Avrupa’nın kaçırdığı şans
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Avrupa krizinin de, dünya krizinin de çaresi Başkan Apo’nun esaret koşullarında yarattığı paradigmadadır. Yeryüzünde ondan başka hiçbir liderin ve partinin elinde böyle bir çare bulunmuyor.
15 Şubat uluslararası komplonun 26’ıncı yıldönümü.
Dünyanın bütün küresel güçleri o gün Öcalan’ı “terörist” diye İmralı’ya kapattılar, partisi PKK’yi “terör listesine” aldılar.
26 yıl sonra “karanlık”ta ışık göründü. Küresel güçlerin uluslararası örgütleri ve yargı organları, birer birer, kendi elleriyle inşa ettikleri İmralı işkence sistemine karşı konuşmaya başladılar. “Umut hakkı” dediler ve bu hakkın kullanılmasıyla Başkan Öcalan’ın özgürlüğüne doğru, O’nun üstüne kapattıkları kapıyı araladılar.
Türk devletinin bu komplodaki “gardiyanlık” rolü, o gün Başbakan Ecevit’in şaşkınlıkla “Öcalan’ı neden bize verdiler” demesiyle kanıtlandı. Şimdi 26 yıldır İmralı’yı cehenneme çevirenler Öcalan’dan gelecek çağrıyı heyecan ve merakla bekliyorlar.
Küresel güçler, tarihteki devrimci süreçleri yok etmenin en büyük adımı olarak, bu devrimci süreçlerin liderlerini yok etmeyi ezberlemişlerdi. Lider kadrosunu yitiren devrimci güçlerin ne yapsalar da yeniden örgütlenme imkanına büyük ölçüde ulaşamadıklarını görmüşlerdi. Öldüremediklerini zindanlara kapatarak manen ve düşünsel olarak öldürmüşlerdi.
Başkan Öcalan’ı da öldürebilirlerdi. O şimdi hala aramızdaysa, bunu komplo günü “biz ölmeden Önderliği öldüremezsiniz” diyen otuz bin şehide ve şehidlerin yerini alan ve şu anda halkı ve halkın önderini savunan kahramanlara borçluyuz. Şimdi bu şehitler ordusu, “silahları bırakma” tartışmasına yalnız demokratikleşme ön koşuluyla yaklaşmıyor, aynı zamanda Öcalan’ı dün olduğu gibi bugün de güvenliğe alma açısından yaklaşıyor: Öcalan özgür olmadan onun hayatını güvenceye alan gerilla savunma mücadelesine devam etme kararlılığındadır.
Öcalan bu sayede hayattadır ve komplo öncesinden kıyaslanmaz ölçüde, Kürtlerin önderliğinden özgürlük ve barış isteyen insanlığın kutup yıldızı olmuştur.
Aradan geçen 26 yılın şahitlerinden biriyim. Komplodan önce Öcalan’ın görüşlerinden yeterince haberdar değilken, komplodan sonra O’nun düşünce dünyasını anlamaya başladım. Selahattin Erdem’in dediği gibi komplocuların hedeflediğinin tam tersine Öcalan “sönümlenmedi”, “düşünce devrimini” zindanda gerçekleştirdi. Komplocular Öcalan’ın Bekaa’da binlerce insanı örgütleyip eğitmesini, mekapından silahına kadar binbir sorunu çözmesini, diplomasiden gerilla taktiklerine kadar en kahırlı işlerle uğraşmasını önledik sanırken, Başkan, zindanda kendi beyniyle baş başa kaldı ve Öcalan o güne kadar Ortadoğu’nun devrimci liderlerinden biriyken, bugün insanlık için “dünya barışının önderi” ve Türkiye’de “devlet ve partiler üstü” bir şahsiyet haline geldi.
Bence bu düşünce savaşı, uluslararası komplonun asıl ve en büyük yenilgisidir. Serhildancı halk ve gerilla olmasaydı Öcalan hayatta olmazdı, Öcalan olmasaydı arkaik düşüncelere mahkum olan halk da, gerilla da, PKK de Filistin devrimci süreci gibi yenik düşenlerin kaderini paylaşır, hayatta kalamazdı.
