İktidar soruna askeri açıdan yaklaşıyor
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- En büyük engel iktidarın “PKK yenildi, teslim olsun” anlayışıdır. Bu anlayış soruna başından beri olduğu gibi “askeri” açıdan yaklaşıldığını gösteriyor. Soruna askeri açıdan yaklaşmak ise her türlü demokratik mekanizmayı reddetme sonucunu doğuruyor.
Başkan Öcalan’ın yaptığı çağrının amaca ulaşması iki demokratik sürece bağlı: Birincisi, konunun TBMM’ye getirilmesi ve bütün partilerin iç demokrasilerinin işletilmesiyle alacağı kararlar temelinde demokratikleşme yolunda uzlaşıya varması. İkincisi, konunun PKK Kongresi’ne getirilmesi ve parti içi demokrasinin işletilmesiyle alacağı kararlar temelinde silahlı mücadeleye ve bu mücadeleye göre biçimlenmiş örgütsel formel yapıya son vermesi.
Bu iki demokratik süreç işlemeden Türkiye havanda su dövmeye devam edecektir.
Başkan Apo, DEM Parti ve CHP konunun TBMM’de ele alınmasını istiyor. PKK, konunun Kongre’de sonuca bağlanmasında ısrarlı. Neden? Çünkü yüz yıllık bir sorun ve neredeyse yarım asırlık bir savaş tartışılıyor.
İktidar ise sorunu demokratik süreçlerle, karşılıklı ikna ve diyalog yoluyla çözmek yerine hem TBMM’yi harekete geçirmiyor, hem de PKK’nin Kongre toplaması için ateşkes ilanını ve Parti’nin “Kurucu Önderi” Öcalan’ın Kongre’yi toplaması ve yaptığı çağrıyı, delegeleri ikna ederek karara dönüştürmesini engelliyor.
Evet, DEM Parti bir süredir bütün partileri ziyaret ediyor, onlara İmralı Çağrısı’nın, muhtemelen henüz kamuoyuna yansımayan bütün ayrıntılarını anlatıyor. Bir ikisi hariç AKP ve MHP de içinde TBMM’de temsil edilen bütün partiler de, şimdiye kadar bu kapsamda görülmemiş ölçüde DEM Parti’yle diyalog içinde. Bu işin olumlu yanı. Düne kadar “ha kapatıldı, ha kapatılacak” bir parti muamelesi gören DEM Parti artık “Barış ve Demokratik Toplum” sürecinin devlet ve TBMM nezdinde başlıca muhataplarından biri haline geldi. Bu bile çağrının demokratik eğilimlere yol açmakta olduğunu kanıtlıyor.
Ancak bu süreç hala “geri dönüşsüz bir süreç” değil. Hiç bir hukuki ve yasal güvenceye dayanmıyor. Tıpkı geçmiş “çözüm sürecinde” olduğu gibi, Erdoğan’ın ağzından çıkacak bir kaç kelimelik söze bağlı kalıyor.
Özellikle PKK’nin Kongre ve Kongre için ateşkes ile PKK Önderi Öcalan’ın Kongre’yi toplayacak özgür çalışma koşullarına sahip olması için yaptığı çağrıların iktidar tarafından kabul edilmemesi ortaya çıkan barış ve demokratikleşme imkanının her an “Ateşkes yok, Kongre yok, Kongre’nin toplanması için Öcalan’a özgürlük yok” denilerek heba edilme ihtimalini akla getiriyor.
TBMM konuya el atmayacak, halk iradesi hiçe sayılacak, söz hakkı tek adamda kalacak, PKK kongre yapmayacak, delegelerin iradesi hiçe sayılacak ve böyle demokratik olmayan şartlarda “Barış ve Demokratik Toplum” süreci “başarıya” ulaşacak. Bu yaklaşımda ciddi olan hiç bir yan yoktur.
