Bir eylemin düşündürdükleri
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Ankara eylemi bahane edilerek Rojava’nın neredeyse bütün sivil yerleşim mekanlarına karşı Türk devletinin günlerdir yürüttüğü saldırı tartışmasız savaş suçudur. Bugüne kadar hiçbir QSD ya da HPG komutanı kendi askeri güçlerine karşı düşmanın saldırısından zerre kadar şikayet etmemiştir. Bu saldırılara düşmanın askeri hedeflerini vurarak karşılık vermiştir.
En aklı başında devrimciler bile, TUSAŞ eylemi karşısında, haklı bir şaşkınlığa uğradılar. Kimisi aceleyle kınadı, kimisi lanetledi. Bahçeli “açılım” yapmıştı ve Ömer Öcalan Başkan Apo’yla görüşmüştü. Tam bu sırada iki fedai TUSAŞ’a baskın yapmıştı. "Barış" beklentisinin zirve yaptığı bir sırada bu olayların peş peşine gelmesi bir çok insanın kafasında sorulara yol açtı. “Acaba bu eylem barış imkanını baltalama amacı mı güdüyor” sorusu ilk akla gelen soru oldu. Eylemin önemini gölgeleyen bir psikolojik atmosfer oluştu. Psikolojik savaşın gönüllü yandaşı unsurlar dışında, bu insanların anlaşılır tepkilerinde kötü niyet aramak yanlış olacaktır.
Eylemi eleştiren bu insanlar çok kısa zamanda bu eylem yüzünden Bahçeli’nin geri adım atmadığını gördüler. HPG bu eylemin Bahçeli’nin konuşmasıyla hiç bir ilgisi olmadığını, aylar öncesinden yapılan hazırlık sonunda, otonom Ölümsüzler Taburu’nun eylemi gerçekleştirdiğini açıkladıktan sonra telaşlı psikoloji dağıldı.
Ama olan oldu. Telaşlı psikoloji dağılsa da, eyleme yönelik aceleci açıklamalar Ankara eyleminin devam eden savaş sürecinde taşıdığı derin anlamı ister istemez bulanıklaştırdı. O halde konuyu soğukkanlılıkla ele alalım.
Bu gibi durumlarda, ilkesel açıdan ilk adım, eylemin sonuçları ne olursa olsun, eylemi değerlendirmeden önce suçlamalarımızın sivri ucunu devletin yürüttüğü savaşa yöneltmek olmalıdır. Çünkü “savaş bu eylemlerin sebebidir, eylemler ise savaşın kaçınılmaz sonuçlarıdır.” Karşılıklı kanlı eylemlerin son bulması için savaşa son vermek ve barışı sağlamak gerekir. “Eyleme lanet olsun demek yerine, savaşa lanet olsun demek” ilk iştir.
Böyle bir yaklaşımın ardından isteyen eylemin türünü ya da zamanlamasını, savaşa karşı tutumu gölgelememek kaydıyla eleştirebilir. Ama eleştirmenin başka suçlamanın başka bir şey olduğunu unutmayı ben şahsen doğru bulmam. Sonuçta eşitsiz güçler arasında bir savaş yaşanıyor. Buradan hareketle Ankara eylemini değerlendirmeye başlayabiliriz.
Bir an için HPG’nin Kandil’den “elindeki” süpersonik füzelerden iki adedini fırlattığını ve kitlesel imha silahları dahil yüksek teknolojili silahların üretildiği askeri bir işletmeyi vurduğunu düşünelim. Tıpkı şu sıralar İsrail’in İran’a, İran’ın İsrail’e yaptığı gibi. Bu durumda aklınıza bu saldırının bir “terör eylemi” olduğu gelir miydi? Gelmezdi çünkü ortada iki füze var ve “iki terörist” yok. Herkes bu saldırıyı askeri bir saldırı olarak değerlendirirdi. Kimisi bu saldırıyı “hain saldırı” olarak mahkum ederdi, kimisi “askeri başarı” olarak alkışlardı.