Kimi zaman komplo günlerinde, Avrupa devletlerinin binlerce devrimciye, bizlere, politik sığınma hakkını tanırken Öcalan’a, kendi hukuklarını çiğneyerek bu hakkı neden tanımadıklarını düşünmüşümdür. Tanısaydılar acaba neler olurdu sorusu aklıma bir çok kere takılmıştır. Gerçi tarihe “şöyle olsaydı ne olurdu” sorusunun penceresinden bakmanın fazla bir önemi yoktur. Olan olmuştur. Ama yine de sorular insanın aklına takılıyor. O nedenle ben yine de “acaba neler olurdu” sorusuna, pratikte anlamlı olmadığını bildiğim cevabımı sizlerle paylaşacağım.
Öcalan bir çoğumuz gibi, Avrupa’da politik sığınma hakkına sahip olsaydı, şu anda Avrupa’nın içine yuvarlandığı kriz koşullarında, neredeyse bütün ülkelerde ırkçı ve neo-Nazi partilerin yükselişe geçtiği, Üçüncü Dünya Savaşı’nın Avrupa’da yaşandığı ve savaşın nükleer savaşa açılacak ölçüde tırmanma tehlikesinin büyüdüğü, iklim krizinin insanlığı tehdit ettiği ortamda acaba nasıl bir rol oynardı?
Bu rolün ne olabileceğini anlamak için, şu anda dünyanın en akıllı insanları tarafından, ”Öcalan’a özgürlük” şiarıyla yürütülen kampanyanın içeriğine bakmak yeterlidir. Bu içerik “hüküm giymiş bir insanın haklarını savunmakla” sınırlı değildir. Bir çoğu Nobel ödüllü bilim insanları yaşadıkları krizden Öcalan’ın düşünceleriyle çıkılacağını artık anlamış bulunuyorlar. Avrupalı kadınlar, neredeyse yüz yaşına basan İngiliz özgürlükçü kadın aktivistinin söylediği gibi, Öcalan’ı tarihte “kadın özgürlüğünü” kadın devrimine yönlendiren “biricik erkek lider” olarak tanıyorlar. Avrupa’nın dört bir yanından gençlerin uzun yürüyüşleri, Paris’ten başlamakta, İmralı kapılarına dayanmakta ve Kandil’e uzanmakta.
İşte bu gelişme bana şunu düşündürüyor: Eğer Öcalan Avrupa’da özgür olsaydı, kadın özgürlükçü, ekolojik, komünal demokratik Konfederal hareketin başına geçer, ırkçılığı demokratik ulus teorisiyle yenilgiye uğratır, çözülme sürecine giren Avrupa Birliği’ni bütün ulusların, bütün din ve mezheplerin, bütün cinsiyetlerin, bütün kültürlerin Demokratik Konfederal Ortak Evi’ne dönüştürürdü. Avrupa krizinin de, dünya krizinin de çaresi Başkan Apo’nun esaret koşullarında yarattığı paradigmadadır çünkü. Yeryüzünde ondan başka hiçbir liderin ve partinin elinde böyle bir çare bulunmuyor.
Böyle bir düşünceye vardığım zaman, bana, benim gibilere, binlerce devrimciye politik sığınma hakkı tanıyan Avrupalı finans kapital oligarklarının bu hakkı neden Öcalan’a tanımadığını anlıyorum ve demek ki bizleri kendi düzenleri için “tehlikeli” görmemiş olmalarından dolayı ise ister istemez üzüntüye kapılıyorum.
Ama üzülmenin hiçbir anlamı yok. Önemli olan Öcalan’ı anlamaya, onun özgürlüğünün Türkiye, Ortadoğu, Avrupa ve Dünya için büyük bir şans olduğunu kavramaya çalışmak ve komplonun 26’ıncı yılında Avrupa halklarına, komplocu devletlerine o günlerde destek vererek yaptıkları büyük hatayı, kaçırdıkları büyük şansı hatırlatmak üzere Strazburg’da “Öcalan’a özgürlük” diye haykırmaktır.