Zaman Zaman Güneşli
Kültür/Sanat Haberleri —
- Aslı Ilgın Kopuz, Zaman Zaman Güneşli’de çoğu kadının gizli hikayesini anlatıyor. Belirli bir üne ya da güce kavuşmuş ortalama erkeğin narsistik kırılmalarına, aşk sandığı takıntılarına ya da özgürlük sandığı duyarsızlıklarına göz atıyor.
BİLGE AKSU
İmgesel anlatımın yoğun olduğu kitaplarla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı. Sıklıkla da benim düşüncemin aksini gördüm etrafımda. Onlara göre herhangi bir olayı imgeye dayanmadan anlatmak, diğerinden daha kolaydı. Bunu her zaman için tartışılır bulsam da demek istediklerini elbette anlıyorum. Yazarın, hele ki günümüzde en sıra dışı olayı bile aktarırken metaforlardan uzak durması, edebi bir zayıflıkla eşdeğer görülüyor. Korkunç bir cinayet, trajik bir intihar ya da mutlu bir evlilik… Olay ne kadar büyük olursa olsun, iki asır evvelki gibi baştan sona ve dümdüz bir kurguyla anlatma şansınız yok.
Aslı Ilgın Kopuz’un Eylül ayında Can Yayınları’ndan çıkan Zaman Zaman Güneşli’sini elime ilk aldığımda, öylesi bir imgesel anlatımla karşılaşacağımı düşünmüştüm. Arka kapak tanıtımından ya da kitabın içindeki üç beş cümlenin yapısından yola çıkınca, sonuç buraya varıyordu. Fakat kitabın evrenine girince, bu anlatım tarzının değil, belki de önceki örneklerin beni çekmediğine karar verdim. İmge yoğunluğunun had safhada olduğu bu kitap, aynı zamanda çarpıcı bir hikayeyi kusursuz biçimde aktarmış.
Dikkat çeken ilk unsur, anlatının sen dilinde yazılması. İkinci kişili anlatımı artık pek çok eserde görsek de bunlar, anlatının küçük kısımlarında, özel bölümler olarak kurgulanıyor genellikle. Bu kitaptaki gibi baştan sona ikinci kişi anlatımını tercih etmek, birçok makul sebeple pek mümkün olmuyor. Fakat Kopuz, bu zorlu meydan okumayı oldukça sorunsuz halletmiş. Bir kere bu teknik, okuyucuyla anlatıcı arasında hiçbir unsur bırakmayarak, anlatılan şeye dair ilk elden tetiklenme yaratıyor. Malum, anlatıcı birinci kişi dahi olsa, okur zihninde o başka biridir. Temsili bir ben vardır ortada ve biz okurken çoğu şeyi üstümüze alınmayız. Fakat ikinci kişili anlatım, zaman zaman okuduğunuz cümlelere karşı bir gard almanızı, zaman zaman da kendinizi, söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu düşünürken bulmanızı sağlıyor. Hele bir de buradaki gibi dertli bir hikaye varsa karşınızda, doğrudan bir sağaltım imkanı buldunuz demektir.
126 sayfalık bu kısa roman, hayranlık ve sevginin bir ilişkiyi kurtarmaya nasıl yetmeyeceğini anlatıyor özetle. Anlatıcının ismi cismi yok, zaman zaman güneşli bulduğu evinde otururken bize seslenen bir kadın o. Zaman zaman güneş gören bu evin tekinsiz ışığı ise, aşık olduğu bir yazar. Hızlı yaşanmış her şey, birden evlilik teklifi edilmiş, birden ev tutulmuş, birden hayatlar birleşmiş. Anlatıcının zihninde bunlar, farklı çağrışımlar ve imgelerle birleşiyor. Bir trende gidiyorsunuz örneğin, belli ki büyük bir kararın eşiğindesiniz. Ama aşık olduğumuz kişi, bütün huysuzluğu ve bilmişliğine rağmen bazen gerçekten o sevdiğimiz kişiye dönüşüveriyor. O anlarda şöyle bir duruyoruz, inanmasak da bozmuyoruz ve onun yeniden, artık sevemediğimiz kişiye dönüşmesini bekliyoruz.
