Benim Annem Cumartesi
Cafer TAR yazdı —
- Benim Annem Cumartesi, onlar hepimizin annesi çünkü onlar sadece göz altında kaybedilen kendi çocuklarının akıbetini bilmek için değil; hepimizin yaşam hakkı için faşizme fedaice meydan okudular, hesap sordular. 1995 yılından itibaren bütün baskı ve engellemelere rağmen tam 1000 haftadır aynı yerdeler.
Zorla kaybettirme tarih boyunca insanın insana karşı uyguladığı en kötü insan hakları ihlallerinden biridir. Bu insanlık dışı eylemle sadece zorla alıkonulan, işkence edilen ve sonrasında öldürülen insan değil; en başta bu insanların anneleri olmak üzere diğer bütün sevdiklerinin bir parçası onlarla birlikte uzun vadeli yavaş yavaş ölüme mahkûm edilir.
Zorla kaçırılan insanın sadece kendisinin değil; binlerce yıl boyunca bütün insanların ortak mücadeleleri sonucu geliştirdikleri, bir toplumda yaşayan her bireyi tek tek güvenceye alan; yaşam hakkı, insanlık onuru, adil yargılanma hakkı, adalete erişim hakkı, işkenceye uğramama hakkı, özgürlük hakkı gibi en temel hakları barbarca, insanlık dışı bir saldırıya uğramaktadır.
Bir insan zorla kaçırılıyor, gözaltına alındığından kimsenin haberi yok. Hiçbir hukuki koruması yok, olanakları tamamen elinden alınmış, kendisini kaçıranların her türlü insanlık dışı uygulamasına maruz kalıyor, sonra da öldürülüp, kimsenin bilmediği bir yerde bedeni ortadan kaldırılıyor.
Eğer bir zalimlik arıyorsanız; bundan daha büyük bir zalimlik olamaz. Burada muhatabı olduğumuz zalimlik sadece bir insana karşı yapılmış bir zalimlik değil; bütün insanlığa karşı yapılmış bir zalimliktir ve bunu yapanlar da neredeyse bütün dünyada ya doğrudan devletler veya onlarla ilişkili karanlık kişilerdir.
Geçmişte Nazi Almanya’sı ve Franko dönemi İspanya’sı ve Portekiz’de Salazar diktatörlüğü döneminde yoğun zorla kaybettirme uygulamaları olmuştu. II. Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar olan dönemde ise konuyla ilgili çalışma yapan uzmanlar bütün dünyada devletler tarafından zorla alıkonulan ve sonra kaybedilen insan sayısının bir milyondan fazla olduğunu söylemektedirler.
Birçok gözlemci Türkiye’de zorla kaybettirme suçunun 24 Nisan 1915’te başladığını söylerler. Aynı gün bir gece baskını ile 234 Ermeni aydını gözaltına alınır ve bunların birçoğu yoğun işkenceler ve sürgünlerde ortadan kaybedilir.
Aynı insanlık dışı uygulama Cumhuriyet döneminde de devam ettirilir; çünkü devleti yönetenlerin geleneğinde iktidar olabilmek için özgür tartışma koşulları yaratarak toplumdan rıza almak, meşruiyet gibi bir kaygısı hiç olmamıştır.
Aynı ilkel yaklaşım bugün Kürt sorununda da devam etmektedir. Dün Ermenilerle konuşma cesaretini gösteremeyen devlet günümüzde de neredeyse bin yıldır birlikte yaşadığı Kürtlerle konuşma cesaretini gösterememekte ve sorunun çözümü için insanlık dışı yollara başvurmaktadır.
Bunlar arasında en iğrenç olanlarından bir tanesi ise faili malum cinayetlerle halkı korkutarak iktidarını sürdürme gayretidir. Geçmişte 234 Ermeni aydınını göz altında kaybeden devlet aynı geleneğini günümüzde de devam ettiriyor. Türk devleti kendi raporlarında bile doksanlı yıllardan günümüze yirmi binden fazla Kürt yurtseverini faili malum cinayetlerde katlettiğini kabul etmek zorunda kalmıştır.
Bu öyle bir barbarlıktır ki; teşhir edilmez ve yapanlar cezalandırılmasa, sıranın kime geleceği bilinemez ve muazzam bir keyfiyet kazanır. Devlet kendi insanına; o gün kim iktidardaysa ona karşı duruşu olan bütün çevrelere yönelir. Gün olur Türkiye halklarının yüz akı, onuru, vicdanı Sabahattin Ali gibi büyük bir devrimciye, edebiyatçıya; gün olur bütün varlığı ile verili Kemalist rejimi korumaya odaklı Uğur Mumcu gibi kendi gazetecisine yönelir.
Türkiye pratiğinde Cumartesi Anneleri bir tarih yazdılar; bedenlerini göz yaşartıcı gaz saldırılarına, polis coplarına, gözaltılarda insanlık dışı uygulamalara yatıran anneler sadece kendi çocuklarının hesabını sormadılar.
Onlar aynı zamanda 24 Nisan 1915’te gözaltına alınarak kaybedilen Ermeni aydınlarının, hepimizin onuru, bize yazdığı şiirler, romanlar ve yaşamıyla bize başımızı her zaman dik tutmamızı öğreten Sabahattin Ali’nin hesabını sordular.
Benim Annem Cumartesi, onlar hepimizin annesi çünkü onlar sadece göz altında kaybedilen kendi çocuklarının akıbetini bilmek için değil; hepimizin yaşam hakkı için faşizme fedaice meydan okudular, hesap sordular. 1995 yılından itibaren bütün baskı ve engellemelere rağmen tam 1000 haftadır aynı yerdeler.
Faşizmin gücü onları oradan söküp atamadı; onlar direnenlerin bir gün mutlaka kazanacağını bize gösterdiler.
Kör kuyularda bul beni
Bul beni bir sahilde çıplak
Bir işkence gemisinde elektrikle ayık
Bir kışlada kayıp
Anne, bir sokak başında
İsimsiz, yüzsüz bir kimsesiz mezarında.