Sıradan gerçekler

Aykan SEVER yazdı —

  • Bugünlerde harp, 2. Dünya Savaşı sonrası şekillenen kurumlar, değerler, fikirler ve dengeler adına ne varsa yerle bir ediyorsa aynı şekilde bildik masa başı hesap kitap işinin de sonunu getiriyor. Mevcut savaş "müesses nizam, devlet aklı..." türünden adeta kutsallık atfedilen kavramları da berhava ediyor.

Post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşının aktörlerinin yine karşılıklı hamlelerini artırdıkları bir süreçteyiz. Bu politikalar bir yandan ittifakları genişletmeyi hedeflerken aynı zamanda sıcak çatışmayı yayma ve tırmandırma kapasitesine sahip. Kısa kısa bu gelişmeleri ele alalım.

Çin geçtiğimiz günlerde iki askeri tatbikata imza attı. İlki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile yapılan hava tatbikatı. Bu tatbikat ay sonuna kadar Çin'in Uygur bölgesinde sürecek. BAE geleneksel Batı ittifak sistemi içerisinde yer alırken artık Çin'e daha yakın. Ayrıca bir finans kaynağı olarak önemli. İkinci tatbikatta bir Avrupa ülkesinde Belarus'la Polonya sınırında yapıldı. Bu Çin açısından NATO üyesi bir ülkenin hudutlarında ve Avrupa'da yapılan ilk tatbikat olması nedeniyle önemliydi.

"Doğu Cephesi"ndeki diğer önemli gelişme ise Putin ve Hindistan lideri Modi'nin Moskova'da yaptıkları görüşmeydi. Bu ziyaret özellikle Rusya yönetimini Batı'nın yalnız bırakma siyasetine karşı verilmiş sert bir yanıt oldu. Sovyetler Birliği zamanında(1971) imzalanan bir dostluk anlaşmasından bu yana iki ülkenin arası iyi. Batı’nın baskılarına rağmen Ukrayna savaşı/ucuz Rus petrolü bu ilişkiyi büyüttü. Hindistan ekonomik ve insan gücü itibariyle kendi başına bir cazibe unsuru. Biden'ın Hindistan'dan başlayıp Avrupa'ya uzatmayı düşündüğü Çin'in emperyalist projelerine alternatif hat için Hindistan kilit önemde. Ancak Rusya ile istikrarlı bir biçimde devam eden stratejik yakınlaşma siyasetinin bugünkü koşullar dahilinde Amerikan yönetimini hayal kırıklığına uğratması ise kaçınılmaz. Bence asıl soru şu olmalı: ABD ve mutabakata imza atanlar Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru'nu şekillendirme işinde ne kadar ciddiydiler? Yoksa bu mutabakatla hedeflenenler başka bir şeyler miydi? Pekala projenin imzacısı olan her ülke (Hindistan, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Almanya, İtalya, ve AB) ifade ettiklerinin ötesinde muradlarla bu türden bir adım atmış olabilir. Moskova'daki zirvenin Washington'daki NATO toplantısıyla aynı günlerde gerçekleşmesi ise ayrı bir dikkat çekicilikteydi.

NATO zirvesine gelince bu konuda daha geniş yazmakta yarar var. Fakat bunu başka bir zamana bırakarak şimdilik özetle yetinelim. Öncelikle NATO kurum olarak ülkeleri bir kenara iterken devam etmekte olan 3. Dünya Savaşı'na ağırlığını (özellikle Ukrayna'ya verilen askeri desteğin kapsamını genişleterek) koymaya karar verdi. Bu süreç daha önce başlamıştı, şimdi açık ve resmi bir hale geldi. NATO'nun öne çıkma siyaseti hem savaşın gerekleri hem de Trump'ın yeniden başkan seçilme olasılığına karşı bir tedbir olduğu değerlendirmeleri yapılıyor. İkinci önemli boyut ise, NATO'nun tüm yerkürede varlık göstermek istediğini de belgeleyen adımlar atması ve kararlar almasıydı. Savaşın Karadeniz'de yayılma olasılığı bu kapsamda alınan kararlar dahilinde. Bölgede diğer önemli adım, Ürdün'de NATO ofisi açılması. Erdoğan'ın aksi yöndeki yalan ve sızlanmalarına rağmen İsrail ile NATO arasında eşgüdüm de sürüyor. Diktatör Erdoğan tabii bu ikiyüzlülüğün karşılığını Güney Kurdistan'ın işgaline dönük gösterilen sessizlikle alıyor. Ancak öte yandan Erdoğan ve hempaları her ne kadar 2026'da NATO zirvesi Türkiye'de yapılacak diye övünse de asıl olarak "işe koşulacak"lar. Bu "işler" Rusya ile ilişkilerde yüz buruşturmaya aday. Bir süre sonra Kremlin sözcüsü Peskov'un rejimin pek de aklının başında olmadığına dair imalı açıklamalarının (ŞİÖ üyeliği ile ilgili yapılan beyanlara karşı) yerini pekala sahada daha sert serzenişler alabilir.

