Rojava’da ve Türkiye’de durum
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Ne olduğu bilinmeyen süreci, oturduğunuz yerden değil de, sokakta izleyin. Ne olduğunu anlamak için aceleye gerek yok, “nasıl olması” için ise aceleye gerek var.
Türk devleti Rojava’da ne yapacak?
Soruyu Saray’dan ve devletten “iyi haber alan” gazeteci kılıklı MİT’e iliştirilmiş Abdülkadir Selvi cevapladı. Yazısındaki abur cuburları ayıkladığımızda, eliyle yazdığı, baltayla sökemeyeceği şu cümleleri okuyoruz:
“Suriye Milli Ordusu, PKK-YPG’yi Minbiç ve Tel Rıfat’tan temizledi, Fırat’ın batısındaki PKK-YPG varlığına son verdi. Arap aşiretlerinin de desteğiyle Deyrizor, PKK-YPG’den alındı. Aynı hızla Rakka’ya yönelinmişti. Önce Rakka. Ardından Ayn-el Arab ve Kamışlı’nın PKK-YPG’den temizlenmesi bekleniyordu. Farklı bir gelişme yaşandı, ufak çaplı operasyonlar yaşansa da frene basıldı.
Türkiye, Ayn el-Arab ve Kamışlı’ya operasyon yaparak terör örgütünü sınırlarımızdan 30-40 kilometrenin altına sürmek yerine daha köklü ve büyük ölçekli bir planı uygulamaya koydu. Buna sadece bu iki bölgeden değil, Suriye’nin tamamından PKK-YPG’yi çıkarma stratejisi diyebiliriz. Bu biraz zaman alacak ama köklü bir çözüm olacak.”
"Frene basıldı”, diyor ama karasörü yamulmuş devlet kamyonunun Rojava’nın üstüne “köklü çözüm” maksadıyla saatte iki yüz kilometre hızla ilerlediğini külahımıza anlatıyor. Anlatıyor anlatmasına ama, bu müthiş hızla Rojava’ya dalmanın “zaman alacağını” da yazıyor. Kamyon sınırda frenlenmiş. Rojava ile arasında sadece bir çizgi var. Neden “zaman alacak”? Sakın kamyon gazı köklediğiniz halde çamura saplanmış da patinaj yapıyor olmasın.
“Fren”, “hız”, “zaman” filan. Tut keli perçeminden.
Selvi “biraz zaman alacak” derken, patronu Hakan Fidan aynı gün şöyle diyor:
“Suriye’deki PKK/YPG meselesinin ortadan kaldırılması an meselesi diye düşünüyoruz”.
Al sana bir acayiplik daha: “Zaman alacak”, “an meselesi”… Hangisi?
Fidan’ın karargahından haber alan Selvi frene bastık, Suriye’de Rojava’yı haritadan silme işimiz “zaman alacak” derken, karargahın patronu Rojava’nın haritadan silinmesi “an meselesi” diyiveriyor.
Ama dikkat edin “Rojava’yı biz haritadan sileceğiz” diyemiyor. Kim bu işi yapacak? Şam’da kucaklaştığı Colani.
Başlıyorum gülmeye.
Ya hu, neredeyse on beş yıldır, milyonluk NATO ordunuzla, buna ilave bilmem kaç binlik Suriye Milli Ordunuzla yok edemediğiniz Rojava’yı içi birbirine düşman terör örgütleriyle dolup taşan birkaç on binlik HTŞ mi yok edecek? Hem de bu yok etme “an meselesi” olacak?. Coloni Tişrin Barajı’nda Türk ordusu ile Suriye Milli Ordusu denilen çetelerin haline bakıp Fidan’ın “gaza bas” diye gaza getirmesini “amacın HTŞ’yi bitirmek mi be adam” diye karşılıyor.
Rojava’da durum böyle.
Türkiye’de durum nasıl?
Nasıl olduğu ile ilgili en güzel soruyu Ahmet Hakan denilen “siyasi magazin” yazarı sormuş:
“Tam PKK yenilmişken bu süreç niye başladı?”
Essahtan da bu süreç niye başladı ki?
Ahmet Hakan “Türkiye sınırları içinde PKK faaliyeti bitti. PKK neredeyse bitkisel hayata girmiş durumda” diye yazdığı sırada Erdoğan şöyle bağırdı:
“Ya silahları gömerler ya da silahları ile gömülürler”.
“Türkiye içinde faaliyeti biten, bitkisel hayata giren” bir örgüte, koskoca devletin bir o kadar kocaman Reis’i “silahları göm, yoksa ben seni gömerim” der mi?
O halde ben de bir soru sorayım:
“Muhterem Recep bey, neden PKK’nin silah gömmesini bekliyorsun, hazır Ahmet Hakan ‘bitkisel hayata girdi‘ dediğine göre, niye PKK’nin yoğun bakımdaki fişini çekmiyorsun? Niye bunca zahmete giriyorsun?”
PKK “hüda-i nabit” bir örgüt değil. Kürt halk çoğunluğunun doğurduğu bir örgüt. Doğuranı öldürmeden küvezdeki bebeği, şu sıralar sözü edilen “sıhhi çeteler” gibi öldürsen ne fayda. Anavatandaki anaları öldürmedikçe bu işin üstesinden kimse gelemez.
İşte yüz yıldır bu “anayı” öldürmeye çalıştılar. Öldüremediler. Anaların örgütü DEM Parti’ye ve İmralı’ya ve de Rojava’ya, ve dahi Ankara’daki “drone” fabrikasına bakan durumu anlar. Anaların on bin evladı hapiste, on bini toprakta. DEM Parti hala Parlamentoda. Ve TBMM’nin bütün partileri PKK Önderi Öcalan “acaba ne diyor, ne öneriyor?” diyerek, İmralı ile “çaktırmadan” müzakereye soyunuyor.
Türkiye’de de durum böyle.
Böyle olmasaydı kanlı tecrübelerle ezbere ne olduğunu bildiğiniz bu devlet, İmralı kapısını aralar mıydı?
Mustafa Karasu “sütten ağzı yanan ayranı üfleyerek içer” halk sözünden hareketle, Rojava’da ve Türkiye’de duruma bakıp, önünüze “ayran” diye konana “temkinli yaklaşın” dedi. Boşuna demedi. Ayran sandığınız bulamaç öldürücü bir zehir de olabilir. Yoğurdu az, suyu fazla bir ayran da.
Yok eğer tam yağlı, tuzu yerinde, suyu az bir ayranla serinlemek istiyorsanız, ne olduğu bilinmeyen süreci, oturduğunuz yerden değil de, sokakta izleyin. Ne olduğunu anlamak için aceleye gerek yok, “nasıl olması” için ise aceleye gerek var.