Muhalif olmak ciddi bir iştir
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Eğer Suriye’de izlenen politika, İran’a karşı küresel güçlerin savaş hazırlığının bir parçasıysa, CHP bu hazırlığın son aşamasında kendisini Erdoğan’ın şefliğinde “milli mutabakat hükümetinde” yedek lastik olarak görebilir.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sadaka kabilinden asgari ücrete tepki gösterdi ve birisi olumlu, diğeri gülünç iki öneride bulundu: Olumlu olanı tüm muhalif partilerle ve sendikalarla birlikte “geçim yoksa seçim var” mitingleriyle iktidarı sokakta erken seçime zorlama kararı. Gülünç olanı ise “tüketimden gelen gücümüzü kullanalım” diyerek, asgari ücretle ödeme yapan patronların mallarını boykot kararı.
Erken seçim için sokağa çıkmayı, kendi payıma selamlıyorum. Ama şu “tüketimden gelen güç” meselesi, çok matrak.
Asgari ücret açlık sınırında. Bu ne demektir? Asgari ücretlinin “tüketimden gelen gücünün” sıfırlanmış olmasıdır. Bir de bu haldeyken, kasabı, manavı boykota kalksa “açlık grevine” bile değil, “ölüm orucuna” başlayacak demektir. Kazara asgari ücretliler Özel’in aklına uyup “tüketimden gelen güçlerini” ölümüne kullansalar, mesela milyonlar halinde bir haftalık “açlık grevine” gitseler, bir hafta sonra enflasyon bilin ki tek haneye doğru düşmeye başlar. Ekonomik krizin yükünü emekçinin sırtına yüklemek de zaten emekçiyi ve emekliyi “yarı yarıya açlık grevine” mahkum etmektir. Yapabilseler “tüketimden gelen gücünüzü sonuna kadar kullanın, bir aylığına yemeyin, içmeyin” diyecekler. Bırakın enflasyonu, bu “ölüm orucunda” asgari ücretlilerin yüzde onu, emeklilerin yüzde yirmisi sizlere ömür olsa, işsizlik sorunu da kalmayacaktır, sosyal sigortaların devasa açıkları da… Ekonomik krizle debelenen devletlerin savaşlara kalkışmasının bir nedeni de, bu “fazla nüfusu” ortadan kaldırmaktır.
Özgür Özel bu acayip “tüketimden gelen gücümüz” dediği şeyi kimlerle gerçekleştirmeyi düşünüyor? Sendikalarla. Yani işçi sınıfıyla. Konu uzayacak. Kestirmeden söyleyeyim: İşçi sınıfının gücü “tüketimden” değil, “üretimden gelen güçtür.” Bu gücün kullanılması kasabı, manavı boykot etmek değil, grevdir. Siyasi partiler iktidarı erken seçime “mitinglerle” zorlayacaksa, işçi sınıfı iktidarı “genel grevle” zorlar.
Özgür Özel bu yazıyı okuyunca, “ne kasabı, ne manavı, ben otomotiv ürünlerinden, beyaz eşyalardan, uçak yolculuklarından, tatillerden, çocuklara barby oyuncaklarından, Dior marka makyaj malzemelerinden söz ediyorum, demagoji yapma” demez inşallah. Asgari ücretli haftada iki yüz gram kıyma, iki kilo patates alıyor, çocukların beslenme çantası boş ya hu!..
CHP’nin Türk-İş’te geniş bir tabanı var. Özgür Özel bir yandan seçmenlerini sokağa çağırırken, bir yandan da sendikalardaki CHP’li işçiler arasında “açlığa karşı sendikal birlik ve genel grev” örgütlenmesi yapmadıkça, rejimi erken seçime zorlayamaz. Ama daha önemli bir sorun var:
Eğer CHP, iktidarın Suriye’de izlediği yayılmacı saldırılara karşı çıkmaz, Rojava’yı tasfiye politikasını önleyemezse, “erken seçim” bir kere daha Erdoğan’ın zaferiyle sonuçlanır. Kendisinin de açıkladığı gibi, daha şimdiden kamuoyu yoklamalarında ikinci sıraya düşmüş bulunuyor. İşin daha da tehlikeli yanı, eğer Suriye’de izlenen politika, İran’a karşı küresel güçlerin savaş hazırlığının bir parçasıysa, CHP bu hazırlığın son aşamasında kendisini Erdoğan’ın şefliğinde “milli mutabakat hükümetinde” yedek lastik olarak görebilir.
