Müzakerenin dili de anti sömürgeci olmalıdır
İlham BAKIR yazdı —
- Yüz yıllık bir ulusal kurtuluş bir mücadelesinin ve son elli yıldır süren donanımlı ideolojik bir öncülükle gelişen direnişin deneyimleri söz konusudur. Özellikle legal siyasi alanda Kürtler adına siyaset yapanların, söylem geliştirenlerin bu gerçekliğin farkında bir özgüvenle söylem geliştirmeleri, siyaset yapmaları gerekir.
Sömürgeciliğin çok uzun yıllar sürdüğü, sömürgeciliğin her anlamda kurumsallaştığı, fiziksel baskı ve şiddeti belki de kat be kat aşan psikolojik şiddetin, beyaz soykırımın yani asimilasyonun çok güçlü bir şekilde geliştirilebildiği bir sömürgenin legal alandaki siyasetçisinin işi ateşten gömlek giymekten farksızdır. Bir yandan sömürgeci hukuk ve adalet sistemi içerisinde onun kurallarıyla siyaset yapmaya çalışırken bir yandan da sömürgeciliğe karşı mücadele etmek, direnmek hayli zor bir iştir. Legal alandaki siyasetçinin tutarlı anti sömürgeci bir siyaset üretememesinin temelinde sömürgeci devletle kurduğu çift gerçekli bir zihin dünyasında yaşıyor olmasıdır. Sömürgeci hukuka, yasalara, kurallara, teamüllere uymak sömürgeciliğe hizmet etmekte, sömürgeciliği kurumsallaştırmaktayken bir yandan da bu siyaset alanının aslında sömürgecilikle mücadele etmek amacıyla inşa edildiği gerçeği ile karşı karşıyadır. Aynı bünyede birbirine zıt iki gerçekliğin bir aradalığı bir bilinç yarılmasına, bir kişilik parçalanmasına neden olmaktadır. Özellikle de parlamento siyaseti ve yerel yönetimler siyaseti gibi sömürgeci devletle çok fazla iç içe olan alanlarda bilinç yarılması yoğun yaşanmaktadır. Bu iç içelik durumu uzun sürdükçe, çoğu zaman sömürge olma gerçeği bulanıklaşmakta, adeta sömürgeci devletin siyasetçisi gibi hareket edilmekte, siyasetçi kendini burjuva siyaset alanının konforuna kaptırmakta ve devletin çizdiği sınırlar içerisinde geliştirdiği bir siyaset yürütmektedir.
Anti sömürgeci direnişin çok şiddetlendiği, silahlı ve illegal mücadelenin güçlendiği, mücadelenin geniş kitlelerce sahiplenildiği dönemlerde saflar çok netleştiğinden genelde bu ara form diyebileceğimiz siyaset tarzı kendini geri çekmektedir. Bu siyaset tarzının kendini en yoğun ve baskın gösterdiği dönemler sömürgeci devletle anti sömürgeci direniş arasında bir ateşkesin sağlandığı ve müzakerelerin yürütüldüğü dönemlerdir. Devletin müzakereye oturmuş olmasını anti sömürgeci direnişin sağladığını unutup müzakereyi adeta devletin bir ali cenaplığına, lütufkarlığına, cömertliğine vehmeder ve devletin müzakere masasından kalkmaması için neredeyse her türlü tavizin verilebileceğini daha müzakerenin ilk anından itibaren kabullenir. Bütün siyaset tarzı ve geliştirdiği söylemler asla eşitler arası, göz hizasında bir duruma denk düşmez, kendini sürekli aşağıda tutan bir yerden ilişkiyi sürdürür.
Şimdi Kürt halkı yeniden çok şiddetlenmiş bir savaş ve bu savaşın ortasından boy veren bir müzakere sürecinden geçmekte. Çok açıktır ki, Türkiye Cumhuriyeti devletini Kürtlerle, Kürt Özgürlük Hareketi’yle, Kürt Halk Önderi Öcalan ile müzakere masasına oturtan şey, devletin barışseverliği, hümanizmi değil, direnişin bizzat kendisidir. Eğer direniş olmasa, gerçekten bahsettiği gibi bir galibiyeti yaşıyor olsaydı müzakerenin adı dahi anılmazdı. Bu müzakere sürecinin ülkenin en ırkçı, en faşist, en yeminli Kürt düşmanı partisinin liderinin öncülüğünde adeta yangından mal kaçırırcasına alelacele geliştirilmesi yaşadıkları sıkışmayla çok yakından ilgilidir. Kaybedecekleri vakitleri yoktur, çok acil bir şekilde Kürt sorununu birkaç hak kırıntısı vererek, çözüyormuş gibi yaparak, Kürtlerin silahlı direnişini mümkün olan en asgari düzeyde sınırlayarak Kürtlere yüz yıl önce yaşattıklarını alavere dalavere ile kandırmacalarla yeniden yaşatabilmeyi hedefliyorlar. Fakat Kürtler ne eski Kürtlerdir ne de koşullar eski koşullardır.
Yüz yıllık bir ulusal kurtuluş bir mücadelesinin ve son elli yıldır süren donanımlı ideolojik bir öncülükle gelişen direnişin deneyimleri söz konusudur. Özellikle legal siyasi alanda, parlamentoda Kürtler adına siyaset yapanların, söylem geliştirenlerin bu gerçekliğin farkında bir özgüvenle söylem geliştirmeleri, siyaset yapmaları gerekir. Bu anlamda Ahmet Türk’ün “50 milyon Kürt’ün yüzü Türkiye’ye dönüktür" sözü bu gerçekliğin farkında olmaktan, bu özgüvenden uzak, kendini sömürgeciyle eşit olarak görmeyen yerden geliştirilen talihsiz söylemlerden birisidir. Buna benzer çokça söylem ortalıkta dolaşmakta, sömürgeci siyasetçiler, devletin aparatı gazeteciler, akademisyenler, her şeyi bilen bilirkişileri Kürtlere müzakere süreciyle ilgili sürekli kuracakları dile dair had bildirmekte sınır çizmektedirler. Üstelik kendileri Kürtlere Kürt Özgürlük Hareketi’ne, müzakerenin birinci dereceden muhatabı olan Kürt Halk Önderi’ne yönelik en kibirli, en hakaretemiz bir dille konuşurken.