Uyurken rüya, uyanıkken gerçeği gör
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Hiçbir vaat, hiçbir ateşkes, hiçbir politik af, Öcalan’ın özgürlüğü dışında gerilla ve PKK için en küçük bir teminat, güvenilir bir ortam yaratamaz.
Bugüne kadar Öcalan’ın kitaplarından, PKK yöneticilerinin açıklamalarından ve tarihi kronolojiden silahlı mücadelenin evriminin geldiği noktayı şöyle anlıyorum:
Silahlı mücadele 12 Eylül darbesinin Diyarbakır zindanındaki canavarca işkencelerine yanıt olarak başlamıştır. Erdoğan nasıl 15 Temmuz darbesine karşı halkı silahlı direnişe çağırdıysa, Öcalan da darbeye karşı silahlı mücadeleye çağırmıştır. Darbelere karşı silaha sarılmanın meşru olduğu hem İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarafından onaylanmış, hem de (her ne kadar kendisi tarafından tahrik ve tertip edilmişse de) 15 Temmuz darbesine karşı Erdoğan’ın tutumuyla darbeye silahla direnişin meşruiyeti teyit edilmiştir.
Faşist rejimden biçimsel parlamenter rejime geçildikten sonra silahlı mücadele neden devam etmiştir? Özal hükümetini yıkmak, Türk ordusunu “son neferine kadar kırmak” ve Ankara’ya PKK bayrağını dikmek için mi? Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin böyle bir amacı hiçbir zaman olmamıştır. Başkan Öcalan mücadelenin ilk döneminde reel sosyalizmin Ekim Devrimi’yle birlikte ilan ettiği ve o günden beri BM tarafından kabul edilen “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”nı hiçbir şekilde tanımayan Türk devletine karşı silahlı mücadeleye girişmiştir.
Aktüel bakımdan faşist darbeci rejime karşı ve Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkının çiğnenmesine karşı silaha sarılmak, açıktır ki, meşrudur.
Reel sosyalizmin çözülmesinden sonra Öcalan uluslar arası dengenin kökten değişmesi karşısında bu hakkı “ayrılmaktan” yana kullanmak yerine, TC sınırları içinde demokratik özerlikle kullanma stratejisini benimsemiştir. Bu amaç “ortak vatan” ve “demokratik ulus” paradigmalarıyla o günkü haliyle bile Anayasal bir amaca dönüşmüştür ve bu temelde Öcalan “müzakere” yöntemiyle ve barışçı ve siyasi yolla çözüm amacını ilan etmiştir. Ne var ki, Türk devleti bu Anayasal programa ve silahsız yol önerisine, silahla, Başkan Öcalan’a karşı komployla, sivil halka karşı soykırımcı, zorla asimilasyoncu savaşla ve legal parlamenter Kürt siyasi hareketine tutuklamalar ve parti kapatmalarla karşılık vermiştir.
Böylece savaş Türk devletinin saldırgan olduğu, Kürt tarafının özsavunma konumuna geldiği, Türk tarafının anayasayı çiğnediği, Kürt tarafının anayasal sınırlar içinde kaldığı bir savaşa dönüşmüştür.
Şimdi meşruiyetini çoktan yitirmiş olan iktidar, savaşa son vermek, demokrasiye geçmek yerine Öcalan’a “teslim çağrısı” yapması için Avrupa Konseyi’nin bile işkence olduğunu ve Öcalan’a “umut hakkının” tanınmamasının daha büyük bir işkence olacağını ilan etmesine rağmen, baskı ve zorbalık yolunu seçmiştir.
Şu anda PKK sözcülerinin yaptığı açıklamalar, bir yandan iktidarın bu kirli oyununu sergilerken, diğer yandan “eğer devlet hangi amaçla olursa olsun (ki Bahçeli amacını gerillanın devlete teslim olması ve PKK’nin kendini lağv etmesi olarak açıklıyor) Başkan Öcalan’ı muhatap aldığı ve ona rölünü oynaması için gerekli özgürlüğü tanıdığı durumda" Önderlerinin ilan edeceği çözüm şartlarını kesin bir dille onaylayacaklarını gösteriyor. Bu tutum Baş Müzakereci Öcalan’a duydukları sarsılmaz güveni ve bağlılığı bir kere daha ilan etmek anlamına geldiği gibi, şu andaki silahlı mücadele ve illegal örgütlenmeye son vermenin biricik önşartının da Başkan Öcalan’a özgürlük olduğu anlamına geliyor.
Şunu anlıyorum: Hiçbir vaat, hiçbir ateşkes, hiçbir politik af, Öcalan’ın özgürlüğü dışında gerilla ve PKK için en küçük bir teminat, güvenilir bir ortam yaratamaz. Öcalan esaret altında olduğu sürece gerilla özsavunmadan, PKK silahlı illegal örgütlenmeden tek bir geri adım atmaz, atamaz. Öcalan özgür olduğu zaman ve özgürlüğü bir daha komploya fırsat verilmeyecek kadar mutlak bir güvenceye alındığı zaman Fis köyünde köylülerin ağzıyla bir avuç “talebeyle” başlayıp dünya çapında bir devrimci sürecin yaratılmasına önderlik eden Öcalan elli milyonluk örgütlü Kürt halkının önünde, elde edilen kazanımları korumanın “teorik ve pratik gücü” sayesinde en büyük teminatı olacaktır.
Bir sabah uyandığımızda iktidarın saçma sapan amaçlarının çöpe gittiğini, “gerillanın ovada siyasi güç” haline geldiğini, PKK’nin, Kürdistan İşçi Partisi adı ve logosuyla yüzde yirmibeşlik oy alarak parlamentoda temsil edildiğini görürsek, ben bu sonuca hiç şaşırmayacağım.
Şimdilik, hem tecrit ve esaret, hem devletin Kürdistan halkına karşı savaşı, hem de meşru ve Anayasal çerçevedeki özsavunma direnişi devam ediyor. Bunu esas alarak, hem uyurken hayal kurmanın hem de uyanıkken gerçeğe keskin gözlerle bakmanın zamanıdır.
Bahçeli aslında, eğer savaş yerine barış istiyorsa, açık kapıyı bağırıp çağırarak, “yardım istediği” Öcalan’a hakaretler savurup, “teslim olun, kendinizi dağıtın” diye zorlamak yerine, İmralı kapısının cebinde sakladığı anahtarını kullansın.
Belli ki PKK’nin kapıları barışa ardına kadar açıktır, kapalı olan devletin kapılarıdır.
16 Kasım’da Cemil Bayık’ın talep ettiği gibi geçen yıl yapılan Köln yürüyüşünü iki katına yükseltelim.