Kayyum nedir?

Cihan DENİZ yazdı —

  • Bugün gelinen noktada kayyum artık bir toplumsal kesimle, bir alanla sınırlı olmanın çok ötesine geçip iktidarın bütünsel bir yönetme stratejisi haline dönüşmüştür. Saha da önemlisi kayyum, iktidarın çok eleştirdiği ve hesaplaşma iddiasında olduğu vesayetçi anlayışın günün ihtiyaçlarına göre güncellenmiş halidir.

Bu soru, ilk anda kulağa ne kadar da basitmiş gibi geliyor. Belki dünyanın birçok yerinde, en azından demokrasilerin belli bir seviyede olduğu yerlerde, kayyum tamamen teknik ve hukukun alanına giren, temelde bir malın yönetimi veya belirli bir işin yapılması amacıyla bir kişinin görevlendirilmesine ilişkin bir konudur. Bu coğrafya için de kayyum çok da uzak olmayan bir zaman öncesine kadar büyük oranda idari, teknik ve hukuki bir kavramdı.

Ama bugün kayyum olgusunu böyle görmek kadar “safça” bir şey olamaz.  

Kayyum artık ne hukuki ne teknik bir konudur. Ne de İçişleri Bakanlığı’nın hukukun gereği verdiği bir idari karardır.

Öyle ise sorumuzu yineleyelim: “Kayyum nedir?”

En başta şunu belirtelim ki, bugün bu soruya doğru bir yanıt vermek ve kayyum olgusu ile hesaplaşmak, Türkiye’de muhalif siyaset yapmanın ilk şartıdır. Kayyum pratiğinin Türkiye siyasetinde ne anlama geldiğini, kayyum pratiği ile amaçlananın ne olduğu ve en önemlisi de kayyum pratiğinin altında yatan zihniyet nedir sorularına yanıt verilmeden, yapılacak siyaset ne muhalif olabilir ne de iktidarın zihinsel ve ideolojik yörüngesinin dışına çıkabilir.

Dediğimiz gibi bugün için kayyum bu coğrafyada idari, teknik ve hukuki muhtevasını çok aşan, hatta bunları anlamsız kılan bir anlam ve içeriğe sahiptir artık. Gelinen noktada kayyum iktidar mantığının ta kendisi olmuştur.

Kayyum olgusu ilk olarak 2016 yılında 15 Temmuz ertesinde ilan edilen “olağanüstü hal” ile gündemimize girdi. Daha önce de Türkiye’de iktidar merkezinin dışında yer alan yapılar belediyeleri kazanmış, kimi belediye başkanları hakkında davalar açılmış ve kimi belediye başkanları bu davalarda ceza alıp cezaevine girmişti ama 2016 ile gündeme gelen kayyum benzeri bir uygulamaya asla şahit olmamıştık.

1994 yerel seçimlerini hatırlayalım. Türkiye’nin neredeyse bütün önemli büyükşehir belediyeleri Refah Partisi’nin eline geçmişti. Toplumun bir kesiminde, ama asıl olarak da iktidar merkezinde Siyasal İslam’a yönelik ortaya çıkan büyük tepkiye ve en önemlisi de 28 Şubat ile birlikte devreye konulan tüm o tekçi ve dayatmacı politikalara rağmen, Refah ve daha sonra kapatılan Fazilet Partisi’ne ait belediyelere kayyum atanması gündeme gelmemişti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı bir konuşması nedeniyle hakkında açılan davada ceza alıp cezaevine girdiğinde belediyeye kayyum atanmamış, belediye meclisi kendi içinde seçtiği birini belediye başkanı olarak belirlemişti.

Bugün ise yaşananlar ortada. Daha önce örneğin Takrir-i Sükun sürecinde de gördüğümüz gibi, iktidarların otoriter ve totaliter siyasetleri ilk olarak Kürtler üzerinde uygulanmaya başlamakta ve daha sonra da tüm Türkiye’ye yayılmaktadır. Diğer bir ifade ile, Kürtler üzerinden “Türk” siyasi yapısına enjekte edilen sözde “istisnai” uygulamalar kısa sürede tüm Türkiye için geçerli normlara dönüşmektedir. En önemlisi de, olağan siyasetin kurucu bir öğesi olmaktadırlar.

Bugün kayyum ile yapılan tam olarak budur.

Kayyum,  15 Temmuz’u takip eden süreçle başlayan “olağanüstü hal” Kürt belediyelerine verdiği bir tepki olarak gündeme geldi. O zaman BDP’nin elinde olan neredeyse tüm belediyeler, göstermelik bahanelerle kayyum atandı. Kürtler, iktidarın tüm tehditlerine rağmen, seçim öncesinde bizzat iktidar merkezindeki “Kürt” siyasetçilerin ağzından yapılan ‘belediyeleri yine Kürt siyasetinin adayları kazanırsa oralara yine kayyum atanır’ şeklindeki açıklamaları hatırlayalım, 2019 seçimlerinde de tablonun değişmesi üzerine bir kez daha halkın iradesiyle seçilmiş belediye eş başkanlarının yerlerine yine kayyum atandı.

Ama özellikle son süreçte şu ortaya çıktı ki kayyum, yukarıda belirtilen tarihsel eğilim uyarınca, sadece Kürtleri, onları iradesini hedef alan bir uygulama olmanın çok ötesine geçmiş durumdadır. Bugün kayyum adeta bir ur gibi tüm siyasi yapıya yayılmıştır.

Kayyum, bu köşede iktidarın zihniyetini ortaya koymak için sıklıkla yinelenen “Cizre’ye nasıl girdiysek ODTÜ’ye de öyle gireriz” sözünün ete kemiğe bürünmüş halidir adeta. Ve kayyum sadece Kürtler ile sınırlı olmadığı gibi, sadece belediyeler ile de sınırlı değildir. Üniversitelere rektör seçiminden, spor federasyonlarının başkalarının belirlenmesine kadar artık birçok alanda muhatapların tercihleri, seçimleri göz ardı edilerek iktidar tarafından atamalar yapılmaktadır.  

Sonuç olarak, bugün gelinen noktada kayyum artık bir toplumsal kesimle, bir alanla sınırlı olmanın çok ötesine geçip iktidarın bütünsel bir yönetme stratejisi haline dönüşmüştür. Saha da önemlisi kayyum, iktidarın çok eleştirdiği ve hesaplaşma iddiasında olduğu vesayetçi anlayışın günün ihtiyaçlarına göre güncellenmiş halidir. Ne özlerinde yatan tekçi ve inkarcı anlayış olarak, ne halkların iradesini tanımama ve kendini onun üstünde görme açısından zerre kadar vesayetçi anlayıştan farklı değildir. Dolayısıyla da nasıl ki önceki dönemde vesayet kurucu bir siyasi norm ise bugün için de aynı şekilde kayyum kurucu bir siyasi norm haline gelmiştir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.