Marabalar, ırgatlar, ameleler ve armutlar
Aykan SEVER yazdı —
- Kürtler mi? Egemenlere göre canım ne de olsa bizim Kürtlerdi, marabaydılar, ırgattılar, ameleydiler idare etmesi kolaydı. Irkçı-ayrımcı bakış o kadar zihinlerine yerleşmişti ki Kürtler sorgulayamazdı, isyan edemezdi. Ancak hiç de bekledikleri gibi olmadı.
Post-modern karakterli 3. Dünya Savaş'ı yarattığı anaforda insanlığı boğuyor. Orta Doğu'da giderek yayılan savaşın özellikle ABD seçimleri sonrası-kimin seçileceğinden bağımsız olarak- genişleme ve doğrudan ABD'nin de dahil olduğu İran'a karşı yıkıcı bir saldırıya dönüşme olasılığı yüksek. En azından zafer sarhoşu görüntüsü veren Netanyahu türünden politik liderlerin böyle istediği görülüyor. Ancak iş burada kalmayacak, TC dahil bölgede bulunan Arap devletleri de ciddi sarsıntılar geçirecektir.
Paşa fotoğraflarının gölgesine sığınan TC Dışişleri Bakanı H. Fidan geçenlerde, Orta Doğu'da olanı biteni çok iyi analiz ettikleri türünden kendinin bile inanmadığı yalanlar sıralarken dizlerinin titrediği hissediliyor. Doğru, analiz ediyorlar, yaklaşan fırtınayı görüyorlar. Ancak alabildiğine yoksullaşan, giderek sosyal kokuşmanın ayyuka çıktığı bir toplumu; soykırım, ırkçılık, ayrımcılık, pogromlar, katliamlar ve yağmacılık üzerine kurulu alabildiğine çürümüş Türk Devleti'nin -ne mozaiği ulan ! kanla karılmış beton, beton!- daha fazla yönetemeyeceğinin ve savaşın şiddetini artıracağı kasırgaya dayanamayacağının da farkındalar. Tam da bu yüzden ellerindeki olanca gücü ve manipülasyon yeteneğini kullanarak mevcut işgal alanlarına yeni coğrafyalar ekleyerek, başka halkları köleleştirerek ve onların yaşamsal olanaklarını yağmalayarak bu süreci atlatmaya niyetliler. Ayrıca İsrail'in ve NATO'nun bölgede savaşı büyütmek için kara gücüne ihtiyacı acil!
Muhalefet diye geçinen bir kısım şaşkın ördek ise hemen yeme gelip "ülke savunması" türünden şovenist sakızları çiğnemeye başladılar bile. Ne olursa olsun telaşa gerek yok. Bu günlere bir anda gelmediğimiz gibi özgür bir geleceğe de bir göz kırpmasıyla adım atamayız.
Bu aralar sıkıntı basanlar sadece diktatörün yamakları değil, Perinçekgillere de bir haller oldu. Önce Doğu Perinçek'in kendisi Kürtlere dönük daha dün yaptığı katliam çağrılarını unutmuşçasına ekranlarda "bizim Kürtlerimiz..." falan diye saçmalamaya başladı. DP milletvekili bir toprak ağasının mahdumu olduğunu anımsadı da böyle konuşuyor diyeceğim ancak bu babacan kekeleme hallerinin güncel bir takım nedenleri de olmalı.
Sonra Perinçek'in her milletten eski yoldaşları, ideolojik akrabaları da söz aldı. Önce bu tekaüt Erdoğancılar korosu Malazgirt'te; Çanakkale'de hep beraber savaştık diye nostaljiye gark oldular. Sonra ağızlarındaki baklayı çıkardılar. Orta Doğu'da büyümesi beklenen savaşta "Türkler ve Kürtler birlikte savaşmalı" mavallarıyla savaş kışkırtıcılığı yapıp Barış'a karşı tavır alırken; Türk emperyalizminin kanlı hedeflerini pazarlama çığırtkanlığına da başladılar.
