Dipten gelen dalga
Selim FERAT yazdı —
- Her şeye rağmen içeridekiler yeniden görevi devraldılar ve başlayan açlık grevleriyle birlikte, dipten gelen dalga duyulmaya başladı. Bu dalganın toplumsal ve siyasal bir depreme yol açıp açmayacağını birlikte göreceğiz.
Tutsaklık! Namlu gölgesine mecbur edilmek istenen toplumlar ile, kapılarına kilit vurulmuş hapishanelerde yaşayan topluluklar arasında bir fark var mı?
Bu soruyu cevaplamak uzun bir beyin jimnastiği.
Kapıları kilitli, gardiyanların bekçilik yaptıkları cezaevleri ile, kapıları açık olan, abluka altında yaşayan topulukların yaşadıkları tutsaklık arasındaki temel farklar:
Dışardakiler "serbest“ hareket ediyor, günlük sosyal yaşamı forme etmekte "özgür“ler vb.
Ancak yaşamın öznesini tayin etmek açısından, bu iki tutsaklığın aynı bileşkede buluştuğunun altını çizmek istiyorum.
İçeridekiler, dışarıdakilere: "Siz ne kadar özgürsünüz?" sorusunu sorduklarında, cevap vereceklerin cümlelerinin dillerince rahatça ifade edilmeyeceğini bilenlerdenim:
Çünkü hepimiz tutsaklıktan, kölelikten kurtulmak için ebedi bir mücadelenin geçici konuklarıyız.
Bu, benim 2024 ve tüm gelecek için, dağlardan öğrenerek düşeceğim küçük bir not.
Buna rağmen, 80’li yıllardan bu yana, dışarıdakilerin verdikleri mücadelenin herhangi bir virajında, içeridekilerin görevi devraldıklarına tanıklık edenler:
27 Kasım 2023’ten bu yana devam edegelen süresiz dönüşümlü açlık grevlerinin 2024’e ait gelecekte önemli bir rol oynayacağını tahmin etmekte zorluk çekmeyeceklerdir.
Bu aynı zamanda, dipten gelen bir dalgadır.
1982 yılında Diyarbekir’de, "Kendimizi size öldürtmeyeceğiz!“ notu Hayri Durmuş ve Kemal Pir öncülüğünde tarihe düşmüştü.
2000 yılında 20 cezaevinde "nasıl yaşayacağımıza biz karar vereceğiz“ olarak tercüme edeceğim "mahkumlar mücadelesi“nin geleceğe bıraktığı, katliamla sonuçlanan tarihi bir tecrübe olmuştu.
"Direniş kazanır“ bu tecrübelerin gelecek nesillere bıraktığı miras oldu.
Aktüel durumda:
Kurdistan’daki siyaset ne kadar ılımlılaşıyorsa;
Türkiye’deki siyaset daha da militaristleşiyor.
Kurdistan’daki mücadelenin ana ekseninde:
"Öcalan’ın Özgürlüğü“ var.
Bu hedefi birey eksenine indirgeyen itirazın, yabancı ve engelleyici bir dipnot olacağı hipotezine işaret etmek istiyorum.
Kurdistan’daki Kurtuluş Mücadelesi’nin yarım asırı geçen tarihi dinamikleri, hedeflerini kendisi seçiyor.
Eksenindeki paralel hedef: "Kürt sorununa çözüm“.
Kurdistan’daki mücadele:
Şeyh Said, Seyit Rıza’nın kabirlerinin nerede olduğunun devlet sırrı olmaktan çıkmasını öneriyor;
Paris katliamlarının sorumlularının kimliklerini, Fransa’nın suç ortaklığından feragat etmesini talep ediyor;
"Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt sorununa ilişkin Abdullah Öcalan görüşmesini onaylıyorum, … DEM Parti'nin de bu durumda görüşmesini doğru buluyorum“ (Demirtaş’ın son savunmasından)….
Türkiye devletinden 2015 yılından bu yana sistematik olarak gelen militarist cevap (tümü birbirini andıran, namluya dair siyasetin son aktüel son haberlerinden biri):
"Türk devletine ait SİHA’lar, Wert bölgesinde bulunan Çinêran ve Kiran köyleri ile Çoman’a bağlı Wesan köyüne yönelik ağır bombardıman gerçekleştirdi“ (ANF, 6 Ocak 2024)…
Son perde:
Her şeye rağmen içeridekiler yeniden görevi devraldılar ve başlayan açlık grevleriyle birlikte, dipten gelen dalga duyulmaya başladı. Bu dalganın toplumsal ve siyasal bir depreme yol açıp açmayacağını birlikte göreceğiz.
Sonuçta Kobanê Davası’nda yargılanan Zeynep Ölbeci’nin ifade ettiği gibi:
Mücadeleye devam diyenler: "..bu topraklara en yakın zamanda onurlu bir barışın geleceğine olan umut ve inanç“la yollarına devam edecekler.