Türk devleti Erdoğan’ın ajitatörlüğünde, Kalın, Fidan ve Altun’un yönetiminde “Suriye’yi himaye” altına almak için tehlikeli bir maceraya atılmış bulunuyor. Muhalefet halka gerçeği açıklamalıdır. Trump bu gerçeği açıklamıştır: “HTŞ’nin arkasında Türk devleti ve çok akıllı ve kudretli Erdoğan var”. Gerçeğin bir yanı bu. Ancak İngiltere’nin, ABD’nin ve İsrail’in varlığı büyük bir dikkatle gizlenmiştir. Çünkü küresel güçler “HTŞ’li bir Suriye”ye izin vermeyeceklerdir. Suriye’yi daha beter bir kaos beklemektedir. O kaos yaratıldığı gün, “Türkiye HTŞ’yle ve SMO güruhu ile kaosun birinci derecede sorumlusudur” denecektir. Erdoğan “Suriye fatihliğine” soyunurken, Fidan “Suriye’de olanlarla ilgimiz yok” demek zorunda boşuna kalmamıştır.
Muhalefet tereddüt bile etmeden “Suriye’de yaşanacak kanlı gelişmelerden Erdoğan-Bahçeli iktidarı sorumlu olacaktır, bir an önce elimizi Suriye’den çekmeliyiz” demelidir. “Madem HTŞ Suriye ordusunu yeniden inşa ediyor, o halde Türk devleti Suriye Milli Ordusu diye kendisine bağlı çeteleri derhal dağıtmalıdır; madem HTŞ Suriye’de bir hükümet kurmuştur, o halde Türk devleti tarafından kurulan ve desteklenen ‘Geçici Suriye Hükümeti’ tasfiye edilmelidir. Madem Türk devleti, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu açıklıyor, o halde işgal ettiği Efrîn’den, Girê Spî’den, Cerablus’tan ve Serêkaniyê’den çekilmelidir. Madem Türkiye Suriye’nin iç işlerine karışmıyor, o halde nasıl Güney Kürdistan’ı Irak devletinin iç işi sayıyorsa, Rojava’yı da Suriye devletinin iç işi saymalı, Kobanê’ye yönelik saldırıya son vermelidir.
Özgür Özel şunu da düşünmelidir: Yarın kazara iktidara geldiği zaman sınırımızdaki HTŞ rejimine mi güvenebilir, yoksa Rojava’ya mı? On milyon mültecinin birkaç on bini Suriye’ye dönse de, kalanının daha uzun süre Türkiye’de yaşayacağı ve bunların saflarında DAİŞ hücrelerinin varlığı, ezici çoğunluğunun Selefi HTŞ yanlısı olduğu hesaba katılırsa, “laik” CHP iktidarı nelerle karşı karşıya geleceğini şimdiden düşünmelidir.
Şu anda bile CHP belediyelerinin karşı karşıya olduğu çöktürme hamlesine caydırıcı bir tutum alamayan Özgür Özel, Üçüncü Dünya Savaşı içinde güven verici bir iktidar alternatifi olarak görünmüyor. İktidarın gözü dönmüştür. Kendisinin yönettiği Türk idari yapısının, yani devletin asli parçası olan muhalif belediyelere karşı savaş açmıştır. Kendi devletinin bir parçasına savaş açan bir iktidar var.
Burada binlercesi yapılmış “izinli mitinglerle” sonuç almak kolay iş değildir. Diyelim ki, iktidar mitingleri yasakladı. Ne yapacaksın? “Tüketimden gelen ve artık olmayan gücü” değil, “üretimden gelen gücü” seferber etmek ve “yarım yüzyıldır serhildanlarla seferberlik halinde olan” Kürt halkının gücüyle birleşmek biricik çaredir.