Başkan Apo’yla birlikte yürümek

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Tecrit sürüyor. Savaş tırmanıyor. Çözümden değil belirti, eser bile yok… Gündem tecrite, savaşa, çözümsüzlüğe karşı kitlesel mücadeleydi, bugün de böyle, Başkan Öcalan özgürlüğe kavuşana, savaşın yerini barış alana, çözümsüzlük sona erip çözüm yoluna girilene kadar gündem sabittir. Gündemden sapan, psikolojik savaş uzmanları tarafından “kamçılı topaça” çevrilir, döne döne beyni bulanır, sonra sırt üstü yere yuvarlanır. Gündem belli, gündemin gereği belli: Mücadele…

TBMM’nde “etki ajanlığı” ile ilgili, vaktiyle Nazi Almanyasında tüm muhalefeti “kanun hükmünde kararname” ile tasfiye etme yöntemine yol açacak bir kanun var. “Yasa” diye öztürkçe kelimeden türetilmiş bir “yasak” kanunu. Osman Kavala’yı “casuslukla” suçlama yeltenişi çöktüğü için, şimdi önüne geleni “casusluktan” içeriye tıkmanın yolu, işte bu “etki ajanlığı” yasasıyla döşeniyor. Bırakalım önüne geleni Türkleştirmeyi, bir Arapça kanun kelimesini bile Türkleştirmek işte böyle bir sonuca yol açıyor.

Türkiye Üçüncü Dünya Savaşında NATO zoruyla ve küçük bir oligarşik gözü dönmüş azınlığın Ortadoğu pazarlarına, Kürdistan petrolüne ve suyuna el koyma hırsıyla Enver, Talat, Cemal üçlüsünün yolunda yürüyerek kanlı bir maceraya hazırlanıyor.

Hakkari, Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti darbesi henüz başlangıç. Kim ne derse desin, nasıl bir fırıldak çevirirse çevirsin, ne gibi Zihni Sinir “proceleri” yaparsa yapsın, kim toplumu tavşan yerine koyarcasına havuç gösterirse göstersin, hangi zorba milleti eşek yerine koyarcasına sırtında sopa paralarsa paralasın, şu son bir ayın tecrübesi ışığında artık hiç kimse “neden elini uzattı”, “niye yumruğunu gösterdi”, “hani Öcalan TBMM’de konuşacaktı”, “şimdi ne oldu”, “kim sağa yattı, kim solda takla attı, kim çamura battı”, “derin devlet neresinden konuştu”, “kim kimi susturdu”, “susan neden sustu, konuşan neden konuştu” diye ahiret soruları sormasın, mikser misali beyinleri hamura çevirme numaraları karşısında şu biricik hakikati aklında tutsun:

Tecrit sürüyor. Savaş tırmanıyor. Çözümden değil belirti, eser bile yok…

Gündem tecrite, savaşa, çözümsüzlüğe karşı kitlesel mücadeleydi, bugün de böyle, Başkan Öcalan özgürlüğe kavuşana, savaşın yerini barış alana, çözümsüzlük sona erip çözüm yoluna girilene kadar gündem sabittir. Gündemden sapan, psikolojik savaş uzmanları tarafından “kamçılı topaça” çevrilir, döne döne beyni bulanır, sonra sırt üstü yere yuvarlanır. Gündem belli, gündemin gereği belli: Mücadele…

Bu bir.

İkincisi daha da önemli. Mücadele amansız. “Şimdi sırası mıydı”, “böyle mi yapılırdı”, “şöyle veya böyle yapılmalıydı”, “bu söz söylenir miydi”, “o söz söylenmeliydi”, “tam ‘bişey’ olacaktı, provokasyon da neyin nesiydi”, “ben onların yerinde olsaydım, ne böyle yapardım, ne öyle söylerdim, şöyle yapardım, başka türlü söylerdim” diye gevezeliğin anlamı yok. Ne öyle yapabilirsin ne öyle söyleyebilirsin. Savaşta sırtına yumurta küfesi yüklenen yapar ve konuşur. Sırtında yumurta küfesi olmayanın, vakit kaybetmeden sırtına bir küfe olmasa da, bir poşet dolusu yumurta yüklemelidir.

