Diyalog ve uzlaşma
Suat BOZKUŞ yazdı —
- Uzlaşma olmayan konularda mücadele gene sürer ama silahlı değil, siyasi mücadele. Zaten belirleyici olan da siyasi mücadeledir. Siyasi hedeflerine kilitlenmiş bir barışçı mücadele toplumun birikmiş-kemikleşmiş sorunlarına çözüm yolu açabilir.
Öcalan’ın tarihi çağrısıyla yeni bir döneme girildiği açıkça görülüyor. Bunu şimdi de Bahçeli’nin çağrısı izledi. Daha önce Öcalan ne derse desin devlet cephesinden asacağız-keseceğiz türünden tehditlerden başka bir karşılık gelmiyordu. Kürtler ve Öcalan cephesinden bakarsak 1990’lardan beri sorun açıktı:
Savaşı sürdürmenin hiçbir siyasi, hukuki ve insani zemini kalmadığı için herkes açısından onurlu bir barışa dayalı bir siyasi çözüm!
Ancak devlet adına hareket edenler bu yolu hiçbir zaman tercih etmedi. Bir beka sorunu telaşına kapılıp halkın direnişini ezmek için her yola başvurdu. Bu amaçla en vahşi katliamlar yapıldı. Ama sonuç değişmedi. Daha önceki diyalog ve müzakere süreçleri hep kanla bastırılıp boşa çıkarılmıştı. Şimdi ilk defa devletin ve Özgürlük Hareketi’nin bütün eğilimleri yeni sürece olumlu bakıyor. Her konuda sorunsuz bir görüş birliği olmayabilir ama şu açık ki taraflar çatışma yolunun tıkandığını ve silahla bir çözüm bulunamayacağını görmüş, kabul etmiş bulunuyor. Bu ortak öngörü ışığında yeni yollar aranıyor.
Marx'tan öğrendiğimiz üzere, toplum ancak çözebileceği sorunları kendi önüne koyar.
Viktor Hugo’nun belirttiği gibi ‘Zamanı gelmiş düşüncenin önünde hiçbir güç duramaz’
Dünya ve bölge şartları ne kadar kaypak olursa olsun sorunun çözüm zamanı gelip çatmıştır. Çünkü tarafların bu savaşı sürdürebilme olanağı olsa bile kazanma-kazandırma olasılığı kalmamıştır. Bu şartlarda kör bir savaşı inatla sürdürmenin bir anlamı da kalmamıştır. Bu durumda Öcalan’ın yıllar önce gündeme getirdiği “Silahlar sussun, siyaset konuşsun” çağrısı yerli yerine oturmuştur. Siyaset çatışmayı bitirip bir uzlaşma yolu bulacaktır. Taraflardan birinin zaferi, diğerinin yenilgisi –teslimiyeti üzerine bir anlaşma değil, iki tarafın da ortak bir yaklaşımda uzlaşması gündemdedir. Uzlaşma olunca iki tarafın da her istediği olmaz. Uzlaşma olmayan konularda mücadele gene sürer ama silahlı değil, siyasi mücadele. Zaten belirleyici olan da siyasi mücadeledir. Siyasi hedeflerine kilitlenmiş bir barışçı mücadele toplumun birikmiş-kemikleşmiş sorunlarına çözüm yolu açabilir.
Toplum bu aşamaya gelmişken bu gidişata taban tabana ters olan kayyımcı-diktacı politikalar tüm süreci tehlikeye atan, yeni çatışmaları körükleyen karanlık politikalar olarak mahkum edilmelidir. Yine sürece uygun barışçı çözüm dili yerine kör savaşçı tehdit ve şantaj dilini kullanmak savaşa devam anlamına gelecek ve süreci tıkayacaktır.
Cumhuriyetin yüzüncü yılını şatafatlı gösterilerle kutlarken yapılmayan çözüm çalışmaları gecikmeli de olsa şimdi gündeme gelmiştir. Çünkü Türkiye yüzyıllık birikmiş sorunlar küfesini sırtında taşıyarak bir adım bile ileri gidemez.
Elinde iple gezen ve asalım-keselim diyen statükocu siyasetçilerden “Öcalan gelsin, TBMM’de konuşsun” diyen siyasetçiler dönemine geçilmiştir. Şüphesiz ki, yüzyılın birikmiş sorunlarını bir anda çözecek tılsımlı bir değnek ancak masallarda olur. Bugün önemli olan silaha son verilmesi ve siyasi mücadeleye, siyasi çözüme yol açılmasıdır. Bu durum dört tarafı kan ve ateş içinde olan bir bölgede sadece Türkiye ve Kürtler için değil, bütün bölge halkları için de bir şanstır. Belki de son şanstır. Tünelden önceki son çıkıştır.
Savaşı illa sürdürelim diyenler çıkarsa elbette bir süre daha oyalanabilirler. Ama bu çözüm olmaz. İkinci Dünya Savaşı’nın bittiğinden haberi olmayan ve hala dağlarda saklanan Japon askerleri gibi toplum dışına düşerler.
Bu süreci boş tartışmalarla uzatmak ve riske atmak yerine atılması gereken pratik adımlara yoğunlaşmak ve her adımı sağlam atmak gerekiyor.
Her şeyiyle yepyeni bir süreç başlamıştır. Bu sürecin başarısı, sürece destek veren herkesin çabalarına bağlı olacaktır.