Oysa HPG’nin elinde devletlerin sahip olduğu süpersonik ya da balistik füzeler, obüs top bataryaları, uçak filoları yok. Gerilla savaşı bu silahlara karşı “insan savaşıdır.” “Asimetrik” savaş terimiyle ifade edilen de budur. Medya Savunma Alanları’na, Rojava’nın sivil yerleşim yerlerine fırlatılan füzelere, obüs bataryalarının ve tank tümenlerinin top mermilerine, uçaklardan atılan radyasyon yüklü bombalara, kimyasal patlayıcılara karşı gerilla kendi canını silah haline getiriyor. Nice sivilin, bebeğin, yaşlı insanın hayatına mal olan bu silahların üretildiği yere saldırıyor ve orada kendisi can veriyor. Bunun derin insani anlamını kavramalıyız.
Bu derin insani anlamın yanında eylemin askeri taktik anlamı da bulunuyor. “Gerillayı Bakur Kürdistanı’nda bitirdik” propagandasının sıradan yurtsever Kürt insanında karamsar psikolojiye yol açtığına bir çok kereler şahsen şahit olmuşumdur. Psikolojik savaş devletlerin gerillaya karşı yürüttüğü savaşta stratejik bir rol oynuyor. İki düzenli ordunun savaşlarında taraflar düşmanlarının psikolojik savaş propagandasını sansürle, interneti yavaşlatarak ya da durdurarak ve kendi abartılı ya da yalan propagandasıyla bir ölçüde durdurabiliyorlar. Ama devleti olmayan Kürt kamuoyu Türk devletinin psikolojik savaşının yıkıcı etkilerine açıktır. Düzenli ordudan farklı olarak gerillanın yaşam ve savunma alanı betonarme sığınaklar, demir ya da çelik kubbeler değil, onu destekleyen halk olduğu için psikolojik savaşa karşı savaş gerilla savaşı için hayati önem taşıyor. Ankara eylemi devletin “Bakur’da gerillayı bitirdik, başlarını mağaralardan çıkaramıyorlar” şeklindeki psikolojik savaş propagandasına ağır bir darbe indirmiştir. Genellikle metropollerde bu eylemden olumsuz etkilenenlerden farklı olarak milyonlarca yurtsever Kürt’ün bu eylem sayesinde gerillanın gücüne bir kere daha güven duyduğundan şahsen eminim.
Kuşkusuz ister düzenli orduların savaşında isterse devletin güçleriyle gerilla arasındaki savaşta sivil halka, sivil halkın yaşama koşullarına, fırınlara, su depolarına, konutlara, aydınlanma ve ısınma kaynaklarına, hastanelere karşı yapılan her saldırı eylemi insanlık ve savaş suçudur. Buna karşılık savaşan tarafların birbirlerinin ordu komuta merkezlerine, askeri birliklerine, bunkerlerine ve sığınaklarına, lojistik ağlarına, cephaneliklerine ve silah fabrikalarına, silah yapımında kullanılan tüm endüstri işletmelerine yönelttikleri saldırılar, yasaklı silahlar kullanılmamak koşuluyla, meşrudur.
Bu açıdan Ankara eylemi, sivillere yönelik bir eylem değildir. Türk devletinin en stratejik askeri hedeflerinden biri vurulmuştur. Bu eylemi “sivillere yönelik bir terör eylemi” olarak görmek ve göstermek kabul edilemez. Hatta bu eylem planlanmasında daha derin bir enformasyonla, neden İHA ve SİHA’nın üretim merkezine girilemediği askeri açıdan eleştiri konusu bile olabilir. Buna karşılık Ankara eylemi bahane edilerek Rojava’nın neredeyse bütün sivil yerleşim mekanlarına karşı Türk devletinin günlerdir yürüttüğü saldırı tartışmasız savaş suçudur. Bugüne kadar hiçbir QSD ya da HPG komutanı kendi askeri güçlerine karşı düşmanın saldırısından zerre kadar şikayet etmemiştir. Bu saldırılara düşmanın askeri hedeflerini vurarak karşılık vermiştir. Ancak düşmanın sivilleri öldürmesi durumunda bu saldırıları suçlamış ve uluslar arası ilgili kurumlara şikayette bulunmuştur. Ama şimdi kimi küresel güçler Türk devletinin savaş suçlarına seyirci kalmakta, buna karşılık TUSAŞ eylemini yüksek perdeden suçlamaktadırlar.
Ve bu sorunun manevi ve ahlaki bir yanı da vardır: Can verenlerin önünde saygı ile eğilmek…