Narin, faşizmin vardığı noktadır!
Dosya Haberleri —
- Kötülük hiçbir araç ve yönteme dayanmadan kendiliğinden organize hale gelmez. Kötülüğün Türk ulus devlet gerçeğinde dayandığı zihniyet faşizmdir. Ve faşizm, bilinçli geliştirildi.
- Yüz yıllık Türk ulus devlet gerçeği, Kürt düşmanı politikası ile toplumu tüm kötülüklere açtı. Hatta kötülüklerin organize biçimde birey, aile ve toplum içine sirayet edilmesini teşvik etti.
- Kürtlere, muhaliflere ve kadınlara dönük fiziki saldırılar ve katliamlar bizzat devleti yöneten kişi ve kurumlarca desteklendi, korundu, sahip çıkıldı ve bugün yaşanan fotoğraf böyle ortaya çıktı.
- Narin’in katledilmesinde ortaya çıkan organize kötülüğü iktidar olgusu, devlet ve çıkarlara dayalı politik anlayışın uygulamalarından bağımsız kılabilir miyiz? Elbette ki hayır.
FATMA ADIR
Narin’i katleden organize kötülüğün karşısında ortaya çıkan farklı tepkilerin ortak noktası nedir? Ya da şöyle sormak gerek, bu organize kötülük doğru tarif ediliyor veya dayandığı, beslendiği, güçlendirilerek ve kullanılır bir aparat haline getirilme nedenleri yeterince sorgulanıyor mu? Elbette ki doğru sorgulayan ve hakikati doğru tarif eden önemli bir kesimin varlığından bahsedebiliriz. Kürdistan ve Türkiye’de kadın özgürlüğünü merkezine almış örgütlü yapılar doğru tarif ve çözüm noktasında bir duruş içinde. Yine Demokratik Kürt Siyaseti de benzer bir duruş ile sorunu hem tarif etme hem bu organize kötülüğün beslendiği ve dayandığı zihniyet, ideolojik, politik kaynağı hem de doğru mücadelenin örülmesi gerektiği yeri net olarak işaret ediyor.
Kötülük kendiliğinden organize olmaz
Kötülük bir yerde organize hale gelmiş, bireyi ve toplumu içine alarak çürümüş bir duruma tekabül ediyorsa, sorunun çok köklü olduğu aşikardır. Bir toplumun organize halde yaşanan kötülüğün ortağı kılmasında rol oynayan yöntem ve araçların öncelikle doğru sorgulanması gerekir. Çünkü kötülük hiçbir araç ve yönteme dayanmadan kendiliğinden organize hale gelmez. İçine bireyi, aileyi ve toplumu alamaz. Hannah Arendt’in bu durumu tarif eden en önemli tespiti “kötülüğün sıradanlaşması” ya da Narin’in katledilmesinde ortaya çıkan organize kötülüğü iktidar olgusu, devlet ve çıkarlara dayalı politik anlayışın uygulamalarından bağımsız kılabilir miyiz? Elbette ki hayır. Veya salt Narin’in katledilmesi durumu ile sınırlı, lokal bir olay olmadığı da açıktır. O halde durum tam nedir?
Farklılığın tehdit olarak görülmesi
Kötülüğün Türk ulus devlet gerçeğinde dayandığı zihniyet faşizmdir. Faşizm Türk ulus devleti ile birlikte tekçi zihniyet ve anlayışa dayalı olarak bilinçli geliştirildi. Türklüğün varlığı, günümüzde Türkiye olarak adlandırılan coğrafya veya topraklar üzerinde; diğer halkların, toplumların, inançların ve farklıkların yokluğunun temeli olarak görüldü ve buna dayandırıldı. Yani farklıkların tümü Türk devleti ve varlığı için tehlike olarak görüldü. Çünkü Türklük olgusu bu coğrafyada yaratılan, sonradan oluşturulan en zayıf olgu durumundaydı. Hatta bu toprakların hakikati ile de uyuşmamaktaydı ve güven sorunu yaşamaktaydı. Yüz yıllık Türk ulus devlet gerçeği, Türklük sözleşmesi temelinde inşa edildi. Bu sözleşme dışı olan, kalan veya bu sözleşmeye muhalefet eden herkes düşman kategorisine alınarak, her türlü soykırım ve katliama maruz kılındı ve sürgün edildi. Asimilasyon bu politikanın bir parçası olarak sistematik biçimde uygulandı. Yüz yıllık Türk ulus devlet veya iktidar gerçekliğinin fotoğrafı veya portresi; faşizmin organize biçimde ve sistematik bir süreç olarak geliştirilmesidir.
