Başûr’da yaşasaydım şu soruları sorardım
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- KDP bütün potansiyel dostlarından izole olmuş, kaderini kendisini boğazlayacak kasaba bağlamıştır. Kasap şimdi seni kardeş kanıyla semirtiyor, mezbahaya gideceğin günü sayıyor.
İkinci Dünya Savaşı’na iki yıl kala Türkiye bir sloganla dalgalanmıştı:
“Hatay Türktür Türk kalacaktır.
Öyle de oldu. Nazi Almanyası’nın tehdidi altındaki Fransa Hatay’ı Türk devletine tek kurşun atılmadan verdi.
Sonra…
1950 ortalarında Türkiye bir sloganla daha, zıvanadan çıkmıştı:
“Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır.”
Bu slogan soğuk savaş sürecinde İngiliz sömürgeciliğine başkaldıran Kıbrıs Rumlarına karşı Türk devletinin İngiltere ve NATO saflarında hazırlandığı savaşın sloganıydı. Bu slogan yaklaşık yirmi yol sonra Türk devletinin Kıbrıs’ın Kuzeyini işgaliyle sonuçlandı.
Burada Barzani yönetiminin ve Irak devletinin kulaklarını çınlatalım: Meral Akşener geçtiğimiz gün şöyle dedi:
“Kerkük Türktür Türk kalacaktır.”
Dünya savaşının, soğuk savaşın fırsatlarını kullanan Türkiye şimdi de Üçüncü Dünya Savaşı’nın yarattığı kırılgan dengelerle oynayarak, Misak-ı Milli hedefine yürümeye kalkışıyor.
“Kerkük Türktür Türk kalacaktır” sloganı bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün Türkiye’nin Kerkük seferini haber veriyor.
Lakin bilinmeli ki, Kerkük’e petrol içmeye giden evindeki tüpgazdan olabilir. Hele Sünni Türkmen aşiretleri kurtuluşu Türk ordusundan beklerken, Şii Türkmenlerin gazabına uğrayabilir. “Hamısını” birden Irak devleti yutabilir. İran da Irak’ın icabına bakabilir. Kerkük bir arı kovanıdır ki, bu kovana çomak sokmaya gelmez.
Bunlar doğrudur da, savaş devletlerin aklını karıştırır. İktidarlara zafer halisünasyonu gördürür. Kapına dayanan felaketi göremez, Kaf Dağı’nın ardındaki zaferle sarhoş olursun. Barzani yönetimi başının üstünde toplaşan kara bulutları bir an evvel görmeli. Sovyet komünizmine karşı Lozan’da Kurdistan’ı parçalayan ve her bir parçasını bir devlete peşkeş çeken devletler şimdi Putin’e karşı yürüttükleri savaşta, tıpkı Fransa’nın Hitler’le savaş için Hatay’ı Türkiye’ye vermesi gibi, gözlerini kırpmadan Kerkük’ü Türkiye’ye hediye ederler. Sen Musul’u DAİŞ’e karşı koruyamamışsın, Şengal’den ardına bakmadan sıvışmışsın, devran böyle tersine dönerse ne yapacaksın? Üstelik “bağımsızlık referandumu” derken “tartışmalı bölge Kerkük’ü” “tartışmasız” Irak ordusuna teslim etmişsin. Dört parça Kurdistan’ın bir parçasında bile egemen değilken, PKK ile kanlı bıçaklı olmanın eşiğindeyken, YNK ile olan eski “kan davaların” depreşirken ve en önemlisi kendi topraklarında Türk ordusu adım adım ilerler ve Türk casusları burnunun dibinde cirit atarken ancak “cirmin kadar yer yakarsın.”
Oysa Kürt halkının Başûr’a, Kerkük’e, Musul’a, Hewler’e, Süleymaniye’ye ihtiyacı var, onların da bütün parçaların ulusal birliğine ihtiyacı var. PKK’nin KDP’ye, YNK’ye ve bütün Başûr Kürdi partilerine ihtiyacı ne kadar ise, onların PKK’ye ihtiyacı misliyle geçerli. Misliyle geçerli, çünkü KDP bütün potansiyel dostlarından izole olmuş, kaderini kendisini boğazlayacak kasaba bağlamıştır. Kasap şimdi seni kardeş kanıyla semirtiyor, mezbahaya gideceğin günü sayıyor. PKK’yi bir bitirebilse, o dakika seni yok eder. PKK ise Apo rehberliğinde yalnız dört parçanın içinde yer aldığı devletlerin halklarıyla değil, Avrupa’nın, hatta Latin Amerika’nın halklarıyla kucaklaşıyor. Diyeceksin ki, “ama devletler benden yana”… Aklına şaşarlar. Halkların dostluğu, kardeşliği bir kere gerçekleştiğinde yıkılmaz. Devletlerin dostlarını bozuk para gibi harcadığını Kürt halkı yüz yıldır ezbere biliyor. Halkların vicdanında elde edilen mevziden daha muhkem hiçbir savaş mevzisi olamaz. O nedenle Türk devleti önce Kürt halkının vicdanındaki mevzileri aşamadığı için ve şimdi insanlık vicdanındaki mevzilerin önünde çakılıp kaldığı için kırk yıldır PKK’yi bitiremiyor.
Ya seni? Molla Mustafa Barzani zamanında değilsin. Artık sırça köşkte oturuyorsun, petrol içiyor, petrolle abdest alıyorsun. Türk gümrüğünden gelen paralara geleceğini bağlamışsın. Değil kırk yıl, hele bir karar versinler bu halinle kırk gün dayanamazsın. Şengal’de dayanamadın, Musul’da dayanamadın. Neredeyse Hewler’den kaçıyordun, imdadına gerilla yetişmese halin yamandı. O yüzden gidip de gerillaya teşekkürler ettin.
Başûr Kürt halkının yurtseverliğinden kimse şüphe etmiyor. Bu halk bugün yaşadığı alçaltıcı duruma layık değil. Onun rüyalarını özgür Büyük Kurdistan bugün de süslüyor. Uyandığında içeride Barzanici ayıbı, etrafındaki Kürt’e düşman devletleri görünce gördüğü rüya uyanıkken kabusa dönüşüyor. Kimisi elini gerilla kanına bulaştırmanın, kimisi aşiretinin ağalarına suç ortaklığı yapmanın, kimisi çaresiz kalmanın acısıyla kıvranıyor. Büyük Kurdistan şöyle dursun, Kurdistan’ın Başûr parçasının bile tüm parçalardan izole olmuş Hewler’in de eli böğründe kalıyor. Ne yapmalı? Büyük Kurdistan idealinden vaz mı geçmeli? Yoksa bu hayali daha da büyütmeli mi? Etrafı dost, demokratik dört devletle çevrili, kalbinde Büyük Kurdistan’ın yattığı Konfederal büyük bir ev mi inşa etmeli? Bir ucu Akdeniz’e, diğer ucu Basra Körfezine, Marmara’ya, Karadeniz’e açılan coğrafyanın kurucu misyonuyla yüklü, ulusal gururla dolup taşan Kürt ulusu olarak, tüm halklarla demokratik ulus içinde kendi diliyle, insancıl gelenekleriyle, kendi kutsal inançlarıyla barışın ve refahın nimetlerini gelecek kuşaklara mı bırakmalı?
“Kerkük Türktür Türk kalacaktır” naralarının atıldığı şu günlerde Başûr Kurdistanı’nda yaşıyor olsaydım, işte bu soruları kendime sorardım. Yine de soruyorum. Çünkü benim torunlarımın da geleceği şimdiki Ortadoğu cangılında bu sorulara verilecek yanıtlara bağlı.