Tartışılsın diye bir analiz yazısı

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Tarafların yeni bir stratejide buluşması gerçek muhataplar arasındaki müzakereyi gerektiriyor. Ne yapacak, ne edecek diyerek uğraştıkları DEM Parti değil, asıl baş müzakereci Önder Öcalan, baş müzakerecinin en büyük destekçisi de Kürt halk çoğunluğunu her koşulda temsil yeteneğinde olan PKK’dir.

Bölgede devam eden savaşın nisbeten düşük yoğunluklu sürdüğü, devletlerin büyük ölçüde bu savaşa doğrudan katılmadığı, adına “vesayet savaşı” denilen bir yöntemle ve ihtiyatla yol aldığı dönem sona erdi. Rusya ve Ukrayna devletlerinden sonra artık bütün devletler doğrudan savaşa dahil olmaya başladı. Şu anda İsrail devleti Lübnan, Suriye, Yemen ve İran devletleriyle savaş halindedir. İsrail’e şimdilik simgesel bir askeri birlik göndermesiyle ABD de bu savaşta doğrudan rol almıştır. Savaşın karşılıklı hava ve füze saldırılarıyla sürüyor olması, bu savaşların bir süre sonra kara savaşlarına dönüşeceğinin habercisidir.

Bu gelişme yeni bir durumdur.

O halde bölgedeki bütün devletler ve güçler, özel olarak Türk devleti ve PKK yeni durumda yeni stratejiler geliştirmek zorundadır.

Yeni stratejiler sahadaki kuvvet dengesinin gerçekçi analizine dayanmalıdır. Ayrıntıya girmeden söyleyebiliriz ki, sahada İsrail, ABD ve NATO güçleri fiilen üstün durumdadırlar. Karşı kutupta yer alan Rusya, Ortadoğu savaşına Ukrayna savaşı nedeniyle güçlü bir şekilde müdahale etmekten kaçınmaktadır. Müttefiki Suriye’ye saldırılarını sürdüren İsrail’le askeri çatışmaya girmesi uzak ihtimaldir. Çin Halk Cumhuriyeti ise bugünkü paylaşım savaşında esas olarak ekonomik yayılma yöntemlerini kullanmakta ve askeri çatışmalardan uzak durmaktadır.

Hedefte olan İran kaçınılmaz şekilde savunmaya çekilmiştir. NATO üyesi Türkiye ve İsrail’le yakın ilişkideki Azerbaycan’la komşudur. Her ne kadar İsrail’le karşılıklı füze atışlarıyla savaşmaktaysa da, sonuç alıcı bir kara savaşında bu iki komşusu Türkiye ve Azerbaycan’ın tehditi altındadır. Eğer ABD ve NATO bir kara savaşıyla İran devletine saldırma kararı verdiyse, bunu İran’dan bin küsur kilometre ötedeki İsrail ordusuyla değil, Türk ordusuyla yapmayı düşünecek ve bunu baskıyla Türk devletine kabul ettirmeye çalışacaktır.

Büyük ihtimalle ABD ve İsrail, dolayısı ile NATO’nun kimi ülkeleri bir İran-Türkiye savaşı gerçekleştiğinde bu iki devletin söz konusu savaşta büyük yıkıma uğrayacağını hesaplamaktadır. Eğer böyle bir sonuç doğarsa, asıl hedef olan Kürdistan’ın tüm parçalarına el koyma bakımından İsrail ve ABD’nin önünde, eğer o zamana kadar PKK’yi de tasfiye edebilirlerse; Irak ve Suriye yıkıma uğradığına göre, artık engel kalmayacaktır. Batılı küresel güçler Birinci Dünya Savaşı’nda Kürdistan’ı parçalayarak her parçayı nasıl Türkiye, Irak ve Suriye devletlerine hediye ettiyseler ve İkinci Dünya Savaşı’nda Rojhilat’ı nasıl İran’a teslim ettiyseler, bu defa o devletlere ait olmayan bu dört parçayı, verdikleri gibi onlardan koparacak ve Kürdistan parçalarındaki ihanetçi-işbirlikçi unsurları da yanlarına alarak Kürdistanı kendi egemenlikleri altına alacaklardır. Kürdistan’a egemen olmaları, tüm Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya ve Kafkasya’ya egemen olma sonucunu doğuracaktır. Böylece Rusya ve Çin ekseniyle yeni bir nisbi denge oluşacaktır.

Benim sınırlı bilgilerimle Üçüncü Dünya Savaşı böyle bir seyir takip edecektir.

