Müzakereye doğru, ama nasıl?
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Demokratik halk savaşının sonunda kurulacak olan barış masasında müzakere Baş müzakereci Öcalan’ın önderliğinde halkların devletle “halkçı müzakeresi” olacaktır. Müzakerenin amacı Türk-Kürt eşit haklı kardeşliğini barış, demokrasi, çözüm temelinde yeniden inşa etmektir.
Şu anda iktidar Öcalan’la DEM Parti görüşmesini psikolojik savaş yöntemiyle PKK’nin tasfiyesi amacına bağlamış, Başkan Öcalan ise, bu amaca meydan okuyarak, “o halde gelin önünüze koyduğunuz amacı masada müzakere edelim” diyerek barış amacına bağlamıştır. Bu saptama ışığında son duruma bakalım:
Başkan Öcalan, var olan sorunların “zeminlerden biri olan” TBMM’de çözülmesi gerektiğini vurguladı.
Kimi liderlerin ve başta Erdoğan’ın konuşmalarından psikolojik savaş salvolarını ayıklarsak, objektif gerçeklik şöyledir. İlk defa TBMM çoğunluğu Başkan Öcalan’ın, özellikle barış mı savaş mı, çözüm mü çözümsüzlük mü sorununda “muhatap” olduğunu kabul etmiş bulunuyor. DEM Parti’nin İmralı ziyaretlerine itiraz etmemeleri ve ziyaret sonrasında İyi Parti dışında tümünün DEM Parti heyetiyle “Öcalan ne diyor?” sorusunun cevabını almak için görüşmeleri hukuken değil, ama objektif bakımdan Öcalan’ın muhatap olduğu hususunda partilerin birleştiğini gösteriyor.
Bu ismi konmamış sürecin sonucu henüz belli olmamakla birlikte, Öcalan’ı TBMM’nin muhatap olarak kabul etmesi şu andaki biricik ve büyük bir kazanımdır.
Devletin fiilen müzakere eşiğine geldiği çok açık. Gelişmelerin müzakereye dönüşüp dönüşmeyeceği yakın bir gelecekte ortaya çıkacaktır. Şimdilik “dolaylı bir müzakere”den bile söz edilebilir.
1 Ekim günü Bahçeli’nin DEM Parti yöneticileriyle tokalaşmasının hemen sonrasında Türk devleti biri Bahçeli’nin ağzından, diğeri Fidan’ın ağzından kendi hedefini, henüz kurulmayan “masa"ya koydu. Bahçeli “gerillanın dağıtılmasını, Türk adaletine teslim olmasını, PKK’nin de lağvedilmesini” istedi. Fidan ise Suriye’nin “toprak bütünlüğü” adına Rojava’nın ortadan kaldırılması hedefini “masa"ya getirdi.
Devlet kurulmayan masaya getirdiği bu iki hedefe ulaşmak için özellikle çözüm sürecinin sona ermesinden bu yana gerek Bakur ve Başûr’da, gerekse Rojava’da gücünün son raddesine kadar savaştı. Ansızın yönünü İmralı’ya çevirmesi, kendi başına bu hedeflere askeri yoldan ulaşmasının mümkün olmadığını itirafı anlamına geliyor. Bu “inkar ve imha” hedefine İmralı’yla “müzakere” ederek ulaşacağını ise elbette düşünmüyor. Savaşla ulaşılamayan hedeflere müzakere ile ulaşılamaz. Demek ki, müzakere öncesinde hedefini “azami” seviyede dile getiriyor ve objektif bakımdan bu “hedefini” İmralı ve dolayısı ile Kandil’le “müzakere” etmeye hazırlanıyor.
Ama şimdi ne görüyoruz? Kurulmayan masada “gerillanın Türk adaletine teslim olması ve PKK’nin lağvedilmesi” ve “Rojava’nın ortadan kaldırılması”, resmi devlet hedefi olmaya devam etmekle birlikte, yapılan konuşmalarda neredeyse gündemden kalkıyor, onun yerine “terörün Türkiye sınırlarında sona ermesi” hedefi konuşuluyor. “Terörün sona ermesi” psikolojik savaş terimidir. Türkçeye çevirirsek devlet ağırlıklı olarak “Türkiye sınırları içinde silahlı mücadeleye son verilmesini” talep ediyor.
