“Erken seçim” darbesine doğru

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • İmralı ile Kandil arasına çomak sokma umudunu kaybeden Saray rejimi, rotayı büyük ihtimalle “erken seçime” kırmaya hazırlanıyor. Bu amaçla CHP’li belediyenin hemen ardından DEM Partili belediyelere saldırdı. Burada amacı CHP içindeki ayrışmayı bölünmeye kadar kışkırtmak, DEM Parti’yi kapatmak gibi görünüyor.

Ne düşündüğümü siyasi mücadele içinde yer alan bütün öznelere olanca açıklığı ile anlatmak amacı ile yazıyorum. Onlara “böyle düşünün” demiyorum. İyi ya da kötü belli bir tecrübe birikimi olan bir dostları olarak “böyle düşünüyorum” diyorum. Bir arada olsak ne diyeceksem yazılarımda da onları diyorum. Bu öznelerin akıllarına, bilgilerine ve benden çok daha zengin olan tecrübelerine güveniyorum. Yazılarımda doğrular varsa bu doğrulardan yararlanacaklarına, yanlış varsa bir okuyuşta yanlışları kolayca ayıklayacaklarına güveniyorum.

O halde şu son bir ayı aşkın karmakarışık politik süreç hakkında, kesin olmamakla birlikte vardığım sonucu tumturaklı cümlelerle değil de, basitleştirme pahasına kestirmeden anlatayım.

Devlet, Bahçeli’nin rol aldığı bir senaryo hazırladı. Amacı Başkan Öcalan’la Kandil’i karşı karşıya getirmekti. KCK daha ilk gün, Başkan Öcalan nasıl bir yol çizerse çizsin biz o yolda yürüyeceğiz dediği anda bu senaryo çöktü. Şimdi devlet rotayı erken seçime kırma hazırlığı içindedir.

Önce birkaç not:

Bütün dünya şu gerçeği biliyor: Türk devleti şu anda savaşa son verdiğini ateşkesle ilan etse PKK tereddüt bile etmeden, bu ister “geçici ateşkes olsun, isterse barış öncesi bir adım olarak “mütareke” olsun, böyle bir anlaşmayı kabul eder. Bunu defalarca yaptı. Mütareke her ne kadar Arapça “terk” kelimesinden üretilmiş olmakla beraber, tarafların silahlarını terketmesi, depoya kaldırması ya da havaya uçurması anlamına gelmez. Savaşlarda mütareke, tarafların silahları “kullanmamasından” başka bir anlam taşımaz. Mütareke barıştan önceki ilk adımdır. Barışa evrilip evrilmeyeceği barış müzakerelerine bağlıdır.

Mütarekenin ne olduğuna tarihteki en önemli örnek 30 Ekim 1918’de İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan Mondros Mütarekesi’dir. Mütareke, Osmanlı ordusunun savaşta kesin olarak yenilmesinden sonra olduğu için barış öncesi bir mütarekeyi aşan, fiilen bir teslim anlaşması mahiyetinde olmakla birlikte, muzaffer devlet İngiltere de bu anlaşmaya göre savaşı durduracağını taahhüt etti. Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı’nda müttefik kuvvetler Almanya’nın mütareke talebini reddetmişler, Hitler rejiminin “kayıtsız şartsız teslim” olmasını şart koşmuşlardı. Olmadığı durumda savaşı devam ettireceklerini açıklamışlardı. Öyle de yaptılar. O nedenle 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın da imzaladığı hiçbir barış antlaşması imzalanmadı.

Mondros Mütarekesi ise tarafların savaşa son vermesini amirdi ve tarafların orduları mütareke anlaşması yapıldığında o anda neredeyseler orada hareketsiz durmak zorundaydı. İngiliz ordusu mütareke imzalandığında henüz Kerkük-Musul’a girememişti, burası Osmanlı ordularının denetimindeydi. O nedenle Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesi hakkında o sırada Minber gazetesinin 1 Kasım günlü sayısında belirtildiği gibi şöyle demişti:

“Bir devletin küçülmüş bile olsa her hâlde bir siyasi mevcudiyet ve millî birlik muhafaza ederek böyle bir badireden kurtulabilmiş olması en büyük siyasi başarı sayılmalıdır”. Atatürk, Musul ve Kerkük’ün Osmanlı’da kalacağını sanıyordu. O nedenle ilan ettiği Misak-ı Milli sınırlarının içinde Güney Kürdistan’ı da göstermişti. Lozan’da İngiltere’ye boyun eğmek zorunda kaldı ve Güney Kürdistan İngiltere kontrolündeki Irak’a verildi.

