiklik ile sınırlı bir kriz değildir. Bu coğrafyada kurulduğu günden beri eğitim bakanlığının en temel görevlerinden biri de, devletin kurucu ideolojisi olan tekçi ve inkarcı anlayışın kendini yeniden üretmesi adına, inançlar bahçesi olan bu coğrafyanın gerçek toplumsal zenginliği yerine öğrencilere toplum içindeki ulusal, dinsel, mezhepsel farklılıkları yok sayarak ya da düşmanlaştırarak anlatmak olmuştur. Bu nedenle de her zaman toplumsal gerçeklikle bir gerilim içinde olmuştur. Çok da uzun olmayan bir süre öncesine kadar toplumun çok büyük bir kesiminin üniversite ile birlikte neredeyse 20 yıl kesintisiz eğitim almasına rağmen Kürt ulusunun varlığından habersiz olduğu, Kürt ismini sadece inkılap tarihi adı altında verilen sözde derste bir kez, o da “zararlı” derneklerden bahsederken duyduğu bir eğitim sisteminden söz ediyoruz. Tersinden ise söz konusu olan okula başlayıncaya kadar tek kelime bilmeyen Kürt çocuklarına, kendi ana dillerini onlara yasaklayan, onları kendi kimliklerine yabancılaştırıp asimile etmeyi hedefleyen bir eğitim sistemidir. Aynı şeyler kimlikleri ve inançları inkar edilerek zorunlu din dersi adı altında Sünniliğin dayatıldığı Aleviler için de geçerlidir. Eğitim sistemindeki tekçilik, inkarcılık ve cinsiyetçilik bu coğrafyanın diğer halkları ve inançları, kadınlar, LGBTİ+’lar ve diğer ezilen ve ötekileştirilmiş kesimler için de geçerlidir.          

Eğitim Bakanı, eğitim sistemindeki bu ve benzeri sorunlar nedeniyle yükselen eleştirilere cevap vermek yerine, mevcut iktidarın her zaman başvurduğu taktik uyarınca, hedef saptıran bir açıklama yaptı. Amaç asla gelen eleştirilere yanıt olmak, bu eleştirileri de dikkate alarak sorunlara çözüm olmak olmadığından, Bakan’ın ağzından çıkanlar demagoji olmanın ötesine geçmemiştir.

Eğitim ile ilgili yükselen onca eleştiri içinden, sanki tek eleştiri laiklikle ilgili olanlarmış gibi onu seçerek bu eleştiriler karşısında “Ben laiklikten bütün vatandaşların hangi dine inanırlarsa inansınlar dini inanç ve ibadet hürriyetinin devlet garantisi altına alınmasını anlıyorum. Sen neyi anlıyorsun? Sen Müslümanların inanç özgürlüğünün prangalar altına alınmasını, yasaklanmasını anlıyorsun. O zaman ikimizin laiklik anlayışı arasında kuşkusuz fark var. Ben evrensel laiklikten yanayım, sen Türkiye'ye özgü kendi icat ettiğin laiklik kavramını bana dayatıyorsun” diyen Bakan, onca laf kalabalığına rağmen aslında hiçbir şey söylememektedir. Zaten söylemeye de niyeti yoktur. Bu sözleri söyleyerek eğitim ile ilgili gerçek sorunların gündem dışı kalacağını ve konunun tam da istedikleri gibi kısır bir laiklik tartışmasına saplanacağını hesaplayarak bu açıklamayı yapmıştır. Ve görünen o ki hesabı da tutmuştur.

Ama bu açıklamayı yapan bakana yine de şunu hatırlatalım ki; Kürtlerin en temel hakları olan  anadilde eğitim hakları sistematik olarak inkar edilirken, aksi yöndeki AİHM kararına rağmen din dersi zorunlu olmaya devam ederken ve  bu zorunlu ders adı altında iktidarın geliştirdiği bir İslam anlayışı öğrencilere empoze edilmeye çalışılırken, başka bir dayatmadan bahsetmeye gerek yoktur. Bakanın bahsettiği her konu Türkiye’de mevcuttur; inanç özgürlüğü pranga altına alınmaktadır, inanç adına dayatma yapılmaktadır. Ama bunları söyleyen Bakan, bunların mağduru değil faili konumundadır. Özcesi, ne kadar süslü söz söylerse söylesin bugün gelinen noktada, eleştirisini yaptığı olayların failleri ile aynı noktada yani tekçilikte ve inkarcılıkta buluşmuştur ve onlarla aynı dünya içinden konuşmaktadır.

Bir de geçerken belirtelim ki, iktidar kampı en tepeden en aşağıya evrensel değerlere saldırıp, sürekli tanımı asla tam olarak yapılmayan yerli ve milli olanın ardına sığınırken bu Bakan’ın ben evrensel laiklikten yanayım demesi ve bu konuda eleştiri yapanları da laiklik kavramı icat etmekle, bir nevi “yerli ve milli” olmamak ile suçlaması bu coğrafya siyasetinin trajik komik anlarından biri olarak kenara not edilmelidir.   

Sonuç olarak, her zaman olduğu gibi bu coğrafyada toplum açısından hayati önemdeki konular gerçek zemininde tartışılmadığı için asla kapanmıyor. Diğer alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da sorunların kaynağında yer alan tekçi ve inkar anlayış ile buna eşlik eden neo-liberal anlayışla gerçekten hesaplaşmadan bu tartışmaların kapanması imkansızdır. Bakanın açıklaması ve ona dönük özellikle ana muhalefet cephesinden yükselen tepkiler göstermektedir ki ne muhalefet ne de iktidar bunu yapabilecek kapasitede değildir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.