Politik mizahın dönüşümü: Deniz Göktaş
Toplum/Yaşam Haberleri —
- “Başka ülkede yaşayamam ama umarım bu şakalarla, bu ülkede yaşayabilirim.”
BİLGE AKSU
Dünyanın çoğu yerine nazaran, geç tanıştığımız unsurlardan biri de stand-up kültürüydü. 90’lar civarı, yalnızca metropol uğraşı olarak kalan ve küçük barlarda seçkin bir kitleye hitap eden işler, uzun bir süre boyu kitlesel hale gelmemişti. Leman gibi mekanlarda sahne alan genç Cem Yılmaz’ın şakaları, tarih öncesi destanlarının yayılma sürecine benzer biçimde, ağızdan ağıza aktarılarak bilinir hale geliyordu. Türkiye için yepyeni bir damarı temsil eden bu yeni nesil güldürü, o dönemin havasına tamamen hakim olmuş TV skeçlerinin arasında yaşama şansı dahi bulamıyordu.
90’ların taklit ve ağza dayalı komedi skeçlerinde öne çıkan Levent Kırca, Hamdi Alkan gibi isimler de birbirinden ayrılıyordu gerçi. Kırca daha politik ve cesur şakalarıyla ünlüyken, Hamdi Alkan’ın tarzı daha karikatürize tipler üzerinden şekilleniyordu. Böyle bir dönemin içinde kendine yer açması gereken genç bir Cem Yılmaz’ın hem yepyeni konuları masaya getirmesi hem de kışkırtıcı bir tarzı sonuna kadar dayatması gerekiyordu. Nitekim uzun bir süre boyunca uyguladığı bu reçeteyle başarılı bir sonuca da ulaştı.
2000’ler ve sonrasındaki mizahi eğilimi tekeline alan Cem Yılmaz, yaklaşık 20 sene boyunca rakipsiz ve alternatifsiz bir krallık ilan etti. Bunda hak sahibi olduğu noktalar şüphesiz ki epey fazlaydı. Fakat yıllar geçtikçe şakaları eski kışkırtıcılığını bıraktı, daha çok genel bir Türkiye panoramasını merkeze alır oldu. Bana göre Bir Tat Bir Doku’dan sonraki en başarılı gösterisi olan 2013 çıkışlı Fundamentals’ta en iyi örneklerini gördüğümüz bu panorama anlatısı, Cem Yılmaz’ın artık savaşmaktan vazgeçtiğini, ‘herkesi kucaklamaya’ hazır olduğunu gösteriyordu. Lokantalar, garsonlar, otelciler, esnaflar, ‘teyzeler’, gurmeler, İngilizce bilenler ve bilmeyenler… Aralara serpiştirilen güncel şakalarla birlikte, bu bol figürlü Türkiye anlatısı, 90’ların sivri zekalı ve kışkırtıcı genç komedyeninin yeni tarzını özetliyordu.
Bu 20 yıllık hükümranlığın sonunda artık farklı anlayışlara hitap eden, geniş bir spektrumu kapsayan çeşitli komedyenler görülmeye başlandığında, Cem Yılmaz’ı düşünmeyi de yavaş yavaş bıraktık. Feyyaz Yiğit özellikle Gibi dizisiyle Y kuşağının kendi arasında pek sevdiği, neredeyse yapı sökümcü bir uğraşla yaratılan mizah tarzını tüm ülkeye yaydı. Aynı dönemde yaygınlaşan Instagram Reels’larındaki kısa komedi gösterileri de bir başka boşluğu doldurdu. Bu ikincisi, Cem Yılmaz’ın evrensel benzerlerinden de çok farklı biçimde ortaya çıkardığı uzun soluklu stand up gösterilerinin çok kısaltılmış, çekirdek versiyonları gibiydi. 5-15 dakika arasında değişen zaman aralıklarında, hemen hiç kimsenin tanımadığı birileri, ellerine mikrofonu alıp çoğu klişelerle örülü konuşmalar yapıyor, araya serpiştirdikleri ortalama ve üzerindeki şakaları seyirciye satmaya çalışıyordu. Tuz Biber olarak bilinen oluşumun başı çektiği bu yeni nesil gösteriler, beklenenden hızlı şekilde herkesin beğenisini ya da nefretini kazandı.