Kürt halkı ve Türk halkı tarihimizde ilk defa birbirleriyle, öyle çaktırmadan, “düşmana anti-PKK kozlar vermek korkusuna kapılmadan, “provokasyon olacak” diye sesini soluğunu özgürce yükseltmekten korkarak değil, resmen, açıkça, cesaretle diktatöre karşı omuz omuza yürümeye başladı. Halkların bu birlik eğilimi siyasi hayata yansıdı; Özgür Özel’le Tülay Hatimoğulları aynı otobüsün üstünde. Kayyım darbesiyle aynı gün Ahmet Türk ile Özel aynı direniş alanında. Dem Parti ile CHP şimdilik de olsa TBMM komisyonlarını boykot etti. Bu kırılacak narin bir kristal vazo değil. “Aman kırılmasın” diye pısırıklığın anlamı yok… Türkün de Kürdün de kemiğine bıçak dayanmış, boğazı hileli İMF ilmiğiyle sıkılmış, iradesi alçakça gaspedilmiş. Savaşa koyun sürüleri gibi sürüklenme eşiğinde. Sandıkta oy kaybetmemenin oportünist tedbirleri hoş görülür, bu oportünist oyunlarla oy sayısını arttırma hokkabızlığına diyecek fazla söz yoktur; ama sokakta esas olan kitlelerin sayısı, azlığı çokluğu değil, kararlılığı, mücadele azmi, bilinç keskinliğidir, sokağı kalabalıklaştıracak olan da budur, devletin zorbalığını geriletecek de budur, diktatörlüğü yıkacak olan da tastamam budur. Uçurumun kıyısındayız, geriye çekilecek bir adım bile kalmamıştır.

Türk ve Kürt halklarının en namuslu insanları Türkiye’de ve Kürdistan’da, onar, yüzer, biner tutuklanmayı, işkence ve ölümü göze alarak direniş alanlarındadır. Şimdi bu direnişi “Erdoğan ve Bakanlar istifa, hemen şimdi erken seçim, geçici seçim hükümeti ve TBMM’yi boykot etme ültimatomu” sloganlarıyla anti faşist devrimci sürece dönüştürme zamanı.

Direniş alanlarındaki namuslu insanların yanında Avrupa’da “ikinci direniş cephesini” de kuvvetlendirme zamanı. Şimdi Başkan Öcalan’a özgürlük mücadelesini yeni ve sonuç alıcı aşamaya yükseltme zamanı; “Öcalan’a özgürlük, gasp edilen Belediyeler halka, Ahmet Özer Belediye başkanlığına” sloganlarıyla  Avrupa’daki Türkler ve Kürtler birleşmeli, Esentepe’de CHP’ye, Mardin, Batman ve Halfeti’de (özellikle Başkan Öcalan’ın doğum yerinde) yapılan kayyım darbesine karşı on gün sonra Köln büyük yürüyüşüne hazırlanmalı.

Ben şu anda bir rüya görmekteyim: Köln’ün Batı ucundan milyonluk Kürdistan korteji, Doğu ucundan milyonluk Türk korteji, Güneyi’nde milyonluk Müslüman mültecilerin korteji, Kuzeyiden Almanların, Fransızların, Danimarka’dan gelen Grönlandlı “Eskimoların” korteji ayrı ayrı yönlerden Köln miting meydanında buluşuyorlar.

Orada "Avrupa Ortak Vatan, halklar Demokratik Avrupa Ulusu"  diyerek Demokratik Avrupa Konfederal birliğini ilan ediyorlar.

O zaman Başkan Öcalan Savunmalar eserinin yeni baskısının önsözüne benim rüyama göre şu satırı yazıyor: “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor, Demokratik Konfederalizm hayaleti; bütün Avrupalı halklar birleşin, milliyetçilik zincirlerinizden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yoktur; kazanacağız kadın özgürlükçü, ekolojik, komünal sosyalist bir dünya var.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.