Kürt halkı Önderi’nin “elini” güçlendiriyor
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- 16 Kasım günü Avrupa’daki Kürt halkı ve dostları tarihi Köln eylemiyle Önderlerinin elini güçlendirmenin hayati önemini anladıklarını gösterdiler. Dün de Elih’te tehdit altındaki Kürt halkı da Öcalan’a “bizim için kaygı duyma, biz senin için her türlü bedeli ödemeye seve seve hazırız” mesajını ilettiler.
Erdoğan ile Bahçeli arasında Karagöz-Hacivat kavgasını andıran yarı magazinel, yarı arabesk, semboller ve karından konuşmalarla süren sözde kavgayla kamuoyu oyalanıyor. Yaptıkları açıktır: Ortak çizgileri Kürt Özgürlük Hareketi’ni son bir “gayretle” tasfiye etmektir. “Ya teslim olursunuz ya da bütün belediyelerinize el koyarım, DEM Parti’yi kapatırım, tutuklarım, Rojava’yı yerle bir ederim” diyerek son kozlarını oynamaktalar. Dikkat ederseniz “Pençe kiliti ha kapattık ha kapatıyoruz” gürültüsünden artık eser yok. Bunun anlamı gerilla karşısında kendilerinin kilitlenmiş olmalarıdır. Tehditleri hem Bakur’daki, hem de Rojava’daki sivil Kürt halkını hedef alıyor. Bu da haydut devletlere özgü bir şantaj politikasıdır.
Şantaj Başkan Öcalan’a yapılıyor. Bunun farkında olmalıdırlar ki, Kandil Kürt halkını ve dostlarını sürekli olarak “Önderliğin elini kuvvetlendirmeye” çağırıyor. 44 ay sonra verdiği iki cümlelik demeçle Başkan Öcalan da bu şantaja karşı insanüstü bir gayretle direndiğini göstermiştir, tehdit altındaki halka selamlarını göndermesi ve tecrit sürüyor demesi direndiğinin güçlü işaretidir.
16 Kasım günü Avrupa’daki Kürt halkı ve dostları tarihi Köln eylemiyle Önderlerinin elini güçlendirmenin hayati önemini anladıklarını gösterdiler. Dün de Elih’te tehdit altındaki Kürt halkı da Öcalan’a “bizim için kaygı duyma, biz senin için her türlü bedeli ödemeye seve seve hazırız” mesajını ilettiler. Gerilla ise TUSAŞ fedai eylemiyle, Türk devletine “bizimle istediğin silahlarla istediğin kadar savaş, ama sivil halka, onun demokratik kazanımlarına kanlı elinle dokunma” diyerek, İmralı’ya karşı yapılan şantaja en etkili cevabı onun kalbindeki askeri komplekste cevap verdi.
Önderliğiyle, yediden yetmişiyle, silahsızı ve silahlısıyla bir halk direniş halindedir. Ve Saray’ından sistem içi muhalefine kadar devletin bütün kurumları birbirlerine ve kendi içlerindekine karşı mevzilenmişler, kavgaya hazırlanmaktalar.
“Teslim ol” çağrısı kuyruğu dik tutma gösterisinden başka bir şey değildir.
Evet, son kozlarını oynuyorlar. Çünkü Üçüncü Dünya Savaşı’nda her geçen gün biraz daha köşeye sıkışıyorlar. Ya Trump’a teslim olacaklar ya da Putin’e. Bu iki ucu kirli değneğin hangi ucundan tutarlarsa tutsunlar başlarına gelecek olanın farkındalar. “Dostum Trump” diyerek değneğin bir ucunu tutmaya kalkan Erdoğan eline neyin bulaştığını, Trump kabinesinin muhtemel bileşimini öğrendiği gün anlamış olmalıdır. “Müjdem var” dediği gün Putin’in tehditvari açıklamasıyla Rojava’ya saldırdığında neler olacağını da dostu Putin’in uzattığı değneğe dokunur dokunmaz kokudan burnunun direği kırılınca farketmiştir.
