İhanetin de bir geleneği var
Cafer TAR yazdı —
- Türk devlet aklı başta Irak ve Suriye’nin yeni sömürgeleştirilmesi ve içeride Kürt yurtseverliğinin kontrol altına alınmasının işbirlikçi Kürtler olmadan mümkün olmadığını görüyor. Hüda Par, Hükümet içinde öne çıkarılan kimi etnik Kürtler, KDP ile geliştirilen ilişkiler bu yeni politikanın sonucudur.
Cumhuriyet’in kurucu kadroları imparatorluğun başına gelen bütün olumsuzlukların çok kimliklikten kaynaklandığını düşünüyorlardı. Aslına bakarsanız onlara gelinceye kadar devlet önce Osmanlıcılığı denemiş, bunun için içeride bir dizi tedbirler almaya çalışmış fakat başarılı olamamıştı.
Hala Türk tarih yazıcılığı ve devlet içinde kimi çevreler bu girişimi dış dinamiklerle açıklama eğilimindedir. Doğrudur, belki dönemin güçlü devletlerinin Osmanlı devlet yöneticilerine dışarıdan telkinleri de bir ölçüde etkili olmuştur.
Fakat dönemin Osmanlı yöneticilerine 1839’da Gülhane Parkı’nda Tanzimat Fermanı’nı ilan ettiren asıl dinamik bu değildir. Asıl dinamik devlet içerisinde küçük, fakat etkili bir çevrenin bütün dünyada güçlü bir paradigma değişimi yaşandığını ve devletin yoluna mevcut haliyle devam edemeyeceğini görmesi olmuştur.
Söz konusu Ferman’a göre; devlet bir daha müsadere yapmayacak, herkesin etnik kökeni ve inancından bağımsız can güvenliği sağlanacak, yargılama yapılmadan kimseye ceza verilmeyecek, vergi ve askere alma gibi konularda herkese eşit davranılacak!
Tanzimat Fermanı’na içeriden muazzam bir direniş oldu. Hem Müslüman Osmanlı tebaası hem de devlet içerisinde ayrıcalıklarını kaybeden kimi çevreler Tanzimat Fermanı ile ilan edilen yeni devlet düzenine şiddetle mukavemet gösterdiler. Müslümanlar, gayri Müslimlerle eşit olma fikrine bile tahammül edemediler. Devleti yöneten orta kademe, liyakat fikrinden nefret ediyordu. Onlara göre rüşvet diye tanımlanan şey kendi haklarıydı ve almaya devam etmek istiyorlardı.
Tanzimat Fermanı gerçekten de sadece devleti değil; aynı zamanda toplumsal ilişkileri de yeniden dizayn ediyordu. Eskiden sadece devlet katında değil, toplum içerisinde de çok katmanlı, hiyerarşik ilişkiler mevcuttu. Gayri Müslimler ne devlet katında ne de toplum içerisinde Müslümanlarla eşit değillerdi.
Biliyorum, bazıları dönemin Osmanlı İmparatorluğu’nda bakanlık, elçilik yapmış kimi Ermeni, Rum kişiliklerden bahsedecekler; bu örnekler gerçeği anlatmaz. Günümüzde de bakanlık, hatta Cumhurbaşkanı Yardımcılığı yapan Kürtler var; fakat bunlar sokakta Kürtçe konuştu veya halay çekti diye Kürtlerin tutuklanmasını engelliyor mu?
Adil ve eşit ilişkiler kimi kişiliklere devlet içerisinde makam mevki vererek sağlanmaz. Gerçekten adaletli, herkesin eşit ve özgür olduğu bir toplum, demokratik cumhuriyet temelinde bütün yurttaşların eşit hakları ve sorumlulukları temelinde sağlanır.
Tanzimat Fermanı sonrası devlet içerisinde ayrıcalıklarını kaybeden çevreler, gayri müslim karşıtlığı üzerinden Müslüman ahaliyi de arkalarına alarak Abdulhamit döneminde muazzam örgütlendiler. Devlet kendini yeniden reorganize edebilmek için bir kez daha Kürtlere gereksinim duymuştu. Osmanlı devleti içeride özgürlüğünü isteyen halklara karşı yeniden bir iç işgal harekâtı planlıyordu ve böylesi bir iç işgal Kürtler olmadan yapılamazdı.
Balkanlardan Anadolu içlerine, oradan Arap çöllerine kadar bu çevreler dönemin Osmanlı devleti tarafından kullanılmıştır. Devlet kimi Kürt aşiretlerini kendi suçlarına ortak etmiştir.
Şimdi de aynı yerdeyiz; şimdi de Erdoğan/faşizmi Kıbrıs’tan Suriye ve Irak’a kadar işgalci konumundadır. İçeride palazlanan Türk sermayesine sadece kendi pazarı yetmiyor; İran/İsrail gerilimi, Suriye’de ve Irak’ta devlet yapısının çok zayıflamış olması ve daha önemlisi işbirlikçi KDP ve Barzani ailesinin açıktan Erdoğan faşizminden yana tavır alması Türk devletine yeni olanaklar açmıştır.
Türk devlet aklı başta Irak ve Suriye’nin yeni sömürgeleştirilmesi ve içeride Kürt yurtseverliğinin kontrol altına alınmasının işbirlikçi Kürtler olmadan mümkün olmadığını görüyor. Hüda Par, Hükümet içinde öne çıkarılan kimi etnik Kürtler, KDP ile geliştirilen ilişkiler bu yeni politikanın sonucudur.
Kürt olmak ve yurtsever olmak ayrı şeylerdir; Barzani ailesi ve KDP uzun bir süredir Kürt yurtseverliği içerisinde değerlendirilemezler. Barzani ailesi ve KDP’liler Kürt’türler; fakat iradeleri Kürt yurtseverliğine değil; Erdoğan faşizmine aittir.
Günümüzde demokratik bir muhteva ile donanımlı Kürtlük bütün bölgenin kurtuluşudur; fakat işbirlikçi Kürtlüğün palazlanması ise yeniden başta Kürtler olmak üzere bütün diğer halkların Erdoğan faşizmi tarafından ezilmesi anlamına gelmektedir.
Öyleyse günümüzün görevi; yurtsever Kürtlüğü güçlendirmek, işbirlikçiliği deşifre etmek ve etkisiz hale getirmek olmalıdır.