Yeni erken seçim beklentisi: “Ara dönem”e doğru mu?
Veysi SARISÖZEN yazdı —
- Devrimci güçler böyle bir manevranın devlet iktidarı açısından büyük bir zaafa yol açacağını bilmeli. Bildiği zaman bu “çözümün” kuyruğuna takılmak yerine, “radikal demokratik hedeflere” yönelmek için şimdiden örgütlenmeli…
Abdülkadir Selvi “erken seçim”den söz etti. CHP “erken seçim” istiyormuş. Amacı neymiş? Şuymuş, buymuş.
Yazısı fasa fiso.
Ama “erken seçim” fasa fiso mu?
Sanırım bu defa bu “erken seçimin” arkasında önemli bir beklenti var.
Rejimin temelleri çatırdıyor.
Derin devletin gizli ve karanlık koridorlarında sizce neler konuşuluyor?
Sakın “erken seçim” konuşuluyor olmasın? Kılıçdaroğlu “erken seçimi” Erdoğan’dan değil, Bahçeli’den talep etti. CHP’nin kulağı halktan çok devletin yedi kat yerin dibindeki karanlık koridorlarına çevrilidir. Eski CHP o koridorların hakimiydi. Yeni CHP’nin yönetimine o koridorlar hakim. Çaresiz, “derin devletin” ne düşündüğünü Kılıçdaroğlu “tam” bilemiyor. Ama fısıltılar kulağına geliyor.
Ben işlerin şöyle geliştiğini tahmin ediyorum.
Derin devlet 2014’ten beri devletin siyasi hayatına yeniden el koydu. Erdoğan’ın siyasi müttefiki Cemaat’i tasfiye etti. Erdoğan’ı da edebilirdi. Etmedi. Çünkü onun oy tabanına ve çocukluğundan beri edindiği Necip Fazılcı kafa yapısına ihtiyacı vardı. Etrafını çevirdi. Çözüm sürecinin ve AB üyeliğinin yandaşlarını da AKP’den gönderdi. İşlenmesi gereken bütün suçları ona işletti.
Hem Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşın sınırına dayandı, daha öte gitme imkanlarını tüketti.
Hem de bölgesel emperyalist yayılmacı siyaseti duvara tosladı.
Bu iki alanda içine yuvarlandığı ekonomik ve toplumsal kriz koşullarında tek bir ciddi adım atma şansı kalmadı.
Yani Erdoğan-Bahçeli faşizmi ömrünü doldurdu.
Onlar ömrünü doldurdu ama, derin devlet yaşıyor, düşünüyor, planlıyor. Ömrünü dolduran rejimin yerine “neyin konacağını” tartışıyor.
Çok şey olabilir. Farklı senaryolar uygulamaya konabilir.
Ben burada bunlardan birini tahminen yazacağım…
Sebebi de Hasan Cemal kardeşimizin safiyane iyimserliğini tartışmak…O, Babacan’ın birkaç konuşmasından demokrasi kokusu almış. Aman dikkat.
Eğer bir halk ayaklanmasıyla faşizme son vermek için şartlar olgunlaşmış olsaydı, bizim yapacağımız sadece “kaç gün sonra rejimi devirmeliyiz” sorusunu tartışmak olurdu. Ama Kürdistan dışında kalan Türkiye topraklarına bakıyoruz. Ne görüyoruz? Bir devrimci durumun olgunlaştığını mı? Hayır. Şu anda böyle bir sosyolojik ortam yok. Yok ama öyle bir kriz yaşanıyor ki, bunun sonucunda tıpkı Arap Baharına benzer bir Türk Baharı patlayabilir.
Derin devletin işi böyle bir durumu önlemektir.
Devrim neyle önlenir?
“Karşı devrimle”…
Pek ala pek güzel. Ortada zaten bir “karşı devrim” varsa…
Ve bu karşı devrim krize yuvarlanmışsa…
Bu durumda derin devlet ne yapar?
Yine “yukarıdan müdahale” eder. Ama bu defa “yukarıdan reformla” müdahale eder. “Devrim olanağını halkın elinden çalar.”
Derin devlet açısından siyasete “yukarıdan müdahale” nasıl olabilir?
Şimdi ihtimali bir senaryoyu gözümüzde canlandıralım:
Erdoğan ve onun suç ortaklarına inandırıcı bir “garanti” verilir. Örneğin Reislik sona erecek, Cumhurbaşkanlığı geçmiştekinden de daha az yetkili olacak. Ve Erdoğan “ara dönemde” “tek dişi kalmış başkan” olacak.
Bunun karşılığında “erken seçim” yapılacak.
Seçimde AKP yenilecek…
Sonra…
Sonra “milli mutabakat hükümeti” kurulacak… Başında Kılıçdaroğlu. Bir yanında Davutoğlu, Babacan, Akşener…AKP’den diyelim ki Arınç, Çiçek v.s.
HDP’den alınacak oylara karşılık belki hapisaneler biraz boşalacak. Önemli kişilikler siyasi yaşama dönecek…
AB ile ilişkiler yenilenecek. ABD’de kazandığı taktirde Biden ile ahbaplık kurulacak. Suriye’den adım adım çekilmekten tutun da Kıbrıs’ta (eğer Akıncı kazanırsa) diyalog başlayacak v.s.
AB Türk kapitalizminin çökmesini istemez. Bu durumda kredi muslukları açılacak. Belki yeni bir Derviş ya da onun benzeri Babacan ekonomik krize çare bulacak.
Tıpkı 12 Eylülden çıkış gibi.
Şimdi soralım. 12 Eylülden böyle bir çıkış demokrasiye mi yol açtı, yoksa şimdiki faşist rejime mi?
Yanıt basit.
O halde derin devletin şimdiki çöküşten çıkış için yukarıdakine benzer adımlar atması durumunda hiç kimse “demokrasi” hevesine kapılmamalı.
Devrimci güçler böyle bir manevranın devlet iktidarı açısından büyük bir zaafa yol açacağını bilmeli. Bildiği zaman bu “çözümün” kuyruğuna takılmak yerine, “radikal demokratik hedeflere” yönelmek için şimdiden örgütlenmeli…
Demokratik muhalefetin tarihi 1908’den beri “yukarıdan reformların” kuyruğuna takılma tarihidir. Sonuç ortada.
Bu defa böyle olmamalı.
Evet. Kılıçdaroğlu’nun “rahatlığı”, sessizliği, oylarındaki düşme eğiliminden bile korkmayışı, bana kalırsa böyle bir “yukarıdan reform” beklentisinin işareti.
Faşizmle savaşalım, aynı zamanda derin devletin çöküşten kurtulmak için girişeceği manevraları da ona pahalıya ödetmeye hazırlanalım.