Faşizmin kurumsallaşması
Bu realite bir de erkek egemen anlayışın yanında, egosuna; ulus devletçi ve iktidarcı erkten alan ve bundan beslenen hakim bir Türk, beyaz erkek gerçekliği de eklenince, faşizm kurumlaştı. Son yirmi iki yıllık AKP iktidarı, MHP ile ortaklaşa bu hakim ırkçı, milliyetçi politikanın yanına, temel ittifak gücü olarak dinciliği ekledi. AKP/MHP milliyetçi, dinci ittifak olarak cinsiyetçi politikada da ortaklaştı. Tüm varlığını ve iktidarını yukarıda belirttiğimiz farklılıkların yok edilmesi ve bir biçimde bertaraf edilmesinde gördü. Günümüzde yaşanan veya Narin’in organize katledilmesini döşeyen taşlar adım adım bu politikaya dayalı olarak örüldü.
Cinsiyetçi ve soykırımcı politikalar
Yüz yıllık Türk ulus devlet gerçeği, Kürt düşmanı politikası ile toplumu tüm kötülüklere açtı. Hatta kötülüklerin organize biçimde birey, aile ve toplum içine sirayet edilmesini teşvik etti. Son yirmi iki yıllık AKP/MHP faşist iktidarı bu anlayışı hem söylem, uygulama hem de organize biçimde soykırım ve katliam politikasına dönüştürdü. Hakaret, cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi ve dinci söylemler ve küfürler en sıradan durum haline geldi. Kürtlere, muhaliflere ve kadınlara dönük fiziki saldırılar ve katliamlar bizzat devleti yöneten kişi ve kurumlarca desteklendi, bunu yapan herkes korundu, sahip çıkıldı ve bugün yaşanan fotoğraf böyle ortaya çıktı. Mafya, kara para, bahis oynatanlar, organize suç örgütü liderleri devletin korumasında ve sırtını devlete dayandırarak, fuhuş ve uyuşturucuyu organize biçimde geliştirdi. Hatta teşvik aldılar. Önlerine Kürtleri, sosyalistleri ve demokrat insanları katletme görevi konuldu. Süleyman Soylu bizzat bu kesimleri örgütledi, maddi olarak her türlü alanı açtı ve faşizmi kitleselleştirdi. İktidar tutumu toplumu çürütme, suç ortağı kılma temelinde sessiz kılma politikası olarak geliştirdi.
Katliamcı Hizbul-Kontra ve JİTEM
Hannah Arendt’in “yüzü olmayan kalabalık kitleler veya makine olarak toplum” şeklinde tarif ettiği organize realite, Kürdistan’da faşizmin aynı ruh ve yüzlerin organizesi olarak bizzat devlet eli ile sistematik bir politika olarak geliştirildi. Evet faşizm, kötülüğün anlayış, düşünce ve sistematik bir uygulamaya dönüştüğü politik haldir. Kürdistan’da Türklük sözleşmesinin bu politik hali, muhalefet ve iktidarın ortak tutumu olarak uygulandı. Hizbul-Kontra/JİTEM örgütlenmesi, Türk ulus devlet faşist anlayışının kurumsallaşmış organize paramiliter gücü olarak Kürdistan’da Türklük sözleşmesi temelinde, iktidarı ve muhalefeti ile birlikte geliştirilen soykırım uygulamasının kurumlaşmış tutumuydu. Yüz yıllık soykırım politikasının son kırk yılı Kürdistan’da savaş ve katliam olarak yürütüldü ve durum halen devam ediyor. Sürdürülen bu savaşta; Kürtlerin katledilmesi, gerilla cenazeleri ile oynanması, mezarlıklara saldırılarak, tahrip edilmesi, Kürtlere; dilini konuştuğu için veya temel hak ve özgürlüklerden bahsettiği için saldırılması ve katledilmesi gibi halen süren politika, faşizmin ve kötülüğün sıradanlaşarak, kitleselleşmesine yol açtı.
