"Müzakere-mücadele" diyalektiği
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Ne diplomat köşe yazarı gibi konuşmalı, ne de köşe yazarı diplomat gibi konuşmalı. Diplomat köşe yazarı gibi konuştuğunda müzakere yürümez, köşe yazarı diplomat gibi konuştuğunda mücadelenin yerini "umutlanma, bekleme, eylemsizlik" alır.
Diplomatlar diplomatça konuşur ve yazar. Onlar temsil ettikleri devlet ya da parti adına konuştukları için, eğer o devlet ya da parti diğer devletle fiili müzakere içindeyse onların dilleri kitlelere hitap etmez, muhataplarına hitap eder.
Şu anda DEM Parti yönetimi fiili müzakerede asıl taraf olmamakla birlikte önemli bir rol oynuyor ve bu rol bir bakıma diplomatik karakter taşıyor. Özgür Özel "bize savaş ilan edildi ve savaşacağız" dediği bir ortamda Erdoğan'la görüşme sonrası DEM Parti heyetinin "her zamankinden fazla umutluyuz" demesi, fiili müzakere sürecinde diplomasinin gereğidir. Müzakere sürüyorsa, kesin bir anlaşma metni yayınlanmamışsa, müzakere masasındaki "bardağın" bir kısmı doludur, bir kısmı boştur. Diplomat bardağın dolu tarafını dile getirir.
Biz DEM Parti'yi temsil etmeyen, kendi düşüncelerini dile getirenler, müzakere masasındaki bardağın ne kadarının dolu, ne kadarının boş olduğunu bilemeyiz. Ama şunu biliriz: Bardağın hala "boş" olan kısmı vardır. Ve biz, diplomattan farklı olarak bardağın boş tarafını dile getiririz.
Bardağın "dolu" tarafı muhtemelen kimi "iyileştirme" vaatlerinden oluşmaktadır. Bardağın "boş" tarafı ise "demokrasidir."
Şu anda "her zamankinden daha fazla umutluyuz" açıklaması "Barış ve Demokratik Toplum" sürecini on milyonlar halinde destekleyen kitlelere her hangi bir "eylem" önermez. Yani onlara bu sürecin başarısı için bir eylem yolu çizmez. Çünkü "umutluyuz" düşüncesi fiili müzakereyi "sürdürme" kararlılığıdır. Bizim gibilere gelince, görevimiz müzakere sürecinin başarısı için kitleleri eyleme çağırmaktır. Daha önce yazdığım gibi, bu eylem şu anda Başkan Apo'nun özgürlüğünü kazanma eylemidir. O'nun özgürlüğüne yönelik sınırlı ve kısmi iyileştirmelerden diplomasi ne kadar "iyimser" konuşursa konuşsun, kitleler "Önder Öcalan'a özgürlük" hedefinden bir milim bile sapmamalıdır.
Görüldüğü gibi "müzakere ve mücadele" diyalektiğini göz ardı etmemek, diplomatın diliyle politik aktivistin dili ve ağırlık noktaları arasındaki farklılığın, aslında birbirini tamamladığını görmek gerekir. Ne diplomat köşe yazarı gibi konuşmalı, ne de köşe yazarı diplomat gibi konuşmalı. Diplomat köşe yazarı gibi konuştuğunda müzakere yürümez, köşe yazarı diplomat gibi konuştuğunda mücadelenin yerini "umutlanma, bekleme, eylemsizlik" alır.
Başından beri bu konuda "müzakere" ile "mücadele" arasındaki diyalektik bağı DEM Parti'nin bileşeni olan "Türkiye sosyalist hareketinin" kurabileceği ve kurması gerektiğini yazıyorum. Sosyalist hareketin "Türkiye sosyalist hareketi" olduğunu bilerek vurguluyorum. Çünkü bu hareket Kürdistan coğrafyasında, sonucu tayin etmeyecek "niceliksel" bir güçtür. Buna mukabil Türkiye coğrafyasında "erken seçim" süreciyle "Barış ve Demokratik Toplum" sürecini birbiriyle uyumlu hale getirebilecek "niteliksel" bir güçtür. Ülkede yaşanan iki "gerçekliği" birbirinin karşısına, birbirini nötralize etmeye varacak şekilde koyma ihtimalinin bu yolla bertaraf edilebileceğini düşünüyorum.
İki gerçeklikten birisi, bence en önemlisi, "Barış ve Demokratik Toplum" sürecidir. Bu süreç "yakın gelecekte" sonuç verebilir, demokratikleşme yolunda atılacak her adım Türkiye'yi demokrasiye yakınlaştırabilir. Çünkü "Barış ve Demokratik Toplum" süreci, sadece Türkiye'deki dinamiklere bağlı değildir. Ortadoğu'daki kritik gelişmelerin zorlamasıyla devlet ve iktidar güçleri Kürt Özgürlük Hareketi’yle uzlaşma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır. Ya bu süreç başarıya ulaşacak ya da Türk devleti tıpkı Birinci Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi, yıkıcı bir "beka" sorunuyla yüzleşecektir.
CHP'nin başlattığı "erken seçim süreci" de "Barış ve Demokratik Toplum" sürecinin ilerlemesini sağlayacak bir diğer zorlayıcı etkendir. Daha şimdiden AKP seçmen tabanı erimekte ve Erdoğan İmralı sürecini baltalayan saldırılarının tahribatıyla yüzyüzedir. Eğer "Barış ve Demokratik Toplum" süreci başarısızlığa uğrarsa, erken seçim yoluyla iktidarı tasfiye etmek ya mümkün olmayacak ya da ucu iç savaşa açılan kaotik bir gelişmeye neden olacaktır.
CHP'ye yakın medyada programlara katılan kişiler CHP yöneticilerine ısrarla "erken seçimi" Erdoğan'a nasıl kabul ettireceklerini soruyor ve ikna edici cevaplar alamıyor. CHP yöneticileri cevap olarak "her hafta bir ilde ve her Çarşamba günü İstanbul'un bir ilçesinde miting yapacaklarını ve Erdoğan'ın aldığı oydan bir fazla erken seçim için imza toplayacaklarını" dile getirmekte. Elbette bu kampanya iktidarı zor durumda bırakır, onu kimi tavizler vermeye zorlayabilir. Ama eğer devletin içinden ciddi bir zorlama gelmedikçe Erdoğan kazanamayacağı bir seçime "evet" demeyecektir.
Ne yapabilir? Şunu:
Eğer müzakere süreci başarısızlığa uğrar ve erken seçim talebi en yakın zamanda gerçekleşmezse, Erdoğan ABD ve İsrail'in dayatmasıyla İran'la ucu iki devlet arasında savaşa açılan gerginlik politikasına yönelebilir, giderek "savaş tehlikesini" abartarak, ülkede "seferberlik" ilan edebilir. O andan sonra barışçı ve parlamenter yollardan demokrasiye geçiş imkansız hale gelir.
O nedenle CHP "Barış ve Demokratik Toplum" sürecini TBMM'deki gücüyle desteklemelidir. Bu süreç ne kadar ilerlerse, erken seçimi de "normal" şartlarda yapmak ve yeniden parlamenter rejime geçmek o kadar "sancısız" gerçekleşebilir.