Tehlike, teşvik ve fırsat

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Ara dönemin sonunda Türk devleti iki yol ağzından ya dört parça Kürdistan ve örgütleriyle barış, demokrasi ve çözüm yoluna yürüyecek ve sınırlarını savaşa ve bölünmeye karşı güvence altına alacak ya da kendi felaketinin yoluna koyulacak. Koyulduğu zaman o felaket de asıl işte o zaman, “kendi düşen ağlamaz” diyecek olan Apocu hareket için Demokratik Konfederal devrim fırsatına dönüşecek.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı, eski MİT Başkanı Hakan Fidan AKP yanlısı medya temsilcileriyle yaptığı toplantıda, bugüne kadar şahit olmadığımız açıklıkta bir konuşma yaptı. Bu konuşma Türk devletinin karşı karşıya olduğu tehlikeleri ilk defa dile getirmiştir. Aynı zamanda bu konuşma Türk devletinin yol ağzında, ne yapacağına henüz karar veremediğini de gözler önüne sermiştir. İzninizle önce Hakan Fidan’ın konuşmasından bazı bölümleri aktaracağım. Önce haber spotuna bakalım:

“Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya ile Batı arasında yükselen gerilime dair dikkat çeken açıklamalarda bulundu. ‘Nükleer savaş riski var, bu bir şaka değil’ dedi.” Bu riske yol açan gelişmeyi şu sözlerle açıkladı:

"Sizlerle en son Ocak ayında bir araya gelmiştik. (…) Devam eden dinamik olaylar o günden bugüne nihayete ermiş değil. Ukrayna-Rusya savaşı da, Gazze'deki soykırım da devam ediyor. İsrail’in Lübnan’a saldırmasıyla da bölgedeki gerilim yeni bir boyuta taşındı. İran'la halen savaş riski var.”

İran’la İsrail arasında savaş riski ve NATO’yla Rusya arasında nükleer savaş riski hakkındaki bu analiz ve saptama, her hangi bir köşe yazarı ya da akademisyen tarafından dile getirilmiyor. Bu analizi ve saptamayı uzun zaman Türk istihbaratının başında bulunan ve şu anda Dışişleri Bakanı olan kişi dile getiriyor. Bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi görüşüdür.

Bu risklere KCK ve PKK yöneticileri uzun bir zamandır işaret ettiğine göre, şu anda Türk devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi aynı analiz ve saptamada birleşmiş bulunuyorlar. Bu örtüşmeyi görmek, Türkiye’deki son çelişkili siyasi gelişmeleri anlamak bakımından önemlidir.

Şundan dolayı: Devletin ve KCK-PKK sisteminin yaptığı analizi ve saptamayı hesaba katmayan, iktidarın bir birine zıt politik hamleleri karşısında ya boş iyimserliğe ya da boş kötümserliğe kapılmaktan kurtulamaz. Kurtulamayınca da “iyimserler” ve “ kötümserler” kimin haklı olduğu yine boş yere tartışır dururlar. Ne iyimser ne de kötümser olmak için ortada sebep yoktur. Çünkü devlet yaptığı bu analiz ve saptama temelinde hareket ediyor ve Kürt özgürlük güçleri de onun bu hareketine karşı konumlanıyor. Karşı karşıya olan güçler bunlardır, kötümser ve iyimser bireyler değil.

Türk devleti bu analiz ve saptama karşısında nasıl hareket ediyor? Bunu anlamak için Hakan Fidan’ın ABD seçimlerinden çıkardığı sonuca bakmamız gerekir.. Şöyle diyor:

“Trump'ın kazanmasıyla beraber şu anda gündemimizi meşgul eden birtakım jeopolitik krizlerin biraz daha netleşeceği söylenebilir. İyi veya kötü yönde olmasından bağımsız, belli konularda belirsizliğin kalkacağı algısı var. Tabii bu bizim ne kadar lehimize olur, ona da bakmamız gerekecek. Rusya-Ukrayna savaşını durdurmaya yönelik ne türden bir adım atılacak merak ediliyor. Gazze meselesinde ABD İsrail'e daha ne kadar destek verecek? Savaşı durduracak mı yoksa yaygınlaşmasına mı destek verecek? Bu konuda açıkçası, “Yüzde yüz şunu yapar” dememizi mümkün kılacak fazla bir veri yok.”

