Bir parantezin içinde hapsolmak

Aykan SEVER yazdı —

  • "Savaş"ın dünya halklarına özgürlük, demokrasi adına herhangi bir vaadi yok. Aksine militarizmin kısır-kanlı sözcüklerinin dışına çıkmıyorlar. Ancak ve ancak kölelik ve ölüm müjdeliyorlar. Fakat bütün bunları bize umutlu gelecek, barış türünden kelimelerle bezeyip satmaya çalışanlar var.

3. Dünya Savaşı ve bunun beslediği İklim Krizi'nin yıkıcı etkisi dünya çapında her geçen gün daha fazla hissediliyor. Barış ve yeni bir dünya yaratma mücadelesini örgütlemek her şeyden daha fazla elzem.

İçinde bulunduğumuz post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşında özellikle Orta Doğu ve Afrika'da karşılıklı hamleler artıyor. Çin'in ABD'yi Afrika'da giderek gerilettiği görülüyor. (Bu konuya önümüzdeki haftalarda dönmeyi umuyorum.) Çin Filistinli grupları yedeklerken, ABD ise Kıbrıs Cumhuriyeti'yle kapsamlı bir "savunma" anlaşması yaptı. Kıbrıs'ın giderek Amerikan üssüne dönüşmesi her şeyden önce burada rahat hareket edebileceği için özellikle risk altındaki başta Irak olmak üzere askeri üslerini boşaltmasına neden olabilir. Nitekim Irak'taki ABD askerlerinin 2026 sonu ayrılacağı sadece küçük bir "uzmanlar" grubunun Güney Kurdistan'da kalacağı açıklandı. Tabii ancak kimse Amerika'nın bölgedeki hegemonik varlığında böylesine basitçe vazgeçeceğini düşünmesin. Aksine iktisadi ve politik düzeylerde daha köklü nüfuz alanları yaratmak için kolları sıvadıklarının işareti çok. İşin bu kısmını biraz Pekin'in politikalarına bakarak kendilerini uyarlıyorlar.

ABD son yıllarda Akdeniz'de ortak olarak Yunanistan ve Kıbrıs'ı ön plan çıkarıyor. Bu TC'den uzaklaşıldığı ya da karşıya alındığı anlamına gelmiyor. Aksine Rusya-İran ve Çin'e karşı özellikle Irak-Suriye ve Karadeniz'de askeri bir güç olarak rejime ihtiyaç duyuyorlar. Son dönemde bazı önemli Amerikan yayınlarında Ukrayna savaşı nasıl giderse gitsin özellikle Karadeniz'de Batı'nın Türkiye'deki diktaya ihtiyacı olduğunun altı çiziliyor. ABD'nin eski Siyasi İşler Bakan Yardımcısı Victoria Nuland'ın (ABD Dışişleri Bakanlığı, Siyasi İşler Müsteşar Vekili John Bass yakında Türkiye'ye gidiyor. Sanıyorum Nuland'dan doğan "ayar verme" boşluğunu onunla kapatmaya çalışıyorlar) TC'ye dönük gerçekleştirdiği diplomatik trafik sayesinde işlerin yoluna girdiği iddia ediliyor. Rejimin Ukrayna savaşına daha fazla nasıl dahil olabileceğinin planları yapılıyor.

Elbette bu durum tek taraflı gelişmiyor. TC son dönem Batı'nın Rusya'ya dönük ambargolarına daha fazla uyuyor. Rejim Ukrayna'ya silah sevkiyatını artırırken; Rusya'ya doğalgazda bağımlılığın önüne geçmek adına Mısır ve Batılı firmalarla maliyeti daha fazla olsa da yeni anlaşmalar yapılıyor.