Açmaz var. Kendi düşen ağlamaz. Çözüm masasını devirmeyecektin, Öcalan’ı susturmayacaktın, emekçinin alın teriyle yarattığı ülke zenginliğini savaş harcamalarına yatırmayacaktın, ailenin ve yandaş sermayenin ülke kaynaklarını delirmiş gibi yağmalamasına kalkmayacaktın, çakma Abdülhamit gibi küresel güçlerin arasında slalom yapmayacaktın, kendi elinle kendi orduna karşı darbeye kalkışmayacaktın, Türkiye’yi dünya savaşının ortasında “kör kuyularda merdivensiz” bırakmayacaktın. Şimdi çaresizsin. Bir komedyen gibi Hitler taklidi yapan adamla Abdülhamit taklidi yapan adam başbaşa…
Her ikisi de PKK’yi teslim alma derdinde. O PKK'yi henüz bir avuç “talebeyken” teslim alamamışlar, şimdi Ortadoğu’da PKK’nin, resmen “devlet statüsünde” olmamakla birlikte, “devlet” gibi bir güç haline geldiğini bir türlü kabul edemiyorlar.
Türk devletinin PKK’ye bir “terör örgütü” olarak değil, şu anda savaş halinde olduğu bir “devlet” gibi bakmasının zamanı gelmiş ve geçmek üzeredir. Devletin anayasasıyla, yargısıyla, polisiyle bir “terör örgütüne” karşı aklınıza eseni yapabilirsiniz. Ama artık PKK Türk devletinin sınırlarına sıkışmış bir güç olmaktan çıkmış, dünya savaşında devletler arası dengelerde rol oynayan ve savaşın gidişini belirleyecek en örgütlü bağımsız kuvvet haline gelmiştir.
Aptallık etmenin alemi yok. Bölgedeki bütün küresel ve bölgesel güçler, Amerika’sından Rusya’sına, İsrail’inden İran’ına kadar PKK’nin öncülüğündeki Apocu kuvvetlerin desteğine muhtaç hale gelmiştir. Hamakat erbabı olanlar PKK’yi güya “yabancı devletlerin bir aleti” gibi görmekte, onun kendisiyle ittifak yapılması gereken bir kuvvet olduğunu herkes anlamışken bir tek Türk devleti anlayamamaktadır.
Türk devletinin savaştan sonra “üniter” bir devlet olarak mı kalacağı, yoksa Kürt sorununu kendi içinde çözerek “Demokratik cumhuriyet” mi olacağı bu savaşta hem Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de Kürdistan’ın ayakta kalması durumunda sonuca bağlanabilir. Şu anda ne iktidar sonsuza kadar çözümsüzlüğü sürdürebilir, ne de demokratik muhalefet hemen şimdi çözümü devlete dayatabilir. Bu konuda çatışmanın tırmanması her iki tarafı da dünya savaşında büyük risklere sokar. Bugün mesele Türk tarafının “üniter yapısını” korumak için, Kürt tarafının ise kendi kaderini tayin edebilmesi için savaşta Türkiye’nin ve Kürdistan’ın harabeye dönmesini önlemektir.
Bu ise ancak Türk devletinin ne yapacağına bağlı bir meseledir. Sorular şunlar: Devlet Öcalan’ın özgürlüğünü tanıyacak mıdır? PKK’ye ve Rojava’ya karşı savaşı sona erdirecek midir? Henüz çözüm masası kurulamasa bile, baş müzakereci Öcalan’la “barış masasına” bu temelde oturacak mıdır? Yani Kürdistan’la ittifaka yanaşacak mıdır?
Yanaşacağına dair en küçük bir emare bile yoktur. Buna karşılık, dört tarafı birbirlerine karşı savaşan ve Kürdistan’ı paylaşmaya çalışan küresel ve bölgesel emperyalistlerle kuşatılmış olan Kürt Özgürlük Hareketi, “kim Kürt halkının ulusal çıkarlarına saldırırsa ona karşı” ve “kim Kürt halkının ulusal çıkarlarını tanırsa onunla birlikte” olma hakkına sahip olacaktır. İktidar ve ulusalcılar "PKK, ABD ve İsrail'le mi anlaşacak" diye soracaklarına, kendileri PKK'yle nasıl ittifak kurabileceklerini düşünmelidirler.
Ve bilinmeli ki, tarafların ikisi de bu savaşta ağır bedeller ödeyecek olmakla birlikte, “sırça köşkte oturan” Türk devleti savaştan Irak misali yıkımla çıkacakken, PKK ve Apocu güçler Irak savaşından nasıl güçlenerek çıktıysalar, yine güçlenerek çıkacaktır. Tehlike ve fırsatlardan kast edilen de budur. PKK’nin fırsatçı olmadığı, Türk devletiyle defalarca yaptığı ateşkeslerle kanıtlanmıştır.
Karar Türk devletine kalmıştır.