Bu cümlelerin kesin anlamı şudur: Gelişmeler “ne kadar lehimize” diye soran Türk devleti şu anda ne yapacağını bilmiyor. Bilmediği en önemli mesele ise İran meselesi. Bu konuda Fidan’ın sözlerine devam edelim:

“Temelde iki husus var. Birincisi, eğer Kabine’ye bakarsanız, görülen emare, bu kadar İsrail yanlısı bir kabinenin Netanyahu'nun bütün yayılmacı emellerini destekleyeceği yönünde. İkincisi ise Trump’un “Ben savaşları bitirmeye geliyorum, yeni savaş çıkarmaya değil” diyor olması. Bu sözünü esas alırsanız, buradan hareketle tam aksi yönde bir emareden söz etmek de mümkün. Şimdi bu iki farklı, iki tezat emarenin birbirini ne kadar dengeleyeceğini, bunun bölgeye nasıl yansıyacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Bu esnada tabii Gazze savaşıyla, Lübnan'daki savaşla ve İran'la muhtemel gerilimle ilgili devam eden görüşmeler, konuşmalar, stratejik analizler var. İşte bölgede muhataplarımızla yaptığımız istişareler var.”

Bu kadar alıntı yeter. Türk devleti bir yol ağzındadır ve şu anda kilitlenmiş durumdadır. Tehlikenin büyüklüğünü görüyor, fakat bu tehlike karşısında Türk devletinin bu tehlikeye karşı kendisinin yapacağı bir müdahalenin de olmadığını, Ortadoğu’daki gelişmelerin dışında kaldığını kabul ediyor. Atacağı somut politik ve stratejik adımlardan söz edemiyor, “görüşmelerden, konuşmalardan, stratejik analizlerden” söz ediyor. Cennet’le Cehennem arasındaki A’raf’ta bekler gibi.

Bu durumda devletle aynı analizi ve saptamayı yapan Kürt Özgürlük Hareketi ise duruma pro-aktif müdahalede bulunuyor.

“Yeni Yaşam Gazetesi’nde dün yazdığım makalede şöyle demiştim:

“Böyle küresel devletlerin tümünü içine çekecek olan savaşta Türkiye’nin bugünkü haliyle mesela İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi savaş dışında kalması imkansızdır. Çünkü şimdiki savaş Avrupa, Kuzey Afrika ve Pasifik’te değil Ortadoğu’da sürüyor. (…) Kürt Özgürlük Hareketi böyle bir durumda “nasılsa böyle bir süreçte en küçük bir etkim olmaz, iyisi mi devrimcilik oynayayım” diyen esamesi okunmayan bir güç değildir. Türkiye’yi kavşaktaki ikinci yola, barışa ve demokrasiye yöneltmekte tıpkı Rusya ve ABD gibi sonucu belirleyecek güçlerden biridir. Türkiye iki eksenden hangisiyle birlikte maceraya sürüklenirse sürüklensin Kürt Özgürlük Hareketi böyle bir maceranın sonunda dört ülkeden hiç birinin Kürdistan parçalarını elinde tutamayacağını bildiği halde, bu “fırsatı” kullanmak yerine dört devleti de savaş yerine barışa çağırmakta, özellikle Türk devletinin Kürt halkını ürkek tavşan sanırcasına “havuç” tutan elini “barış, demokrasi ve çözüm” tutan bir el haline getirmeye teşvik ediyor.”

Çünkü devrimcilik milyonların ölümünden medet ummak değildir.

Özetle, şu anda Türkiye “ara dönemdedir.”

Ve bu “teşvik”, belli ki “ara dönem” boyunca sürecek geçici bir tutumdur.

Ara dönemin sonunda Türk devleti iki yol ağzından ya dört parça Kürdistan ve örgütleriyle barış, demokrasi ve çözüm yoluna yürüyecek ve sınırlarını savaşa ve bölünmeye karşı güvence altına alacak ya da kendi felaketinin yoluna koyulacak. Koyulduğu zaman o felaket de asıl işte o zaman, “kendi düşen ağlamaz” diyecek olan Apocu hareket için Demokratik Konfederal devrim fırsatına dönüşecek.

Oportünist “gerçekçiliğe” ve lafazan “devrimciliğe” karşı “üçüncü yol” gerçekçi-devrimciliktir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.