NATO zirvesi ile bağlantılı bir diğer önemli gelişme ise resmi üye olmayan bazı ülkelerin fiilen ittifakın parçası haline gelmesi oldu. Bu devletler Ukrayna, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore, Japonya. Bu ülkeler bir süredir NATO toplantılarına katılıyor ve Uzak Doğu'da başka ittifaklarla Çin'e karşı bölge NATO'sunu şekillendiriyorlar. 

Yukarıda bahsettiğimiz şeyler aslında dünyanın gidişatını biçimlendiriyor gibi gözükse de egemenlerin aklı aslında çok zaaflı hesaplar üzerine oturuyor. Nasıl ki bugünlerde harp, 2. Dünya Savaşı sonrası şekillenen kurumlar, değerler, fikirler ve dengeler adına ne varsa yerle bir ediyorsa aynı şekilde bildik masa başı hesap kitap işinin de sonunu getiriyor. Mevcut savaş "müesses nizam, devlet aklı ..." türünden adeta kutsallık atfedilen kavramları da berhava ediyor. Güya savaş oyunları da istisna ve zaaftan muaf olmayacak tarzda kurgulanıyor.  Ancak her zaman kaideyi sarsacak büyüklükte sürprizlerle karşılaşmaktan kurtulamıyorlar. Yeri geliyor Trump'a suikast girişiminde bulunan Matthew Crooks gibi birinin varlığı ve eylemi/başarısız olacağı hesaplanamıyor. Çünkü bütün yaptıklarına yön veren jeostrateji denilen bakış açısı sorunlu. Bu akla göre nasıl egemen oluruz, nasıl rakibimizi yok ederiz gibi sorular öncelikli. Nasıl hep beraber daha iyi bir yaşam kurarız-yaşarız gibi sorulara ise lugatlarınde yer yok. O yüzden yaşamı anlamak-dönüştürmek gibi bir devrimci eylem anlayışına sahip olmayınca gerçeği yakarak yıkarak bozmaktan ötesini bilmiyorlar ve başka bir şeyi tercih şansları da yok.

Şimdilerde Trump'a saldırıyı kim organize etti, işin arkasında ne tür planlar vardı gibi şeyler soruluyor. Halbuki bütün olanlar sıradan diyebileceğimiz günlük bir gerçeğin parçası da olabilir. Amerika bugün silahın rahatlıkla satın alınabildiği, kullanılabildiği bir ülke. Her gün elinde silahla birilerileri başka birilerini öldürüyor. Şu ya da bu saikle. Ancak ÖLDÜRÜYOR. Neden yine şu ya da bu sebeple herhangi biri Trump gibi ünlü/tepki çeken birine ateş etmesin? Herhangi bir engel var mı? İçinde yaşadığımız için kolay kolay kabullenemesek de gerçek bazen çok sıradan olabiliyor. Bu yüzden Trump'a saldırıyı kimin, neden yaptığı; şimdi bu eylemi kimin, nasıl kullandığının yanında tali önemde ve değerde.

Egemenlerin saçmalıklarına karşı yazıyı "saçma" bir soruyla futbola bağlayalım. Copa America'yı kim kazandı? Arjantin devleti mi, devlet başkanı faşist Milei mi, Peronist C. Kirchner mi yoksa Messi mi?

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.