Ortalığı karma karışık hale getiren psikolojik savaş sürecinin labirentinden çıkıp, gelinen bu son noktaya odaklanmak iyi olur. “Türkiye sınırları içinde silahlı mücadeleye son verilmesi” yönündeki devlet hedefini Erdoğan geçtiğimiz gün şöyle dile getirdi: “Ya silahlarını gömerler, ya da silahlarıyla birlikte gömülürler.” Bu söz, “yağmadan gürleme” gibi bir şeydir. Eğer Erdoğan’ın elinde gerillayı “silahlarıyla birlikte gömme” gücü olsaydı, bunu gerçekleştirmek için bir saniye bile beklemezdi. Yeni gelişmeler “gerillayı silahlarıyla birlikte gömmenin mümkün olmadığı” ortaya çıktığı için yaşanıyor.
“Silahları gömün” talebi, gerçekte ne anlama geliyor? Bunun anlamı Türk devletinin 2013 Newrozu’nda Başkan Öcalan tarafından ilan edilen çizgiye geri dönmek zorunda kaldığıdır. Bilindiği gibi o Newroz konuşmasında Öcalan “silahlı mücadeleyi sonlandırma, siyasi mücadeleye yönelme” çağrısı yapmıştı. Bunu da iktidarın “çözüm sürecinde” kısmi de olsa Kürtlerin bazı haklarını tanıma, AB üyeliği yönünde kimi demokratik reformlar yapma ve Rojava’ya karşı esnek bir tutum alma eğilimine yanıt olarak dile getirmişti.
DEM Parti’nin Öcalan’a ait açıkladığı yedi maddelik metin onbir yıl önce Amed konuşmasının bir özetidir. Kürt tarafında “silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçiş” açısından değişen hiçbir şey yok. Ancak Türkiye şu anda böyle bir geçiş için ne Kürt halkının hakları bakımından, ne demokratikleşme bakımından ve ne de Rojava’ya karşı tutum bakımından o zamanki şartların hiç birine sahip değil.
İşte, eğer şimdiki belirsiz durumdan çıkılıp, müzakere sürecine girilirse, konuşulacak olan konu tarafların yeniden 11 yıl öncesinde buluşması için atılacak adımlar olacaktır.
Olacak mıdır?
“Gerilla teslim olsun, PKK yok olsun, Rojava haritadan silinsin” noktasından, hiç değilse söz planında “TC sınırları içinde silahlar gömülsün” noktasına evrilmeye başlayan söylemdeki tereddütlü değişmeye bakılırsa, bu gidişin sonunda “silahlı mücadeleden silahsız mücadeleye geçişi” mümkün kılacak bir politik değişikliğin gerçekleşmesi de mümkün olacaktır.
Nasıl olacaktır?
Dokuz yılın sonunda bu noktaya nasıl gelindiyse öyle. Başkan Öcalan’ın İmralı’da insanlık dışı işkenceye direnmesiyle, gerillanın NATO ordusunu kilitlemesiyle, Kürt halkının serhildanıyla, diasporanın Köln köprüsünü sallamasıyla, DEM Parti’nin parlamento seçimlerini kazanmasıyla, Kürt kadınının dünya kadınlarını ayağa kaldıran “Jin Jiyan Azadi” sloganıyla, Apocu enternasyonal gençliğin Demokratik Konfederalizm hedefi temelinde birleşmesiyle, Apocu paradigmanın tüm barış isteyen dünya aydınlarını harekete geçirmesiyle…
Emperyalist barış masalarında müzakere “devlet heyetlerinin” devletçi pazarlığıdır. Demokratik halk savaşının sonunda kurulacak olan barış masasında müzakere Baş müzakereci Öcalan’ın önderliğinde halkların devletle “halkçı müzakeresi” olacaktır.
Müzakerenin amacı Türk-Kürt eşit haklı kardeşliğini barış, demokrasi, çözüm temelinde yeniden inşa etmektir.