İlk gösteri: Vegan
Deniz Göktaş, Tuz Biber ekibiyle tanıştıktan sonra yolunu bulan isimlerden biri. Daha önce Ankara’da öğrenciyken bu tarz denemeleri olmuş ama çok da ses getirmemiş. Okul bitip de sinemayla uğraşmak için İstanbul’a taşındığında, biraz da kimseyi tanımamasının sonucu olarak, kendine bir sosyal ortam sağlamak için Tuz Biber’in gösterilerine gitmeye başlamış. Günün birinde, herkese 5 dakika süre tanınan açık mikrofon gecesinde sahneye çıkınca bütün işler değişmiş.
O ilk gösterisi epey ünlü. Adı ‘Vegan’. İlk bakışta, son dönemin en çirkin ve klişe esprilerine konu olan veganizmi ele aldığını düşünüyor insan. Açıp izlemeye eli varmıyor. Ama ister bir cesaret adımı deyin ister sadece merak, bir kere açtınız mı da geri dönüşü olmayan bir yola girdiğinizi fark ediyorsunuz. Deniz Göktaş’ın meseleye yaklaşımı, sıklıkla gördüğümüz empati yoksunluğunun ya da ortalama zeka tuzağının çok ötesinde. Veganizmin doğru ve yanlış yönlerini, oldukça enteresan bir alegori yoluyla, beş dakika gibi kısa bir sürede ele alıyor ve konuya dair ciddi manada yeni pencereler açıyor. Yaklaşımı oldukça kışkırtıcı ama asla saldırgan değil. Konuya vakıf olanın daha çok güldüğü, bilgiyi ve tecrübeyi önceleyen bir tarz bu.
Yalnızca şakadan ibaret değil
İşte birkaç yıl önce, vegan adlı videosuyla konuşulmaya başlanan Deniz Göktaş, aynı tarzıyla bugün oldukça bilinir bir pozisyona gelmiş durumda. Geçen ay Youtube’a yüklediği bir saatlik gösterisi, kısa süre içinde yaklaşık iki milyon izlenmeye ulaştı. İzleyenlerin neredeyse tamamı, ilk bakışta ne hissetmesi gerektiğini pek anlayamadı. Çünkü bu genç komedyenin tarzı öylesine yenilikçiydi ki, değindiği konuları da göz önüne aldığımızda, oldukça hassas meselelere dair tereyağından kıl çeker gibi yapıverdiği şakalar kucağımızda patlamaya hazır şekilde bekliyordu. Alevilik, Kürtlük, solculuk, azınlıklar, siyasal islam, dinler tarihi gibi son derece ‘tehlikeli’ konularda ürettiği söylemler yalnızca şakadan ibaret değildi. Aniden patlatıp kucağınıza bıraktığı bu şakalarda, aynı zamanda bütün bir toplumun gizli ya da açık travmaları duruyordu.
İzleyicinin tekinsiz bir halde kalmasının bir başka sebebiyse, Deniz Göktaş’ın aşırı ciddi tarzıydı. Eskiden komedyenler, şakasını yaptıktan sonra herkesten önce kendi güler ve kahkahanın bulaşıcı etkisinin ardına sığınırdı malum. Ki Cem Yılmaz, bunu en çok yapanlardan biridir. Deniz Göktaş ise, yeni neslin pek bir sevdiği, ‘cool’ şakacı kategorisindeydi. Hani gündelik bir sohbette olsanız, şakalarının en az yarısında şaka yapıp yapmadığını anlamayacağınız bir diyaloğa girerdiniz onunla. Yüzünde hiçbir mimiğin oynamadığı ve fakat muhatabını şoka sokan katmanlı şakalardı bunlar. Hal böyle olunca o bir saatlik videosu, sindirilmesi ve ne hissedildiğinin özetlenmesi oldukça zor bir içerikti.