Düşman güçlüyse mütareke anlaşmasını dinlemez. Nitekim Başkan Öcalan’ın yaptığı her ateşkes ilanında Türk devleti bu anlaşmayı bozmuştur. Savaşın sürmesi bu nedenledir. Bu tarihi olgu Başkan Öcalan’ın ve PKK’nin her zaman mütarekeye hazır olduğunu ispat eder. Gerçek şudur: Türk devleti saldırmakta, HPG güçleri ise özsavunmadadır. Savaşın devam etmesi Türk devletinin suçudur.

Mütareke anlaşmasının Mondros anlaşması gibi, fiilen “teslim” anlaşmasına döndürülmesi için, yani HPG kuvvetlerinin silahsızlandırılması ve PKK’nin dağıtılması için Türk devletinin şu anda zafer kazanmış olması, gerilla gücünün saldırılar karşısında özsavunma savaşı veremeyecek kadar zayıflamış olması gerekirdi. Durum tersinedir. Gerilla askeri açıdan kırk yıldır özsavunma direnişini sürdürüyor, devlet ise kırk yıldır gerillanın özsavunma direnişini kıramıyor. Askeri açıdan Türk devleti amacına hala ulaşamadığına göre yenilmiştir. Jeo-stratejik ve uluslar arası durum açısından ise Türk devleti NATO’nun baskısı altında İran devletiyle karşı karşıya gelme tehlikesiyle yüzyüzedir. Böyle bir savaş ortamında Türk devletinin “Misak-ı Milli sınırlarına” ulaşması şöyle dursun, kendi ulusal sınırlarını bile koruması büyük bir risk altındadır. Bu durumda PKK’yle, onu zayıflatarak uzlaşmak zorundadır. Bunu Bahçeli oyunuyla başaramayacağını anlamıştır. O nedenle Erdoğan telaşla “sınırlarımızla ilgili müjdem olacak” derken Rojava’ya saldırma niyetini ilan etmiştir.

Yazımızın başına dönecek olursak. İmralı ile Kandil arasına çomak sokma umudunu kaybeden Saray rejimi, rotayı büyük ihtimalle “erken seçime” kırmaya hazırlanıyor. Bu amaçla CHP’li belediyenin hemen ardından DEM Partili belediyelere saldırdı. Burada amacı CHP içindeki ayrışmayı bölünmeye kadar kışkırtmak ve Nedim Şener denilen tetikçinin yazısında ilan edildiği gibi DEM Parti’yi kapatmak gibi görünüyor. Erdoğan dördüncü defa Başkan olabilmek için erken seçim yapmaya mecburdur ve erken seçimi kazanabilmesi için CHP’yi güçten düşürmek ve DEM Parti’yi bu defa seçime giremeyecek ölçüde tasfiye etmek zorundadır. Bahçeli’nin son konuşması bu planı ele vermiştir.

Rojava’ya saldırdığı durumda DEM Parti’nin buna direneceğini, CHP’de ise bu saldırıya tam destek verenlerle barıştan yana tutum alanların ayrışacağını bilmekte, buna karşı da TBMM’den “etki ajanlığı” kanunu çıkararak, en küçük itirazları “casusluk” diyerek bastırmayı planlamaktadır.

Bu faşist ve militarist plana karşı, kayyım darbesine direnişi güçlendirmek ve hiç zaman kaybetmeden “Hemen şimdi erken seçim, Erdoğan istifa, geçici seçim hükümeti, kabul edilmemesi durumunda TBMM’yi boykot” taktiği ile harekete geçmek gerekir. Hükümete “sözde casuslara karşı soykırım” fırsatı vermeden, onu “Erken seçim isteyenlere” karşı saldırma şıkkıyla karşı karşıya bırakmak tek çıkış yoludur. 16 Kasım Köln yürüyüşünü “Öcalan’a özgürlük, erken seçim hemen şimdi” sloganıyla başarmalıyız.

Özetle benim şu son gelişmeler ışığında vardığım sonuç böyledir.

Yazı yazan bizlerin, ne düşündüğümüzü “yanlış yapmaktan korkarak” gizlemesi suçtur.

Şu sırada düşündüğümüzü söylemek, bize yazı yazma fırsatı verenlere karşı görevimiz ve yazarlık ahlakımızın gereğidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.