Amerikan seçimleri; nefret siyasetinin zirvesi
Cihan DENİZ yazdı —
- 2024 ABD başkanlık seçimlerine damga vuran bir diğer konu Donald Trump ve destekçilerinin siyasetin merkezine taşıdıkları nefret siyasetidir. Tamamen yalana, çarpıtmaya dayanan bu nefret siyaseti temel olarak mültecileri, göçmenleri hedef alsa da kadınlar ve diğer ötekileştirilen kesimler de hedef tahtasındadır.
Gündemimiz o kadar yoğun ki birkaç ay sonra Kasım’da yapılacak Amerikan Başkanlık seçimleri çok da gündemimizde değil.
Bir de kim seçilirse seçilsin Amerikan siyasetinin, özellikle de dış siyasetinin belirlenmesinde Başkan, Temsilciler Meclisi veya Senato’nun çok da belirleyici olmadığına dair yaygın kanıdır. Büyük oranda doğru olan bu kanı ilgisizliği de güçlendirmektedir.
Böyle olmakla birlikte, ABD seçimlerine giden süreçte birçok açıdan ilginç, dünya siyaseti açısından önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Örneğin ilk kez bir Başkan, Biden, tam da seçim kampanyasının ortasında Donald Trump ile katıldığı ve televizyonlardan canlı yayınlanan tartışmadaki fiyaskonun ardından parti içinden ama aynı zamanda mevcut ABD politikalarının devamını savunan ABD müesses nizamı içindeki kesimlerden gelen baskıyla “sağlık” sorunlarını ileri sürerek adaylıktan çekildi. Başkan Yardımcısı Kamala Harris, Demokrat Parti’nin adayı olarak onun yerini aldı. Ayrıca yine Başkanlık yarışı sırasında diğer aday Trump, kamuoyunda “sus payı” olarak bilinen davada kendisine yöneltilen tüm suçlamaların hepsinden suçlu bulundu ve ABD tarihinin suçlu bulunan ilk eski başkanı ve başkan adayı oldu.
Diğer yandan Obama’nın ilk siyahi başkan olmasının ardından Kamala Harris’in ilk kadın başkan olma ihtimali, sembolik bile olsa, sadece ABD değil, dünyanın geri kalanı içinde önemli bir konudur; özellikle de kürtaj, kadına yönelik şiddet, LGBTİ+ hakları açısından önemli bir gelişmedir.
Bunların yanı sıra Amerika’nın mevcut dış politikasının devamını savunan Kamala Harris ve diğer yandan daha içe kapanık bir dış siyaseti savunan Donald Trump arasındaki başkanlık seçimi Ukrayna-Rusya, Filistin-İsrail, Çin-Tayvan başta olmak üzere, ve tabii ki Rojava’da buna dahildir, dünya üzerindeki çatışmalar ve sorunlar bakımından kritik önem sahiptir.
Her bir kendi dalında çok önemli olan bu konular üzerinde ayrı ayrı durulmalı, derinlemesine analizler yapılmalıdır.
Burada bu seçimin en az bunlar kadar önemli bir yönü üzerinde durulacaktır. 2024 ABD başkanlık seçimlerine damga vuran bir diğer konu ise Donald Trump ve destekçilerinin siyasetin merkezine taşıdıkları nefret siyasetidir. Tamamen yalana, çarpıtmaya dayanan bu nefret siyaseti temel olarak mültecileri, göçmenleri hedef alsa da kadınlar, LGBTİ+’lar ve diğer ötekileştirilen kesimler de hedef tahtasındadır.
Toplumu, ezilenleri, emekçileri değil sermayeyi, sömürü ve sömürge düzeninden beslenenleri temel alan bir siyaset, doğası gereği hakikate değil, yalan ve çarpıtmaya dayanmak zorunda olsa da, hiçbir zaman siyaset şu anda olduğu kadar yalan ve çarpıtmaya batmamıştır. Siyaset hiçbir zaman bu kadar nefret ve kin dolu olmamıştır. Kapitalizmin küresel ölçekteki sıkışmışlığı, savaşlar, kapitalizmin vaat ettiği hiçbir sorunu çözmemesine bağlı olarak sorunların mülteciler ile giderek kapitalizmin merkezine yönelmesine bir tepki olarak Avrupa’da ve Amerika’da aşırı sağ ve onun nefret ve düşmanlık siyaseti yükselmektedir.
ABD seçimlerine de dünya çapında yükselen aşırı sağ siyaset damgasını vurmuş durumdadır. Trump, Amerikan aşırı sağının ve Hıristiyan köktenciliğinin tam desteğini arkasına alarak, bizim de çok aşina olduğumuz kutuplaştırma siyaseti ile kendinden olmayan herkese karşı adeta bir savaş açmış durumdadır. Ve bu savaştaki tek silahı nefret ve düşmanlıktır. Bu siyaset en ağır koşullarda çalışmaya mahkum edilen mültecilere özgürlüğünü isteyen, kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkını devlete vermeyen kadınlara, LGBTİ+’lara düşmandır. Gözünü onların haklarına, varlığına dikmiş durumdadır.
Nefret ve kutuplaşma siyaseti, öyle bir noktaya varmıştır ki Trump destekçisi bir gazeteci “kadına oy veren kadın olur” diyebilmektedir. Veya Trump’ın başkan yardımcısı olarak belirlediği kişi ise kendilerine oy vermeyen kadınları “çocuksuz kedi sevenler” olarak tanımlamaktadır. Hakikat sonrası dönemde yapılan bu seçimdeki yalan ve çarpıtmaların zirve noktası ise geçen gün Kamala Harris ile yapılan tartışmada Trump’ın söylediği yalanlardır. Nazi Propaganda Bakanı Goebbels’i bile kıskandıracak bir şekilde Trump milyonlarca insanın gözünün içine baka baka ilk önce “Demokratlar doğum sonrası kürtajı da savunuyor” gibi bir yalan ve çarpıtma ile de açıklanamayacak sözler söyledikten sonra “göçmenler Amerikalıların kedilerini, köpeklerini, evcil hayvanlarını yiyor” yalanını ortaya atmıştır.
Bu kadar açık yalanların bu kadar kolaylıkla söylenmesi, hakikat sonrası dönem siyasetinin kirli bir özelliğidir. Bu kirli siyaset, seçimleri kim kazanırsa kazansın, toplumların kapitalizm eliyle yaşadığı sorunlar çözülmedikçe, bu sorunları kullanan aşırı sağ eliyle daha da yayılacaktır, siyasete daha da hakim hale gelecektir.
Buna karşı tek yol ise toplumun tüm ötekilerini ortak bir mücadele platformunda birleştirmeyi başaracak bir radikal demokrasi mücadelesidir.