Sen dilinin çarpıcı etkisi
Kitabın giriş kısmı çok güzel. Sen dilinin çarpıcı etkisine daha orada tutuluyoruz. Bu giriş sekansında, zamanla unutmaya yüz tuttuğumuz bir çocukluk imgemiz karşılıyor bizi. Bir göl kenarı, durgun sazlıklar ve iskele. Öylece suya bakıyoruz ve karşımızda ‘onu’ görüyoruz. Efsanelere konu olmuş bir şey o. Ne olduğu şimdilik belirsiz ama ilerleyen kısımlarda, göl ve kule imgesini sık sık kullanacak yazar. Göl kim bilir belki bir arınmayı temsil edecek, kule ise Rapunzel’in tam tersini. Orada hapsolmayı isteyen ve kendine yalnızca orada yaşama izni veren bir adam…
Tekrarlayan imgelerden biri de tarot kartları. İçerikte buna dair bariz bir çıkarım bulamasam da, şahsen son zamanların en tartışmalı konularından birini çağrıştırıyor bana. Spiritüel eğilimlere merak duyan kadın ve bu tür uğraşları tamamen boş bulan erkek karşıtlığı örneğin. İlk bölümdeki tren yolculuğunda, anlatıcımızın o ‘müthiş’ yazarla bozamadığı sessizliği bozsun diye açılmış bu tarot kartları, her bölümün sonunda karşımıza çıkıyor. Joker, imparator, aziz, şeytan, aşıklar… Kartların genel bir betimlemesi de var ama bu kısımlarda daha çok, ikinci kişili anlatımdan çıkıp, tanrısal bakış açısıyla yazarın iç dünyasına girmeye çalışıyoruz.
Tipik erkekler
Başlangıçta deli dolu ve aşkla yürüyen bu evlilik, anlatıcının ‘kahin’ olarak seslendiği yazarın değişimiyle baltalanıyor. Huysuz biri kahin. Tipik bir erkek aslında. Tipik erkekler, ufak tefek meziyetlere sahip olduğunda ne kadar çekilmez olur, çoğumuz biliriz. Burada olup biten de bundan ibaret aslında. Kendine ait, izole edilmiş ve kapısı kilitli bir odası olmazsa asla yazamıyor bu yazar. Yazamadığında girdiği bütün buhranlar ise, anlatıcıya bir saygısızlık, sevgisizlik ve hüzün olarak dönüyor. Kimi zaman kahvaltıda çatal fırlatılıyor oraya buraya, kimi zaman günlerce eve gelinmiyor. Kahin’in tüm bu mızmızlıkları, anlatıcının sessizliğiyle artıyor. Bir noktadan sonra, kendisine ait bir oda da yetmez oluyor, yepyeni bir ev istiyor. Anlatıcımız yine müthiş bir sabırla, istenen o evi tutup bir güzel döşüyor. Temizliğini yapıyor. Anahtarını veriyor. Kahin artık istediği gibi yazabilir. Yani öyle umuyoruz.
Fakat bir yandan biliyoruz ki kahinin derdi yazamamak değil. Kahin, başkalarıyla görüşmenin ve sevişmenin peşinde. Kendi kendine, bir açık ilişki ilan etmiş. Bazen özlem benzeri tuhaf bir duyguyla eve geri döndüğünde, anlatıcıyı kendisi kadar neşeli bulmayışına şaşırıyor. Hatta yataktayken heyecansız, arzusuz ve ‘kupkuru’ buluyor. Ve elbette ardından, yeniden gözden kayboluyor.
Anlatıcının öyle çok da bağ kuramadığı bir yakın arkadaşı var. Adı Nil. İyimser ve romantik biri. Konuşmayı seviyor. Anlatıcı bazen ona katlanmak zorunda kaldığını hissetse de, bu konuma yerleştirebileceği pek arkadaşı yok. Eli mahkum, arada bir sosyalleşiyor onunla. Fakat çok geçmeden, birçok şey gibi onu da kaybediyor. Yurtdışına gidenler ordusuna ekleniyor Nil ve biz onu öfke-gıpta karışımı bir duyguyla uğurluyoruz.