Deniz Göktaş biraz acımasız
Deniz Göktaş, stand up denen uğraşın kodlarını çok iyi çıkarmış görünüyor. Gösterinin başlarında kendinden ve bu işi neden yaptığından bahsederken aralara ufak tefek şakalar serpiştirerek seyirciyi ısındırıyor. Bunu zaten diğer ünlü stand up’çılarda da görürüz. Ricky Gervais de böyle başlar, Cem Yılmaz da. Gösteri boyunca bambaşka bir evrene geçip oradan oraya savrulacak seyirciyi ortama alıştırmak için gereklidir bu. Ama Deniz Göktaş biraz acımasız. Bunu yaparken araya serpiştirdiği şakalar da son derece sert. Gösterinin daha on dakikası bile dolmadan okunan ‘Yemenli Çocuğun şiiri’ mesela… Ya da 15. Dakikada gelen 90’lar ve Kürt Soykırımı şakası…
Yukarıda bahsettiğim tarzı sebebiyle, Deniz Göktaş’ın bu hassas şakaları karşısında, ilk elden ne hissedeceğinizi gerçekten şaşırıyorsunuz. Çünkü bu şakalar aslında gülelim diye yapılmıyor. Arka plandaki travmayı ve korkunç politikaları özetliyor ama öyle bir üslupla yapılıyor ki, şaşkınlık içinde gülerken buluyorsunuz kendinizi. Zaten giriş sekansında kendinden ve tarzından bahsederken, her şakayı kabul edeceğini ama komik değilse gülmeyeceğini belirtiyor Göktaş. Mizah uğraşı verenler ve muhatapları için oldukça basit bir reçete bu. Her şeyin şakası yapılabilir, eğer komik olmamayı da göze alıyorsanız…
Üç dakikada Türkiye panoraması
Gösterinin devamında üç dakikaya sığdırılmış muhteşem bir Türkiye panoraması mevcut. Yakın dönemin bütün skandalları, travmatik olayları ve politik ayrışmaları, kısa bir taksi yolculuğuna sığdırılarak anlatılıyor. Aslında bu sekans, ilerleyen dakikalarda nelerle karşılaşacağımıza dair bilgi veriyor. Üniversite eylemleri, Cumartesi Anneleri, polis şiddeti, Gezi Direnişi, 15 Temmuz, referandumlar, kayyumlar, yolsuzluklar, ırkçılık, ayrımcılık ve daha nicesi… Hani insan sırf şu kısmı okusa, bir saatlik bir videoda bunlara nasıl değinilir ki diye düşünür. Ama öyle düşünmeyin, Deniz Göktaş’ın başarısı tam da burada gizli. Hiçbir şakası tek bir konuya dair değil onun, hepsinde farklı katmanlar ve alt metinler mevcut.
Gösteride en çok akılda kalan kısımlardan biri, ki esasen yine çok politik, yeni neslin içine düştüğü spiritüalizm girdabı… 21. yüzyılda, dinlerin etkisinin azaldığı ve gençliğin deizme, ateizme yönelmeye başladığı bir dünyada birden patlayan bu furyanın çelişkili yönlerini ele alıyor. Astroloji, tarot, fal, burç yorumu, enerji, aile dizimi derken her gün birbirinden absürt başlıklarla karşılaştığımız bir gerçek. Ve ne yazık ki bu furyalara kapılıp giden insanlar, eğitimli ve kentli, orta sınıf bireyler. Göktaş’ın ikonik cümlesi oldukça anlamlı: “21. Yüzyılda skolastik düşüncenin merkezi, Kadıköy…”
Çok tuhaf ve çok yaratıcı
Gösterinin genel havası esasen karamsar. Sayıp döktüğüm bütün bu başlıklarda sayısız toplumsal travma mevcut. Deniz Göktaş da bunlara değinirken, ne yaptığının farkında. “Başka ülkede yaşayamam ama umarım bu şakalarla, bu ülkede yaşayabilirim” diyor yaptığı işle ilgili. Çünkü tehdidin yalnızca iktidardan gelmediğinin farkında. Birlikte sahne aldığı arkadaşları özellikle CHP vekilleri tarafından tehdit edilip dava açıldığı için, her kesime karşı tetikte olmak zorunda. Ki gösterinin bir noktasında, “Kürtler… başımızın tatlı belaları…” dediği yerde hissettiği tedirginlik dahi çok şey anlatıyor.
Ama her şeye rağmen umutlu bir final yapıyor Deniz Göktaş. İzlerken şoka girdiğiniz bir final. Kendi dünyaya geliş sürecini, Sivas Katliamı’yla birleştiren, çok tuhaf ve çok yaratıcı bir şakayla. Spoiler olmaması için ayrıntıya girmiyorum ama sırf bu final bile, Deniz Göktaş’ın zekasını ve cesaretini gösteren bir unsur. Önümüzdeki en az yirmi yılın yeni hükümranlığına soyunabilir isterse. Ama muhtemelen istemez. Dikkat çekmeyi pek sevmiyor çünkü.