Seçimler, hakikat ve ideolojik mücadele
Cafer TAR yazdı —
- Demokrasi mücadelesi sadece haklılık/haksızlık, yoksulluk/varsıllık zemininde sürdürülemezdi, bunun ideolojik mücadele ile de tamamlanması gerekiyordu. Toplumun yoksulları, mağdur edilenleri kendi ideolojik duruşunu netleştirememişse, düzenin ideolojik kurumları devreye giriyor ve hakikati paramparça ediyordu.
İnsanlarım, ah benim insanlarım.
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ay ışığı,
ses yalan söylüyorsa,
söz yalan söylüyorsa,
ellerinizden başka her şey,
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Nazım Hikmet Ran
14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası hepimiz derin bir hayal kırıklığı yaşadık; nasıl olmasın ki, henüz daha birkaç ay önce ard arda gerçekleşen iki deprem sonrası ortaya çıkan insanlık dramına rağmen deprem bölgesinde yaşayan insanlar Erdoğan’a oy vermeye devam ettiler.
Halbuki ortaya çıkan yıkımın bu kadar sert olmasının birinci dereceden sorumlusu bizzat Erdoğan tarafından inşa edilen sistemin kendisiydi. İnsanlardan oy alabilmek için çıkarılan imar aflarıyla mezar evlere dönüşen binalara ruhsat verildi; bununla da yetinmeyen iktidar müteahhit, bürokrat, bankacı üçlüsü üzerinden kurguladığı rant çarkının işlemesi için yapı denetimini en aza indirdi.
Böylece binlerce mezar apartman ortaya çıkıtı ve bütün bunlar herkesin gözünün önünde oldu; fakat insanlar bunun hesabını iktidara sormak yerine iktidara oy vermeye devam ettiler.
Türkiye’de yaşanan hayat pahalılığı insanları canından bezdirdi; insanlar pazardan en temel yiyecek maddelerini bile almakta zorlanıyorlar; muhalefet patates soğan üzerinden iktidara yüklenmeye başladı. Gerçekten de sokakta önüne mikrofon uzatılan neredeyse herkes pahalılıktan şikayet ediyor.
Fakat buna rağmen toplumun en yoksul kesimleri Erdoğan’a oy verdiler; neden? Neden insanlar yaşadıkları onca zorluğun birinci elden müsebbibi olan iktidara oy vermeye devam ediyorlar?
Yıllardır Türkiye’de politika yapanlar, hepimiz bu konuda başkalarını suçlamak yerine sorunun ne olduğunu anlamaya çalışmalıyız. Evet iktidar seçimlerde hile yaptı, CHP içerisinde bir ekip Erdoğan’a çalıştı, sonuçta CHP bir dava partisi değil, bir düzen patisi ve kadrolarının birçoğu orada kendi kariyerleri için politika yapıyorlar; fakat bunların hiç birisi yukarıda soruduğumuz sorunun cevabı değil.
Benzer sorunlarla sadece biz Türkiye’de ve Kurdistan’da karşılaşmıyoruz; dünyanın başka yerlerinde de insanlar benzer sorunlarla karşılaştılar. Bu yüzyılın başında sosyalistlerin temel gündemlerinden birisi tam da buydu. O yıllarda insanlar batıda büyük şehirlerde büyük bir yoksulluk; üst sınıflar ise bolluk içerisinde yaşıyorlardı.
Fakat her şey göz önünde olmasına rağmen insanların demokrasi mücadelesine katılımı çok zayıftı; yalın gerçek insanların gözleri önünde olmasına rağmen, insanlar kendilerini mağdur edenin arkasından gitmeye devam ediyorlardı.
Aslında bunun cevabı çok açıktı ve sosyalistler ısrarla bu gerçeği görmekten kaçınmışlardı. Düzenin ideoloji üreten kurumları; okullar, gazeteler, kilise ve benzeri ideolojik kurumlar hakikati paramparça ediyor, insanlar da gözlerinin önünde duran yalın gerçeği göremiyorlardı.
Öyleyse sadece demokrasi mücadelesi sadece haklılık/haksızlık, yoksulluk/varsıllık zemininde sürdürülemezdi, bunun ideolojik mücadele ile de tamamlanması gerekiyordu. Toplumun yoksulları, mağdur edilenleri kendi ideolojik duruşunu netleştirememişse, düzenin ideolojik kurumları devreye giriyor ve hakikati paramparça ediyordu.
Devrimci basının önemi tam da bu noktada öne çıkıyor; devrimci basın olmazsa ideolojik alan tamamen düzen güçlerinin eline geçer. Türkiye solu yıllarca mücadeleyi sadece alt yapıda ekonomik ilişkilerin ürettiği yoksulluğu halka göstermek üzerine inşa etmeye çalıştı.
Bu tutumu kökünden değiştiren Kürt Halk Önderi olmuştur. O yüzdendir ki Kürt toplumu bu türden manipülasyonlardan daha az etkileniyor. Çünkü onların inandıkları insanlık değerleri var ve bu değerleri onların günlük yaşama dair daha ilkeli tutum almalarını sağlıyor.
Türkiye Solu bu noktada egemen ulus kibri ile Kürt Hareketi’ne yaklaşmak ve Türk halkına kızmak yerine bu çok temel noktayı anlayabilseydi; gelinen noktada çok başka bir yerde olurduk.
Türkiye solu bir an önce ideolojik mücadele alanını Kürt Hareketi’nin birikimini ve tecrübesini esas alan bir tarzda yeniden tanımlamalı ve Türk halkına kızmak yerine kendini gözden geçirmelidir.