CHP’nin “devrim” stratejisi
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik “on beş günlük planı” açıklamış. Ellerim heyecandan titreyerek okuyorum. “Acaba tavariş Özgür Özel, devrime karşı çıkan CHP’nin Kamanevlerini, Zinovyevlerini yenik düşürmüş mü?” merakıyla harfleri sökmeye çalışıyorum.
Çok değerli kardeşimiz Yeni Yaşam yazarı Fikret Başkaya’nın “devrim gerek” sözüne CHP “emrin olur” diyerek, hayatım boyunca işitmediğim dehşetli bir “devrim stratejisi” çizerek cevap verdi. Başkaya bu cevabı okur okumaz sunturlu bir otokritik yapmalı “ben devrim demiştim bunlar neredeyse Troçkist ‘revolution permenante’ stratejisi çizmiş, şapka çıkarıyorum” demeli.
Ben de “eski bir Stalinci” olmama rağmen şapka çıkarıyorum.
Amerikalı yazar John Reed, Ekim Devrimini (bir iki gün sonra yıldönümünü kutluyacağız ya) “Dünyayı sarsan on gün” adlı romanında anlatmıştı. “On gün” içinde dünya değişmişti.
CHP, biliyorsunuz, 31 Mart günü “menşeviklikten bolşevikliğe” sıçramıştı. Tercüme edeyim: Menşevik azınlık demek, bolşevik de çoğunluk oluyor. Bolşevik CHP, Erdoğan Kerenski’ye göre daha kuvvetli olduğu için, devrim stratejisini “on gün” yerine “on beş gün”e yaymış. Şöyle demişler:
“Büyükşehir belediyemiz ve ilçe belediyelerimizle entegre bir yol haritası belirliyoruz. Koordinasyon içerisinde bir mücadele yöntemi geliştiriyoruz. 15 günlük bir plan hazırladık.”
Hani yaş seksen olmasa, yerimden fırlayıp, kafama üzerinde kızıl yıldız bulunan külahımı giyip, Esenyurt’un “Krasnaya Ploşedi” olan Cumhuriyet Meydanına koşturacağım. Benim yerime kardeşim Başkaya koşsun bari. İnsan “dünyayı sarsan on beş güne” şahitlik etmek istemez mi? Allahım, Özgür Özel’in çenesine Leninvari bir takma keçi sakalı taktığı gözümün önüne geliyor, devrimcilik hummasına yakalanıyorum.
Ben böyle kaslarım takallüs etmişken kapım gürültüyle açıldı. Uzağı pek seçemiyorum. Gözlüklerimi taktım. O da ne? Bizim Sur’daki taş atan çocuk Quto. Elindeki gazeteyi, bu defa taktığım yakın gözlüğüme dayadı. Cumhuriyet gazetesi. CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik “on beş günlük planı” açıklamış. Ellerim heyecandan titreyerek okuyorum. “Acaba tavariş Özgür Özel, devrime karşı çıkan CHP’nin Kamanevlerini, Zinovyevlerini yenik düşürmüş mü?” merakıyla harfleri sökmeye çalışıyorum. CHP’nin Kızıl askerleri acaba Beştepe Kışlık Sarayını ele geçirmek için nasıl bir hazırlık yapıyor” diye heceleyerek Petrograd devrim komitesi başkanı Özgür Çelik’in demecini okuyorum:
“Öncelikle Esenyurt Belediyesi içerisindeki CHP grup odamız her gün açık olacak.”
Quto keratası şaşkın halime bakarak, çıkmamış bıyığının altından gülüyor: “Veysi abe, özgür Stalin yoldaş, şifreli konuşiy, Belediye dediği Smolni sarayı”…
“Ne Stalini edepsiz” diye azarlıyorum. Quto çantasından Ruski Solovar adlı bir kitap çıkarıyor. “Stal” çelik demekmiş. Gazeteyi elimden çekip alıyor. “Zahmet etme Veysi abe” diyerek, demeci olduğu gibi okumaya başlıyor:
“Her gün dört milletvekilimiz de sabah saatlerinde Ahmet Özer’i cezaevinde ziyaret edecek”.
Kafam karıştığı için ziyaretin zamanına takılıyorum: “Neden sabah saatlerinde” diye mırıldanmışım. Quto “Veysi Abe sabah kelimesi manidar, Brez Ahmet’e ‘Şafak operasyonu’ yaptılar ya, CHP’nin milletvekili kamuflajı giymiş dört Kızıl askeri Baturka zindanını şafak vakti basıp Hevali kurtaracaklar.”
Bu defa heyecanlanmayı unutuverdim. “Baturka’yı” merak ettim. Yaşlılık işte. Konsantrasyon bozukluğu. “Baturka zindanı neyin nesi?” diye benden yetmiş yaş küçük burnu sümüklü, kafası üç numara tıraşlı çocuğun bilgisine başvurdum. Anlattı:
Baturka zindanı Çarlık zamanında bundan 225 yıl önce kurulmuş, bu hapishanede Lev Troçki, Feliks Djerjinski, Vladimir Mayakovskı, Aleksandr Soljenitsin ve daha nicesi argoda dendiği gibi “zasadit”yani oturtulmuş “vah vah” demişim.
Quto okumayı sürdürdü:
“Daha sonra belediye binasına geçerek Ahmet başkanın orada uyguladığı politikaların devamlılığını, oradaki gelişmeleri ve kayyum yönetiminin atacağı adımları yakından takip edecek.”
“Nasıl takip edecek ya hu” diye bağırdım.
Quto, “Çeka var ya Veysi abe, çekistler takip ediy” dedi ve arkasını dönerek “vstavay strana agromnaya, vıstavay na smertni boy, s faşistkoy siloy tömnoyu, preklatayu ardoy” diye bir marş söyleyip odadan çıktı. Uzaktan “vayna narodnaya sveşennaya vayna” dediği duyuluyordu.
Sonradan öğrendim. Marşın tercümesi de şöyleymiş: Kalk ayağa büyük ülke, faşistlerin karanlık, kahrolası ordusuna karşı savaşa kalk, bu savaş halkın kutsal savaşı”. Marş, Nazi orduları Moskova önlerine geldiği zaman kompozitör Aleksandr Vasilyeviç Aleksandrov tarafından bestelenmiş. Quto’nun dediğine göre şu günlerde Ukraynalı faşistler bu marşı çalmışlar ve Ruslara karşı meydanlarda söylemekteymişler.
Daha önce de karşı devrim sonrası Rusya’da birileri bu marşı başkasının….
Hemen toparlandım.
Tövbeler olsun hiçbir haber beni böyle karmakarışık, birbiriyle ilgisiz düşüncelere sevk etmemişti.
Muhtemelen Fikret Başkaya’nın da hali benden pek farklı değildir.