Ancak bu, ABD’yi ve İsrail’i durdurmanın imkansız olduğu anlamına gelmiyor.

Eğer Türkiye, İran, Irak ve Suriye kendi sınırları içindeki Kürdistan parçalarının (ister özerklik, ister kantonal, ister federal, ister devlet olarak) statüsünü resmen tanır, bu devletler kendi aralarında saldırmazlık ve kardeşlik anlaşmaları yaparsa ve her biri Bakûr, Başûr, Rojava ve Rojhilat parçalarındaki Apocu siyasi ve askeri kuvvetlerle karşılıklı çıkarlara dayanan eşit haklı bir barışa yönelirse, küresellerin planlarını bozguna uğratmak mümkün olur.

Şurası açıktır ki; eğer söz konusu devletlerdeki iktidarlar, bu yeni ve muazzam tehlikelere gebe durumda böyle bir yeni “üçüncü yol” stratejisi kurmak yerine küresel iki kutuptan birine dayanma ve Kürdistan parçalarındaki sömürgeci hakimiyeti devam ettirme, bu amaçla Apocu güçleri yok etme yolunda yürümeye devam ederlerse, yukarıdaki emperyalist strateji kesin olarak başarıya ulaşacaktır.

Bana öyle geliyor ki, PKK ve onunla kardeş partiler bu yeni durumda yeni bir stratejinin zorunluluğunu görmekteler. Söz konusu devletlerle bu yeni durumda karşılıklı çıkarlara dayalı bir barış yapmaktan, dün olduğu gibi bugün de ve dünden çok daha fazla yanadırlar. Çünkü bu savaşta en büyük tehlikeyle tüm Kürdistan karşı karşıyadır. Devletler her savaştan sonra, aynı kapitalist pazarda yer aldıkları galip devletlerin yardımlarıyla, kimi toprak kayıplarına ve uğradıkları yıkıma rağmen yeniden ayağa kalkarlar, fakat Kürdistan şimdiki sömürgeci devletlerden kıyaslanmaz ölçüde kuvvetli batılı kapitalist modernite güçlerinin egemenliğine girerse, Kürt halkı bağımsızlık ve özgürlük yolunda çok daha ağır koşullarda mücadele etmek zorunda kalacaktır. Kürdistan’ın İsrail ve NATO egemenliğinde bir uydu devlete dönüşmesi ise ilk fırsatta onu yeniden bölüşmek isteyen bölgesel emperyalist devletlerin saldırısıyla yeni savaşların hedefi haline getirecektir.

O halde hem sayılan devletlerin hem de Kürt özgürlük hareketinin bu yeni durumda yeni stratejilere yönelmesi bir zorunluluktur.

Diğer devletleri bir yana bırakır, Türkiye’ye bakarsak, Apocu güçlerin tersine ne devletin, ne AKP-MHP’nin, ne de CHP ve diğerlerinin durumun ciddiyetine uygun bir strateji arayışı içinde olmadıklarını görüyoruz. AKP ve MHP yeni anayasa ile iktidarda kalmak için DEM partiyi kullanmaya, CHP ise kendi “yumuşamacı” hallerine bakmadan, bir iki DEM Parti sözcüsünün aceleci iyimserliğinden yararlanarak dedikodularla ucuz bir siyaset yapmaya çalışıyor. Bu da gösteriyor ki, “yeni bir çözüm” ufukta görünene kadar muhalefetin diktatörlüğe karşı mücadeleyi zayıflatması rejimin oyununa gelmek olacaktır.

Tuhaflık diz boyu: Bahçeli Meclis’te bir gün önce “kapatın gitsin, alayını tutuklayın” dediği Dem Parti eş başkanıyla ansızın tokalaşıyor, Özgür Özel sekiz yıldır hapiste unuttuğu Demirtaş’ı ansızın ziyarete gidiyor.  

Oysa tarafların yeni bir stratejide buluşması gerçek muhataplar arasındaki müzakereyi gerektiriyor ve ne yapacak, ne edecek diyerek uğraştıkları DEM Parti değil, asıl baş müzakereci Önder Öcalan, baş müzakerecinin en büyük destekçisi de Kürt halk çoğunluğunu her koşulda temsil yeteneğinde olan PKK’dir.  

Dem Parti’nin ve Edirne zindanının kapısını çalmanız iyidir. Çünkü kapısını çaldığınız kişiler size asıl muhatabın açık adresini mutlaka vereceklerdir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.