Çürüme ve umut
Aykan SEVER yazdı —
- Savaş bütün dünyayı çürütüyor. Alabildiğine yozlaştırıyor. İnsanlar ortaklaşma, paylaşma, dayanışma gibi hasletlerden uzaklaşarak sanki bir bataklıktaymışçasına bir diğerinin üstüne basarak nefes almayı marifet sayar hale geldi.
Ajanslar bu ara hep harpten bahsediyor. Umudu önce zihinlerde öldürmeye çalışıyorlar. Dertleri kendi yarattıkları kanlı karanlığa, köleliğe bütün insanlığı mahkum etmek.
İşi "savunma" olan NATO'nun yeni Genel Sekreteri Rutte çizgiyi çekmiş. "Savaş dönemi zihniyetine geçme zamanı geldi." diye buyurmuş. Rutte'nin ilave olarak sarfettiği "savunma harcamalarını artırmamız lazım" lafı sadece savaş sanayine ek kazanç olarak yorumlanmamalı. Bu yaklaşım daha çok 3. Dünya Savaşı'nı bir üst evreye taşıma ve Batı'da görece demokratik kalan kurumları lağvederek yerine faşizmi ikame etmeyi salık veriyor. Bu normal. Zira ana akım bu. Mesela geçenlerde iki faşist, İtalyan Başbakanı Meloni ve Arjantin Devlet Başkanı Milei "sosyalizme karşı küresel birlik" çağrısı yapmış. Fransa'da Macron ise eli ayağı birbirine dolaşmış vaziyette iktidarı Le Pen'e devretmenin bir yolunu arıyor. AB'nin endüstri merkezi Almanya'da ise otomotiv sektörü ciddi bir gerileme içinde. İşten çıkarmalar ve fabrika kapatmalar sayesinde giderek işsizlik ve protestolar artışta. Ancak Alman silah sanayi büyüme hızı açısından 2023'te dünya çapında ilk sırada. Bu "şampiyonluk"a katkı bulunanlar arasında Almanya'nın Nazi geçmişine epeyce desteği olan Rheinmetall ve Diehl şirketleri ön sıralarda. Sermaye daha fazla savaş istiyor. Önde gelen partilere hakim zihniyet buna uyumlu. Sıradan insanların da savaşın bir "unsuru"na dönüşmesini arzuluyorlar. Nitekim Alman hükümeti, Rutte'yi ikiletmedi. "Ülkeyi savunma merkezli olarak yeniden yapılandırmak" başlıklı bir belgeyi strateji olarak kabul etti. Bunun sonucu ne mi olacak? Mesela üniversiteler daha fazla savaş sanayi odaklı çalışmalar yapacak. Bu kaçınılmaz olarak üniversiteleri "sivil" kurumlar olmaktan çıkarıp genel olarak militaristleştirmeyi dayatacaktır. Ancak Scholz hükümetini böyle hamleler de kurtarmaya yetmiyor. Nitekim güven oyu alamadı. Erken seçim ve büyük olasılıkla daha fazla savaş yanlısı ve çok daha sağda bir hükümet sandıktan çıkacak.
Savaşı körükleme başlığında NATO ile ortaklaşan Rusya'nın Savunma Bakanı Belousov'un da elbette alttan alacak hali yoktu. O da önümüzdeki on yıl içinde NATO ile savaşa hazır olmamız gerekir demiş, Rutte süreyi daha kısa tutup 4-5 yıla sığdırmıştı.
Bugünlerden konuşurken, okuduğum kitaplardan edindiğim izlenimle sık sık aklıma İspanya İç Savaşı geliyor. Bu süreç yaygın tabirle her ne kadar "iç savaş" olarak adlandırılsa da kesinlikle öyle değildi. Franco onu açıktan destekleyen Mussolini İtalya’sı, Hitler Almanya'sının yanı sıra Portekiz, Fransa, İngiltere ve ABD'nin de dolaylı desteğini alıyordu. Çünkü bu sağcı kafalara göre Cumhuriyetçiler lafta Sovyetler Birliği’ni sembolize ediyordu; gerçekte ise onların Avrupa'da iktidara getirdikleri savaş zihniyetinin billurlaşmış sembolü olan faşizme karşı özgürlüğü vadediyordu. Yani bir UMUT’tu. Onun için bir an önce ortadan kaldırılmalıydı. Örneğin kim hatırlıyor Franco'ya destek için Almanların ve İtalyanların yüzlerce savaş uçağı gönderdiğini, yine İtalyanların Faslı askerleri silahlandırıp Cumhuriyetçilere karşı sahaya sürdüğünü. Özeti faşizm gökten zembille inmedi, her yerde elleriyle ördüler. Bugün de aynı şeyleri yapıyorlar...
Şu sıralar Orta Doğu'da olanlar da bir yanıyla İspanya'da olanlara benziyor. Rojava'daki Özerk Yönetim teorik düzeyde dahi olsa bölge halkları açısından yegane barışçıl-demokratik gelecek vadeden düşünce. Elbette bölgede sürekli çatışma ve kargaşa hedefleyen emperyal güçler açısından kabul edilebilir bir yanı yok. Yeni Osmanlıcı TC emperyalizmi ise özü itibariyle bir soykırım ve köleleştirme demek olan Pax-Ottomana'yı dayatıyor. İçeride diktatörlük tahkim edilirken İsrail'le uyumlu bir tarzda bölgedeki işgali genişletmek ve Kürtleri geleceksiz bırakmak en önemli hedefleri.
Savaş bütün dünyayı çürütüyor. Alabildiğine yozlaştırıyor. İnsanlar ortaklaşma, paylaşma, dayanışma gibi hasletlerden uzaklaşarak sanki bir bataklıktaymışçasına bir diğerinin üstüne basarak nefes almayı marifet sayar hale geldi. Rejime rampa yapmaya çalışanlar da çoğaldı. Ahmet Davutoğlu gibi sefillerin yanı sıra Serbestiyet gibi yayınlar hızla rejimden hiç ayrı gayrıları olmadığını bize hatırlattı. Demokrat geçinen mesela Duvar, T24, Birikim gibi mecralardan da eli kanlı diktatöre işmar edenler çoğaldı. Bu sonuncuların pek şansı olacağını sanmam zira oralarda yer dar. Yıllardır İbrahim Karagül gibi rejimin kılıç sallayanı çok, yenilerin işleri bir hayli zor...
Bugünler de geçer elbette, fakat gözlerimizi kapayarak ya da başka yerlere çevirerek değil...