Bu durum ne yeni ne ilk. Sovyetler Birliği'nin dağılma döneminde yani 3. Dünya Savaşı'nın başlangıç yıllarında da bu muhteremlerin biti kanlanmıştı. Lümpen Türk elitleri bir taraftan Kızıl Elma, Turan hayalleri kuruyor, Orta Asya fethediliyor; Orta Doğu'da ise diktatörlük kurmaya pek hevesli Özal'ın kikirdemeleri, darbeci ordunun süngülerinin gölgesinde ve Mehmet Ağar (Babası da emniyet müdürü olan Ağar 1951 Çankaya Köşkü doğumludur) türünden eli kanlı-işkenceci unsurların eşliğinde "bir koyup üç alma " hesapları yapılıyordu. O arada ayrıcalıklarını korumayı birinci öncelik edinmiş paşa torunları da-soylarına ihanet edecek değiller ya- bu işleri teorize etmeye, hatta ilericilik-liberalizm diye satmaya çalışıyorlardı. Ülkenin batısında ise "savaşa hayır! " dedikleri için işkenceye uğrayanlar, vurulanlar, katledilenler de oldu. Elbette paşa gönlünü fetih hülyalarına kaptırmış olanları böyle şeyler rahatsız edemezdi. Ne de olsa atalarından sonra şimdi sıranın kendilerine geldiğini düşünüyorlardı.
Kürtler mi? Egemenlere göre canım ne de olsa bizim Kürtlerdi, marabaydılar, ırgattılar, ameleydiler idare etmesi kolaydı. Irkçı-ayrımcı bakış o kadar zihinlerine yerleşmişti ki Kürtler sorgulayamazdı, isyan edemezdi. Ancak hiç de bekledikleri gibi olmadı. Hesaplayamadıkları bir şeyler vardı. Irgatların da kendi hayat tecrübelerinden edindikleri bilgelikleri pekala olabilirdi. Mesela "armut dibine düşer" bilirlerdi. Armut ağacının bulunduğu arazide ciddi bir eğim-siz bunu sınıflar mücadelesi diye de okuyabilirsiniz-yoksa düşen armut meyvesi mecburen ağacın dibinde kalır. Farklı türleri olsa da genelde ağırdır, hatta olgunlaşmışsa düştüğü yerde kalması daha fazla olasıdır zira meyve düşmenin şiddetiyle zedelenir, pekala parçalanabilir, dolayısıyla yuvarlanamaz. Velhasılıkelam TC'den, paşa torunlarından bir şeyler bekleyenler de bu sözün etrafında biraz olsun düşünse iyi olur.
Bazılarının canını sıkacak bu satırlardan sonra günümüzün gerçeklerine dönecek olursak ve umutlu bir gelecek istiyorsak savaşa karşı olmak, barış için mücadele etmek, demokratik-ortaklaşmacı bir yaşamı geliştirmek ilkesel bir tutum olmalıdır. Orta Doğu ya da dünyanın başka yerlerinde de sıradan insanlar savaşmak istemiyor, yaşamak istiyorlar. Savaşı fırsat görenlerle eşit-özgür bir gelecek kurulamaz. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan barış-müzakere deneyimleri bize bu başlıkta yapılan hataların tamir edilmez ölçüde sadece belli bir bölge özelinde değil aynı zamanda küresel çapta olumsuz sonuçlara yol açabileceğini de gösteriyor. Ağır ilerlese de "masa" değil barışın toplumsallaşması her zaman asıl odak olmalı. Demokratik-özgür bir gelecek yani kalıcı bir "zafer" ancak böyle elde edilebilir.
Onurlu bir barış dünyanın hiçbir yerinde egemenlerin halklara bahşettiği bir şey olmadı. Bunun mücadelesini hep birlikte vermek zorundayız...