Türk egemen sermaye kesimi ise kârlarını artırabilmek için kudurmuşçasına (Hikmet Kıvılcımlı bir zamanlar "geberen kapitalizm..."den bahsediyordu, kapitalizm maalesef gebermedi ama günümüzde kudurduğu kesin) insan ve doğa katliamına devam ediyor. Ancak bu onlara yetmiyor. Rusya ve Çin'le geliştirilen ekonomik ilişkiler de öyle. Daha fazla sömürü için yatırıma, krediye ihtiyaç var. Bunun için diktatör ve avanesi, 23-25 Eylül'de New York’ta düzenlenecek olan Türkiye Yatırım Konferansı’nda "ne derseniz yaparız..." nidaları eşliğinde Amerikan sermayesi önünde secde etmeye hazırlanıyor.

Rusya, ABD-TC arasındaki yakınlaşmalardan kuşkusuz rahatsız oluyor. Bu yakınlaşma geçen hafta Erdoğan'ın "Kırım Ukrayna toprağıdır" minvalindeki açıklamasıyla bir kere daha somutlandı. Ancak Putin yönetimi bu beyanatla ilgili "ABD baskısı altında böyle konuşuyor" diye rejimi dolaylı olarak aşağılayan aynı zamanda ona sahip çıkan bir açıklama yaptı. Moskova neden alttan alıyor? Başka bir çok şeyin yanı sıra Akkuyu Nükleer santrali aracılığıyla Akdeniz'de bir üs elde etseniz ikincisine de Sinop'ta ulaşmanıza ramak kalsa elbette siz de alttan alırsınız. Bir de hem Esad-Erdoğan yakınlaşması sürecinde hem de BRICS üyeliği meselesinde rejimi kendi sahanıza çekmek için elinizde yeterince olanak varsa halihazırda yalpalayan şaşkın kuşu niye ürkütesiniz ki?

Başlıktaki yanlış denklemlere, paranteze hapsolmak meselesine dönelim. Yukarıda bir kaç sahnesini çizmeye çalıştığımız "savaş"ın dünya halklarına özgürlük, demokrasi adına herhangi bir vaadi yok. Aksine militarizmin kısır-kanlı sözcüklerinin dışına çıkmıyorlar. Ancak ve ancak kölelik ve ölüm müjdeliyorlar. Fakat bütün bunları bize umutlu gelecek, barış türünden kelimelerle bezeyip satmaya çalışanlar var. Bu kişilerin yaptıkları işte bilinçsiz olduklarını varsaymak bu saatten sonra saflık olur. Elbette egemen devletler kanlı keselerinden bu türden şahıslara bir hisse ayırıyorlardır ancak bu muhteremlerin kişisel ikballeriyle halklarınki hiç bir zaman örtüşmez. Bu türden mahlukatların yaptığı şey koruculuktan bile daha tehlikelidir.

Tasfiyeci zihniyet, devrimci hareketlerin içini boşaltmak ve onları direniş zemininden uzaklaştırmak için ısrarla-TC dahil- kendi dışındaki güçlere bel bağlaması telkininde bulunuyor. Politik düşünmekten, dünyayı ancak işçi sınıfı ve halkların birleşik devrimci eyleminin/isyanının değiştirebileceği düşüncesinden uzaklaştırmaya çalışıyor. 

Maalesef önemli bir kısmının savaş deyince sadece İsrail'in Filistin'e saldırması ya da Ukrayna savaşını anlayan ve buralar için barış isteyen ancak TC'nin Kurdistan'a dönük emperyalist-işgalci politikaları karşısında bir anda körleşen  Türkiye'deki "sol"a gelince durumun iyice vahamete sürüklendiği görülüyor.

En son Türkiye'de "sol"la ilgili gündeme gelen tartışmalar maalesef bu tasfiyeci zihniyetin kısmen de olsa karşılık bulduğuna işaret ediyor. TKP gibi TC uzantısı oluşumlara karşı yeterince ideolojik mücadele verilmemesi ve bunların tecrit edilmemesi, olası ortak hatları erozyona uğratıyor. Aynı zamanda kendi değerlerine devrimci bir tarzda sahip çıkmayan "sol"un adına F. Gülen çetesi artıklarının konuştuğu da görülüyor. İşimizi ciddiye almak zorundayız. Ayşenur Ezgi'nin uğurlanışında da sergilendiği üzere hayatımıza yeni utançlar eklemenin alemi yok...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.