Kırım içinde kırım: Jinkujî
Elif KAYA yazdı —
- 2020 yılında BM’nin hazırladığı raporda 81 bin kadının erkekler eliyle öldürüldüğü ifade ediliyor. Ama buna rağmen de hiç bir uluslararası antlaşmada femicide insanlık suçu olarak tanımlanmıyor.
Femicide kavramı ilk kez 1976 yılında Güney Afrikalı feminist akademisyen Diana Russel tarafından dile getirilmiş olsa da son yıllara kadar da yaygın kullanılan bir kavram değildi. Guatemala ve Meksika başta olmak üzere son yıllarda Latin Amerika’da yaygın yaşanan kadın katliamlarını tanımlamak için yaygın kullanılmaya başlandı.
Ancak femicide ya da Ķürtçe Jinkujî insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına halen alınmıyor. Bu durum kadınlara karşı işlenen suçları tanımsız bırakıyor. Oysa 2020 yılında BM’nin hazırladığı raporda 81 bin kadının erkekler eliyle öldürüldüğü ifade ediliyor. Ama buna rağmen de hiç bir uluslararası antlaşmada femicide insanlık suçu olarak tanımlanmıyor.
Soykırım, 1947 yılından bu yana insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında ele alınıp, -her ne kadar yetersiz de olsa- yargılanmalara konu edildi, yaşanan zararların tazminine yönelik girişimlerde bulunuldu ama Jinkuji hiçbir zaman görülmedi ve tanımsız bırakılmaya devam edildi. Tanımsız bırakılması ise kadın kırımına devamına onay demektir. Oysa kadınlar çoklu kırım politikalarıyla karşı karşıya kalan bir ulustur. Hem ataerkil sistemin hem de işgalci-sömürgeciliğin kırım politikalarına uğrarlar.
Kürt kadınları varlığı yok sayılan bir halkın kadınları olarak bu kırım politikalarını katmerli yaşar. Ataerkil zihniyet ulus- devlet politikalarıyla buluşunca daha yıkıcı hale gelir.
Kürt kadınları sömürgeci devletin kırım politikalarının yanı sıra ataerkil toplumun kırım politikalarına uğradı. Çoğu kez bu bir birini besleyen ve etkisi kartopu misali katlanarak büyüyen bir sonuca yol açtı. Kürt kadınlarını yaşadığı kırımı kısaca şöyle ifade edebiliriz:
* Kadın erkeğe ait bir nesne olarak ela alındı. Toplumu-erkeği cezalandırma mesajları kadın bedeni üzerinden verildi. Bu amaçla taciz-tecavüz, işkence, beden bütünselliğinin bozulması dahil kadınlar pek çok uygulama maruz kaldı. Dersim, Zilan, Maraş katliamlarında kadınlar bir kez katledilmedi, Defalarca katledildi. Hamile kadınların karınları yarılarak, bebekler süngülendi. 2015 te gerilla Ekin Wan, 2018 de YPJ savaşçısı Barîn Kobani TC askerleri tarafından öldürülmekle kalınmadı, cenazeleri teşhir edildi. Sömürgecilik bununla topluma korku salmayı, dehşet duygusu yaratarak mücadeleden düşürmeyi hedefledi. Burada da açığa çıktı ki sömürgecilik gıdasını ataerkil sistemden alıyor.
* Genelde erkekler yaptıklarından dolayı, kadınlar ise erkeğin yaptıklarından dolayı cezalandırıldı. Gözaltı ve sorgulamalarda erkeği konuşturmak, teslimiyete zorlamak için kadınlara taciz-tecavüz- dahil her tür işkence yapıldı. Bu neredeyse rutin, normal bir uygulamaydı.
* Bazen de geleneksel toplum ilişkilerinde erkeğin çıkardığı aşiret kavgalarında kadınlar nesneleştirildi. Kavga eden erkeklerin uzlaşısı için kadınlar kurban edildi.
* Savaşlarda erkekler öldürülürken, kadınlara el konuldu. Dersimin Kayıp Kızları, Zilan katliamından sonra askerler tarafından batı illerine götürülen ve akıbeti bilinmeyen kadınlar, Saddam askerleri tarafından Enfal Hareketi sırasında körfez ülkelerine götürülüp Arap Emirlerine satılan kadınlar, DAİŞ tarafından kaçırılıp, köle pazarlarda satılan Êzîdî kadınlar. Yani kadınlar soykırım politikalarında ölümden daha kötü koşullara mahkum edildi. Katiliyle evlenmek, çocuğunu doğurmak zorunda bırakıldı.
* Sömürgecilik ile ataerkil sistemin kesiştiğinde kadınlar kırımı katbekat yaşar. Kürt kadınlarį sömürgeciliğin katliamlarını yanısıra kendi toplumunun ataerkil kültürüyle ikinci bir kırıma uğradı. “Namus”, “gelenek- görenek” adı altında ataerkil sistem kaçırılan kadınların izini sürmedi, unutulmaya bırakarak onları bir kez daha katletti. Başûrê Kurdistan’da Enfal hareketi sırasında kaybedilen 5 bin kadının akibeti hiçbir zaman sorulmadı, geri dönmeleri için girişimde bulunulmadı.
* Kırım politikasının sürdürüldüğü diğer bir alan zindanlardır. Son 20-30 yılda cadı avlarına benzer uygulamalarla kadınlar zindanlara konuldu, cinsiyetçi uygulamalara maruz kaldı. Garibe Gezerin yaşadıkları kadın kırım politikasının düzeyini ortaya koymaktadır.
Ezcümle ifade edecek olursam, kadınla özgürlük temelinde sözleşmesini kurmayan hiçbir toplumsal sistem demokratik olamaz- özgür olamaz. Toplumsal barışı sağlamanın ilk ve temel şartı kadın-erkek, insan-doğa, birey-toplum arasında bozulan ilişkiyi eşitlik-özgürlük temelinde yeniden kurmaktır. En uzun süreli iktidar ideolojisi olan cinsiyetçilik aşılmadan kırım politikalarını aşmak mümkün değil. Bu nedenle özgürlük temelinde kadınla, toplumsal farklılıklarla yeni bir toplumsal sözleşmenin geliştirilmesine ihtiyaç var. Barışın geliştirilmesine buradan başlamak gerekir.