Savaş ve milleti yeniden biçimlendirmek
Aykan SEVER yazdı —
- Soykırım rejimi muhalif kesimlere ve Kürt halkına karşı sadece demagoji ve yalanlarla saldırmıyor. Aynı zamanda bu topluluklar arasında çatışma örgütleme, sindirme ve parçalama politikalarını sistematik olarak uyguluyor.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla başlayan 3. Dünya Savaşı, "Arap Baharı"yla birlikte yeni bir aşamaya geçmişti. Savaş tırmanışını sürdürmekle birlikte halen "orta evre"de olduğumuz söylenebilir. Ancak bu dönemin içerisinde de farklılaşmalar oldu. İsrail-İran örneğinde olduğu gibi devletlerin doğrudan çatışmaları giderek artıyor. Şu anki verilerle savaşın muhtemelen doruğu Çin'le ABD'nin doğrudan karşı karşıya geldiği aşamada şekillenecek. Ancak ondan sonra (tabii sonra diye bir şey olursa) süreç iniş evresine geçebilir.
Post-modern karakterli yeniden paylaşım savaşının gölgesinde egemen sermaye kesimleri, devletler ve politikacılar "milletler"ini adeta yeniden biçimlendirip tarif ediyorlar. Kısaca bunun içeriği daha önceleri de ifade ettiğimiz faşistleştirme politikaları. Dünyanın genelinde iktidarlar egemen oldukları toplulukları Savaş'ın ihtiyaçları doğrultusunda her yönüyle şekillendiriyorlar. Bunun için önce adeta bir kabuslar dizisi yaratıp bunun içinde kitleleri boğarak düşünemez hale getiriyorlar. Kültürel ve ideolojik olarak ırkçı, ayrımcı, bireyci, emek düşmanı zihniyet egemen hale getiriliyor. Politik olarak da neo-faşist siyasal akımların önü açılıyor. Mesela Avrupa'da bugün faşist hareketin etkili olmadığı neredeyse hiç bir ülke yok. ABD'deki seçimleri şekillendiren akıl da maalesef aynı kapıya çıkıyor. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, iki taraf da savaş yanlısı.
Türkiye'deki rejim de her meseleyi halkları faşistleştirme doğrultusunda kullanıyor. Bunu hem de herkesin gözünün içine baka baka yapıyor. Filistin meselesi bu ikiyüzlülüğün açıkça sergilendiği bir olay. Rejim, Orta Doğu'da hareketlenen Savaş'ta büyük fırsatlar görüyor. Dertleri Orta Doğu'nun bir kısmını İsrail'le birlikte paylaşmak. Bu tasarının kısaca içeriği, İsrail'in Şam dahil Suriye'nin güney hattını Irak sınırına kadar işgal etmesi, aynı zamanda Lübnan'da kukla bir yönetim oluşturulması hedeflenirken, TC ise Rojava dahil Suriye'nin kalan kısmı ve Musul-Kerkük'ü de kapsayacak şekilde Güney Kürdistan'ın işgalini önüne koyuyor. Tabii işi kılıfına uydurmak için bu bölgelerde pekala vesayet altında irili ufaklı bazı kölelik rejimleri de oluşturulabilir. Bu politikanın temelinde ise ABD-İngiltere ikilisinin himayesi-desteği var ve ilk elde İran'ın bu vasıtayla sıkıştırılması ve zamanda İran'da rejim değişikliği hedefleniyor. TC'nin Almanya ile son dönem yaptığı silah anlaşmaları da bununla doğrudan bağlantılı. Olay bu kadar netken Yeni-Osmanlıcı zihniyet bu meseleyi "ulusal birliğin tahkimi, iç cephenin güçlendirilmesi..." gibi en hafifinden Türk milliyetçisi-militarist diye niteleyebileceğimiz laflarla sunmaya dahi çekinmiyor ve bu durumu "barış" diye pazarlayabiliyor.
Nitekim diktatör Erdoğan geçen hafta İstanbul'da muhtarlara yaptığı konuşmada devletin milleti yeniden tarif etmesinden, büyümekten söz ederken aynı zamanda "her fırsatta tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet dediklerini" söyledi. Burada demokratikleşmeden, eşitlikten ve özgürleşmeden bahsedilmiyor. Düzen politikacılarının bugün söylediklerini yarın rahatlıkla inkar edebildiklerini biliyoruz, o yüzden bir önemi yok diyebiliriz ancak diktatörün demagojiye bile ihtiyaç duymadığı ise asıl gerçek.
Soykırım rejimi muhalif kesimlere ve Kürt halkına karşı sadece demagoji ve yalanlarla saldırmıyor. Aynı zamanda bu topluluklar arasında çatışma örgütleme, sindirme ve parçalama politikalarını sistematik olarak uyguluyor. Maalesef bu konuda anlı şanlı bir kısım "solcu"nun "milli birliğimize kastedildi" manşetlerinin yansıra son süreçteki "terör kınama" yarışına ve Rojava'ya dönük TC'nin sürdürdüğü katliamlara karşı gösterilen sessizliğe bakacak olursak kısmen başarılı oldukları da görülüyor. İnsanların savaştan bıkmışlığı rejim tarafından dayatılan politikaların hayırhah bir tarzda karşılamasının zemini oluyor. Barış ve demokrasi sadece Kürtlerin ihtiyacı değil, bütün bölge halkları ve dünya için de gerekli.
TC-Rejimin niyeti bölgedeki işgallerini büyütmek için daha militarist ve itaatkâr bir toplum yaratmak. Bunun için ise demokratikleşme yerine emek alanı dahil her kıpırdanmayı bastırmaya ve mevcut kölelik rejimini büyütmeye çalışıyor.
Bütün bunlara karşın dün olduğu gibi bugün de acil olarak her yönüyle demokratik bir barış hareketine ihtiyaç var. Bu hareket geniş toplumsal kesimleri barış ve köklü demokratik değişimler etrafında örgütlemeyi önüne koyarken politik süreçlere toplumun aktif katılımını ön plana çıkarmalı, pragmatist yaklaşımlardan uzak durulmalı. Rejimin hükümranları bir daha insan içine çıkamayacak denli kendi zulümleri dahilinde mahkum edilmeli.
Bütün bu söylediklerim olan bitene seyirci kalmaya bir an önce son vermemiz gerektiği anlamına da geliyor. Egemenler elbette bizlere sınırlar çizmeye çalışabilir ancak geliştirilecek devrimci politikalarla o engelleri aşmak ve onurlu bir barışa ulaşmak mümkün.