Hüda-Par’a biçilen rol
Özel savaş ya da diğer bir adı ile özel harp dairesi eliyle Kürdistan’da sistematik bir toplum kırım politikası uygulandı. Fiziki katliamlar ve soykırım politikasına paralel işbirlikçi sınıf, kesim ve örgütlü yapılar oluşturuldu. Bu yapıların liste başı Hizbullah/Hüda Par’dır. AKP/MHP eliyle meşrulaştırılarak, siyasi bir oluşum haline getirildi ve bizzat devlet tarafından Kürt halkının özgürlükçü ideolojik, politik ve örgütlü yapısının karşısına kullanılmak üzere dikildi. Süleyman Soylu, Hüda Par’a biçilen rolü çekinmeden, açık olarak kamuoyuna deklere etti. Hizbul-Kontra/JİTEM örgütlenmesinin binlerce cinayet ve katliamdaki rolünün yanı sıra köyler, yerleşim yerleri ve kasabalarda bu örgütlenme özgür Kürde karşı paramiliter örgütlenme haline getirildi.
Fuhuşun yaygınlaştırılması
Söz konusu politikanın bir diğer boyutu, Hizbul-Kontra yapılanmasına dahil edemedikleri kesimi de bir biçimde çürüme politikası içine çekmeyi esas aldılar. “Dağa gideceklerine fuhuş yapsınlar” anlayışı temelinde sistematik bir yozlaştırma ve çürütme politikası ve uygulaması geliştirildi. Fuhuş kişiler ve grup tarafından yapılan olgu olmaktan çıkarıldı, tüm topluma yayılması sağlandı. Politik ve düşünce ifade eden insanlara binlerce yıl ceza verilirken, fuhuş, uyuşturucu ve toplumu sistematik olarak çürüten kesimlere ve kişilere cezasızlık politikası uygulandı. ‘Kur’an Kursları’ ve ‘yurtlar’ kız ve erkek çocukları eğitme ve toplum yararına insanlar olarak yetiştirme yerine, adeta porno sektörüne insan yetiştirme kurumlarına dönüştürüldü.
Kadına biçilen rol: Taciz, tecavüz, intihar!
Kürdistan’da tüm devlet kurumlarına toplumu politik ve örgüt yapılardan uzaklaştırma rolü verildi. Özel tim, sözleşmeli asker ve polis bu politikanın en etkin uygulayıcıları haline geldi. Kürdistan’da bunlar tarafından yüzlerce Kürt kadınına karşı geliştirilen saldırılar, tacizler ve tecavüzler bu politikanın organize olarak, aynı özel savaş merkezinden yürütüldüğünün göstergesidir. Onlarca kadın bu saldıranlardan dolayı katledildi veya intihar eder hale geldi. Halen cenazesi bulunmamış Gülistan Doku, bu özel savaş politikası ve saldırısından bağımsız bir durum değildir.
AKP çürümüşlüğü kitleselleştirdi
Son günlerde ortaya çıkan, basına ve kamuoyuna yansıyan bir örnek daha vermek gerekirse, polis sevgilisi tarafından fuhuşa zorlandığını itiraf eden kadın örneğidir. Her gün katledilen onlarca kadın, çocuk ve genç insan basın ve kamuoyu gündeme geliyor. Narin’in katledildiği ana denk gelen, Tekirdağ’da iki yaşındaki çocuğa annesinin yanında, annesi de bir biçimde ortak kılınarak, iki yaşındaki çocuk bu kötülük temsilcileri tarafından tecavüz edilerek, katledildi. Yine son depremde kaybolan ve bulunmadığı belirtilen çocukların da devlet tarafından kurulan, organize edilen tarikatlar ve özel savaş merkezi politikası temelinde kaçırıldığı açıktır. AKP/MHP faşist iktidarı faşizmi kötülüğü, suçu ve çürümüşlüğü kitleselleştirdi. Birey, aile ve kitle dediğimiz kesimde buna ortak kılındı. Türkiye’de toplum, faşizmin politika haline getirdiği ırkçılık, cinsiyetçilik ve dincilik olgusuna dayalı politikanın sonuçlarını yaşamaktadır.