Aynı bağ kuramama hissi, bir ölçüde ailesiyle de mevcut. Bu büyük yazarla evleneceğini söylediğinde hoşnut olmayan annesi, yıllar sonra bir gün, şakasına “Ben bu eve geri döndüm, ayrıldık!” dediğinde “Allah korusun!” cevabını veriyor. O dakikadan sonra ayrılık, yalnızca sana ait bir karar olabilir. Evlenirken yeterince sevinmeyenler, ayrılırken de yeterince üzülmüyor.
Kurguda cesur denemeler
Anlatının imgesel yönü kadar, kurgusunda da cesur denemeler yapılmış. Zaten kronolojik ilerlemeyen hikayenin arasına bazen çocukluğa, bazen gençliğe dair anılar giriyor. Örneğin eski bir günlük bulup ortaokuldaki en sevdiği öğretmeninin tacizine uğradığını hatırlıyor bazen. Ya da bir kutu dolusu fotoğrafla, doksanlı yıllar panoramasına dönüşüyor hikaye.
Kahinin kendisi dahil, herkesi ortak ettiği çileli yazma serüveni ilerledikçe, tarot kartlarının imgesel anlatımı da değişiyor, sertleşiyor. Bölüm sonlarındaki çeyrek sayfalık bu metinler, aslında hem hikayeyi kronolojik bir çizgiye oturtuyor hem de anlatıcının kahine karşı değişen hislerini açık ediyor. Yapamadığı yüzleşmeler hep bu bölümlerde. Çölde bir aslan, kahinin bacağını ısırıyor ama bacağı değil, kalbi eksiliyor kahinin. Ya da kahin bazen kuleden kaçıyor, kendini zor attığı dışarıda biraz soluklanmak istiyor ama başına gelenler hep kısa ve çarpıcı. Bazen başarısız bir flört, bazense bir grup terapisi. Çünkü kendisi de biliyor ki, alkolik, egoist ve seks bağımlısı biri.
Anlatıcı da zaman zaman vicdani bir sorgulama istiyor. Sırf bunun için kaçamak bakışlar atıyor insanlara, bir sarışınla barda öpüşüyor örneğin. Ama gerisi gelmiyor. Kahin gibi iki kişi olamıyor, nereye gitse bizzat kendisi. Bazen bu döngüyü kırmak istiyor, kahinle buluşmak, konuşmak, sevişmek için plan yapıyor ama hep bir duvara çarpıyor. Günün birinde, aman ne olacak deyip kahinin kapısını çaldığında ise, işte o an işler gerçekten değişiyor. Yapılacak tek şey, herkesten sakladığı o yazılarını gün yüzüne çıkarmak. Koltuğunun altına dosyayı alıyor ve yayınevinin yolunu tutuyor. Bu noktadan sonrası, imgesel değil gerçek bir tren yolculuğu istiyor. Gerçek bir karar vermek gerekiyor. Ve kendimizi, başlangıçtaki gölün yanında, o çok eski imgeyi yeniden izlerken buluyoruz. O imge gerçek miydi değil miydi bilmiyoruz ama gölün sularında yüzerken, birçok şey gibi onu da bir anlığına unutuyoruz.
Aslı Ilgın Kopuz, Zaman Zaman Güneşli’de çoğu kadının gizli hikayesini anlatıyor. Belirli bir üne ya da güce kavuşmuş ortalama erkeğin narsistik kırılmalarına, aşk sandığı takıntılarına ya da özgürlük sandığı duyarsızlıklarına göz atıyor. Aileyle kuramadığımız bağın nasıl ve nerelerde düğümlendiğine, o düğümleri açmanın cesur ve devrimci yollarına aynı zamanda. Çarpıcı, zaman zaman kırıcı ama sonu itibarıyla açtığı yaraları onarıcı bir kitap.