Hem Türkiye kamuoyunda, hem varolan partilerin ve iktidarın içinde, hem de HPG komutanları ve savaşçılarının saflarında, genel olarak çağrıya olumlu bir yaklaşım olmakla birlikte, çağrının uygulanmasıyla ilgili kaygılar, şüpheler ve itirazlar var. Bu da doğaldır. Bu kaygıların, şüphelerin ve itirazların şeffaf demokratik diyalog ve tartışma sürecinde giderilmesi ise mümkündür.
Mümkündür ama, bu imkanın önündeki en büyük engel iktidarın “PKK yenildi, teslim olsun” anlayışıdır. Bu anlayış soruna başından beri olduğu gibi “askeri” açıdan yaklaşıldığını gösteriyor. Soruna askeri açıdan yaklaşmak ise her türlü demokratik mekanizmayı reddetme sonucunu doğuruyor.
Murat Karayılan, son röportajında PKK’nin askeri açıdan soruna yaklaşmadığını açıkça ortaya koymuştur. Kuvvetli argüman ve kanıtlarla PKK’nin Başkan Öcalan tarafından yapılan çağrıya “yenildiği” için değil, Önderliğe sadakat ve onun on yıldır barış ve demokrasi için formüle ettiği çizgiye inandığı için onay verildiğini söylemiştir. Eğer “barış ve demokratik toplum süreci” “ne yenen, ne de yenilenin” olduğu taraflar arasında bir sonuca bağlanamazsa, PKK’nin “savaşa da hazır olduğunu” ilan etmiştir. Karayılan savaşta “pat” durumunun yaşandığı, savaşın hem Türk halkına, hem de Kürt halkına zarar verdiği saptamasından hareketle barış iradesini dile getirmiştir. Bu arada şaşırtıcı bir açıklamada yapmıştır. Bu açıklamadan savaş uçaklarının, SİHA’ların, obüslerin saldırılarından gerillanın hiç bir ciddi kayıp vermediğini, daha ilginci gerillanın elinde 800 kilometre menzilli silahların olduğunu da öğrenmiş bulunuyoruz. Karayılan bu savaş kapasitesine rağmen, partinin “Kurucu Önderi” Apo’nun başkanlığında toplanacak olan Kongresi’nde “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının tüm gereklerini karar altına alacağını açıklamıştır.
Bu da gösteriyor ki, iktidarın konuya “askeri” açıdan yaklaşmasının hiç bir temeli yoktur ve PKK konuya Başkan Apo’nun çağrısı temelinde “politik” bir yaklaşım içindedir. PKK yarım asırlık savaş sonucunda, Kürt sorununun siyasi zeminde çözülmesinin bütün şartlarını yaratmıştır ve bu anlamda “ömrünü tamamlamıştır.” Diğer ideolojik sebebleri bir yana bırakırsak, ömrünü tamamlaması PKK’nin askeri açıdan yenildiğini değil, hem ordunun hem de gerillanın, artık askeri yoldan yapabilecekleri her şeyi yaptığını, politik çözüm sağlanmadığı durumda her iki gücün bir kırk yıl daha savaşmak zorunda kalacağını, bunun ise yalnız Türkiye halklarına değil, Ortadoğu’daki tüm halklara zarar vereceğini görmek anlamına gelmektedir.
Dar anlamıyla “ömrünü tamamlayan” bir örgüt, başkasının onu yoketmesine gerek kalmadan çöker. Reel sosyalizm böyle çökmüştür. PKK ise üstüne düşen tarihi misyonu başarıyla tamamlamış, “Barış ve Demokratik Toplum” sürecinin politik, hukuki ve yasal temelde gerçekleşmesinin şartlarını yaratmıştır.
Şimdi iktidarın konuya askeri açıdan yaklaşması dışında, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Başkan Öcalan önderliğinde barışa, demokrasiye ve refaha kavuşmasının önünde hiç bir engel bulunmamaktadır.