Örgütlülüğe saldırı
Kürdistan’da devletin, özel savaş merkezi tarafından bilinçli ve organize olarak geliştirilen politikalar temelinde gençliğin ve kadının politik ve örgütlü yapılarda olması yerine, bu organize kötülüklerin bir parçası haline getirilmesi ve apolitik kılınmasına çalışıldı. Bazı sonuçlar da aldıkları anlaşılmaktadır. Bir kesim aile ve işbirlikçi kesim, sınıf ve devletten nemalanan aile, bireyler de bu suçun aparatı oldu. Bir kez daha altını çizmek gerekirse, gençlerin ve insanlarımızın bu kötülüğünün bir parçası haline gelmesine ses çıkarmayan ve hatta ortak olan kitleler bu kötülükte rol sahibidir.
Toplumun tahribatı ve ahlaki çürüme
Elbette ki toplumu etkileyen, moral, maneviyatını ve motivasyonunu etkileyen her durum politiktir. Bu anlamda Narin’in katledilmesi bu sistematik politikanın birey, aile ve kitle gerçeğinde vardığı düzeydir. Bu anlamda düşmanın geliştirdiği politikanın ve ahlaki çürümenin organize hale gelmiş kötülüğüdür. Bu kötülüğün sıradanlaşması ve normal görülmesi de uygulanan politikanın vardığı noktayı gösteriyor. Tahribat çok derin, yıllarca onarılması zor bir durum yaratmıştır. Narin’in organize biçimde katledilmesi, topluma dayatılmış çürümüşlüğün patlama noktası ve bütün irinin dökülerek, bulaşma halidir. Politiktir, çünkü Hizbul-Kontra’ya dayalı örgütlenmeler her biri kendi başına bir suç organizasyonu ve ölüm makinesi halindedir. Devlet sonuna kadar, işlediği suçun boyutu, derinliği ve biçimi ne olursa olsun yanındadır ve korumaktadır.
Şiddet ve organize kötülük yaşamın normaline dönüştürülüyor
Özgürlük mücadelesine karşı konumlandırılan bu organize faşist yapılanmalarda şiddet yaşamın rutinidir. Bu şiddet zamanla rutine kendi içine de dönerek, kadın ve çocuk tecavüzü, her türlü saldırı ve öldürme durumu da sıradan hal alır. Narin bu politikanın kurbanı durumundadır.
Fakat bu organize kötülük Kürdistan’da olduğu kadar, Türkiye’nin her yerinde yaşamın normali haline gelmiş durumdadır. Aile içi tecavüz, cinsel saldırılar ayyuka çıkmış, bebeklere kadar sıçramış, sokağa ve yaşamın tüm alanlarına sirayet etmiş durumdadır. Sadece feodal yapılar, geri kalmışlıkla sınırlı bir durum değildir, bu yapılanların da varlığını dikkate alarak ama esas olarak devlet eli ile geliştirilen faşizmin toplum içine saldığı kötülüğün ve çürümüşlüğün dip noktasının genel anlamda yaşandığının görülmesidir. Sistematik hal kazanan kadın ve çocuk katliamları da bağlantılıdır. Hayvan katliamı ve doğa talanı tek başına bir durum değildir.
Cinnet haline karşı bütünlüklü, ideolojik ve politik eylem birliği gerek
Kürdistan’da yürütülen savaş politikası belirleyici noktadır. Yine kadın kırım politikası da faşist rejimin temel amacıdır. Toplumu, düşürdüğü kesimler üzerinden çürütme, korku salma, direnme ve mücadele etme iradesinden yoksun bırakma söz konusu saldırıların esas amacıdır ve ulaştığı cinnet halidir. Onun için bütünlüklü, ideolojik, politik ve eylem birlikteliğini gerektiren bir mücadeleyi gerekli kılar. Ortaya çıkan çürüme sonuçtur. Nedenleri doğru anlaşıldığında, doğru mücadele ve çözüm mümkün hale gelir. Bu faşist, soykırımcı ve çürümüş politikanın tümünün merkezinde Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı sistematik olarak yürütülen faşizm olduğuna göre, ancak örgütlü ve politik bir mücadele karşı durulabilir. Ahlaki ve politik toplum olgusunun önemi ve hayati olduğu bu vesile ile bir kez daha çok net biçimde ortaya çıkmıştır. Düşünsel, ideolojik ve zihniyet olarak gelişmiş; yine ahlaki ve politik değer olgusunun yüksek geliştiği toplumlar suç oranlarının en düşük olduğu ve var olan sorunların da çözümünün mümkün olduğu toplumlardır.