Üçüncü Dünya Savaşı ve Türkiye

Cafer TAR yazdı —

  • Buradan bakınca hem Erdoğan hem de ruh ikizi Netanyahu dört gözle Trump’ın seçilmesini bekliyorlar. İçinde bulunduğumuz Üçüncü Dünya Savaşı’nda bir süre sonra nükleer silahlar devreye girer mi, bilmiyorum. Fakat Türkiye’nin bütün bölgeyi içine alacak bir İran/İsrail savaşını çok istediğini biliyorum.

Ellili yılların ortasında Sovyetler Birliği’nin de nükleer silah yapma kapasitesine ulaşmasıyla birlikte ortaya bir dehşet dengesi çıkmıştı. Nükleer silahlar daha önce kullanılan konvansiyonel silahlardan daha fazla yanıcı, yıkıcı ve ilaveten radyoaktif bir etkiye sahipti. Olası bir nükleer silah kullanmamın neden olacağı felaketin büyüklüğünü insanlık Nagasaki ve Hiroşima’da deneyimlemişti.

Bu nedenle Albert Einstein “Üçüncü Dünya Savaşı hangi silahlarla yapılır bilmiyorum, ama Dördüncü Dünya Savaşı’nın taş ve sopalarla yapılacağını biliyorum!” diyerek daha yeni bir dünya savaşından çıkmış insanlığı olası bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın ortaya çıkaracağı sonuçlar konusunda uyarıyordu.

Günümüzde sekiz ülkenin nükleer silah sahibi olduğu biliniyor; kimi gözlemciler bu listeye İsrail’i de ekliyorlar. Ve bu ülkelerin neredeyse tamamının ikinci vuruş kapasitesi var. Bu şu demek; bu ülkelerin tamamı olası bir saldırıda nükleer kapasitelerini koruyabilir ve karşılık verebilirler.

Bu noktadan itibaren ilk olarak kimin nükleer silah kullandığının bir önemi kalmamıştır; nükleer teknolojinin geldiği yer itibariyle hangi sebepten olursa olsun, nükleer silah kullanan güç kendi sonuna da karar vermiş olacak.

Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı işgal harekatı sonrası Körfez Savaşı ile birlikte başlayan Üçüncü Dünya Savaşı’nda ikinci ve en tehlikeli evreye girilmiş oldu. İşgalin Putin’in istediği gibi gitmemesi sonrası ilk defa bir ülke Putin’in ağzından başka ülkelere karşı nükleer silah kullanımı da dahil bütün seçeneklerin masada olduğunu duyurdu. Bu gerçekten çok önemli bir şeydi. Nagasaki ve Hiroşima sonrası ilk defa nükleer silah kulanımı yeniden masadaydı.

İçinde bulunduğumuz Üçüncü Dünya Savaşı’ndan mümkün olan en fazla faydayı sağlamak isteyen AKP/MHP faşizmi bütün bu dönem boyunca bir o yana bir bu yana savruldu; sürekli taraf değiştirdi. Geldiğimiz noktada uzun süredir dolaylı olarak devam eden İsrail/İran savaşının açıktan hale gelmesini Netanyahu ile birlikte en fazla isteyen ülke Türkiye’dir.

Netanyahu ve ekibi İran’ın ne pahasına olursa olsun nükleer silah kapasitesine sahip olmasını engellemek istemektedirler. Onlara göre olası bir nükleer İran sonrası İsrail kendisini bir daha asla güvende hissedemez; bu noktada İran’la açıktan bir çatışma kaçınılmazdır! Fakat Amerikalı demokratlar ve Batılı ülkeler İran’la açıktan bir çatışma yerine ekonomik ve siyasal tedbirlerle İran’ın nükleer program geliştirmesini engellemek veya bu da olmuyorsa geciktirmek istiyorlar.

İşte bu nedenle yakın zamanda ABD’de yapılacak Başkanlık seçimleri sadece ABD açısından değil, bütün Ortadoğu açısından önemlidir. Trump ve ekibi Netanyahu gibi düşünmekte ve İran’ı durdurmak için sıcak bir çatışmadan kaçınmayacaklarını söylemektedirler.

Buradan bakınca hem Erdoğan hem de ruh ikizi Netanyahu dört gözle Trump’ın seçilmesini bekliyorlar. İçinde bulunduğumuz Üçüncü Dünya Savaşı’nda bir süre sonra nükleer silahlar devreye girer mi, bilmiyorum. Fakat Türkiye’nin bütün bölgeyi içine alacak bir İran/İsrail savaşını çok istediğini biliyorum.

AKP/MHP faşizmi olası bir İran/İsrail savaşı ile bölgenin içine sürükleneceği kaotik durumun kendilerine Kürtleri tamamen ezme ve Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak etme fırsatı sunacağını düşünüyorlar. İşte tam da bu nedenle komşularla sıfır sorun diye yola çıkan AKP, uzun bir süredir bölgedeki bütün çatışmalara elinde benzin bidonu ile koşuyor.

AKP/MHP faşizmi bu sürece hem askeri, hem de siyasi yoğun olarak hazırlanıyor. İktidarın yoğunlaşan Kıbrıs seferleri, adaya ulusalcı bir elçinin atanması, Hüda-Par’ın Cumhur ittifakı içine alınarak adeta hükümet ortağı yapılması, KDP ile yoğunlaşan ilişkiler bu planlamanın gereği olarak hayata geçirilmektedir. AKP/MHP faşizmi tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi kimi kişiliksiz Kürtleri kendilerinin suç ortağı haline getirmiştir. Bu noktadan sonra sadece Hüda-Par değil, KDP ve diğer paydaşları da AKP/MHP faşizminin bölge halklarına karşı işlediği suçların ortağıdırlar.

Erdoğan kendi Kürtleri üzerinden bütün Kurdistan’ı yeniden işgal etmek, Kemalistlerden devraldığı Musul ve Kerkük’ü de içine alan Misak-ı Milli hayalini olası bir bölgesel savaşla gerçekleştirmek ve ilk fırsatta Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak etmek istiyor.

Günümüzde Türkiye’de sivil siyasetin en acil görevi güçlü bir barış hareketi geliştirmektir; bu noktada inisiyatif düzen partilerinde değil DEM Parti ve diğer devrimci güçlerde olmalıdır. Fakat bu da yetmez; aynı zamanda her ihtimale hazır olunmalı, öz savunma güçlendirilmelidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.